Saliha SULTAN

Saliha SULTAN

[email protected]

'Dizeler artık fazla politik'

27 Ekim 2021 - 11:53

Üsküdar Tekin Kitabevi’nde yeni kitabı ‘Güneş Kalır Bir Başına’yı anlatan KARAR yazarı, şair Ömer Erdem: “Türkiye’deki şiir ortamını fazlasıyla dağınık görüyorum. Bu dağınıklığın şiirin politika ile çok yan yana gelmesi ile, Türkiye’nin bir şiddet, kötülük toplumuna doğru evrilmesiyle ilgisi var. Şiir ve şairler insanı iyiliğin hizasına işaretlemekle mükelleftir. Kitabımın Türk şiirin sürmekte olan iyiliğinin bir nişanesi olmasını arzu ediyorum.”

SALİHA SULTAN

İstanbul’un önemli edebiyat muhitlerinden biri olan Üsküdar, geçtiğimiz hafta sonu KARAR yazarı, şair Ömer Erdem’i ağırladı.

Yeni şiir kitabı ‘Güneş Kalır Bir Başına’ geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından okura sunulan Erdem, semtin öne çıkan kitap kahvelerinden Tekin Kitabevi’nde okurlarıyla bir aradaydı. Etkinliğe, Cafer Turaç, Hüseyin Akın, Hamid Ömeri, Cennet İmata, Selim Sener, Atakan Yavuz, İsmail Karakurt, Enes Batman, Yunus Karadağ gibi şairin edebiyat dünyasından okurları da dinleyici olarak katıldı.

Ömer Erdem’in 11’nci şiir kitabı ‘Güneş Kalır Bir Başına’ Ekim 2021’de okura sunuldu. Kitapta şairin daha önce bazı dergilerde yer alan şiirlerinin yanı sıra daha önce hiçbir yerde yayımlanmış birçok şiiri de ilk kez şiirseverlerle buluşuyor.

Kitabevinin önündeki sokakta yapılan yol çalışması nedeniyle elektrik kesintisinin gölgesinde gerçekleşen söyleşide, mevsimin son güneşi, son kitabındaki yerine hürmeten olsa gerek etkinlik boyunca şairi aydınlattı. Bu arada meraklısına Erdem’in yeni kitabında yer alan hemen her şiirinde ‘güneş’ metaforuna yer verdiğini, kitabın adeta baştan sona güneşe selam durduğunu aktarayım. Bu şiirlerin yarısı daha önce bazı dergilerde yayımlanmış, diğer yarısı ise ilk kez kitapta okurunun karşısına çıkıyor.

ŞAİRİN KAYNAMA NOKTASI ŞAHSİDİR

Erdem, söyleşisine bu şiirlerden biri olan, kitabın ilk şiiri ‘Asıl O Zaman’ı okuyarak başladı. Hal böyle olunca da sohbetine okurunun aklına ilk gelen soru ile, “Güneşle alıp veremediğin nedir?” cevabıyla devam etti. Dinleyicilerine öncelikle eski edebiyatçıların ‘sanatın şahsi bir mesele olduğu’ görüşünü hatırlatan Erdem, şairin kaynama noktasının da her zaman şahsi olduğunu vurgulayarak “Bu kaçınılmazdır. Sanat başka bir ruhun başka bir ruha geçirebileceği bir şey değil, sanatçının kendisinde ontolojik bir açıklık olacak ki bir kaynama olsun. Bu güneş meselesi de benim son yıllarda yaşadığım enteresan bir durumla ilgili” dedi. Erdem’in ‘güneş’le meselesi ise kendi cümleleri ile kısaca şöyle:

omererdem1r.jpg

“Mayıs 2020’de KARAR’da yazdığım bir yazının başlığı da bu idi, ‘Güneşle Konuşmalar’. Ramazan ayının ikinci günüydü, Bir öğle sonrası saat dört civarlarında uyudum yatak odamda. Yatak odam bir bahçeye bakıyor, pencereden karşı apartmanlara kadar ağaçlar ve sonunda gökyüzü görünüyor. İzleyenler hatırlar bir Fransız filmi var ‘Kelebekler ve Dalgıç’, filmde kaza geçirmiş bir adam her tarafı sarılı bir şekilde uyanır, sadece kirpiklerini oynatabiliyordur, büyük bir travma yaşadığı için şuurunu el yordamıyla yakalamaya çalışır. Ben de uyandım, gözlerimi kırpıştırıyorum, bir tuhaflık var çünkü. Güneş kendi formunu kaybetmiş ve binlerce buğday başağına dönüşmüştü, görüntüler birbirine karışıyordu. O başakların arasından bir anda metal bir şey geçti mavi gökyüzünden, bir uçak, fakat gökyüzüne doğru geçmedi de benim beynime geldi, beynimin uzayında kaybolup gitti.” Erdem, yaşadığı bu olağanüstü halin ardından telefonuna baktığını ve peşinden yaptığı görüşmeleri de gerçeklikte algılayamadığını aktararak daha sonra iftar yemeği sırasında tanıdığı birinin ölüm haberini almasının ardından yaşadıklarını ise şöyle anlattı: “Sonra çay faslına geçtik, eşime dedim ki sana bu vefat eden kişi ile ilgili komik bir şey anlatmak istiyorum ama ayağa kalkmam gerekiyor dedim. Çünkü ben komik bir şey anlatırken önce kendim gülerim, bu konuda yeteneksizim. Yine böyle bir gülme halinde söze başlarken birden bire yüzümün sol tarafının aşağı doğru çekildiğini hissettim. Bana bir şey oluyor dedim ve aynaya koştum ve yüzümün kaydığını gördüm.”

GÜNEŞLE İLİŞKİM BAŞKA BİR YERE EVRİLDİ

Ardından görüntülü görüştüğü doktorun kendisine yüz felci geçirdiğini söylediğini aktaran Erdem, daha sonra tedavi gördüğünü belirterek, bu yaşadıklarından sonra güneş ile başlayan ‘şahsi’ ilişkisini şu cümlelerle anlattı: “Beklemediğim bir şeydi benim için, yüzüm benden kaçtı. Fakat aslında güneş beni uyarmış. Beynimde, zihnimde bir tuhaflık varmış, güneş o başaklara bürünerek beynimde bir parçalanma yaşadığımı, ışıkların koordinatlarının birbirini tutmadığını bana söylemiş. Büyük bir savaşçı olduğum için yüzümü geri kazandım daha sonra. Ve ondan sonra güneşle olan ilişkim daha başka bir şeye evrildi. Bu tehlikeyle birlikte güneşi düşünmeye başladım, güneş ondan sonra başımın yerine geçti, ben kemikli etli, üzerinde saç olan bir organla değil güneşin kendisiyle şehrin içinde hayatı yaşamaya başladım ve bundan büyük bir haz duymaya başladım.” Bu deneyimin kendisine çocukluğundan beri merak duyduğu doğaya karşı yeni bir bilinç geliştirdiğini ifade eden Erdem, “Doğa bende bir bilgi olmaktan kurtulmak istiyordu, diyordu ki artık benim bilincim ol ve duyarlılığında bunu taşı… Ve işte sonra bu kitaptaki şiirleri yazmaya başladım.” Erdem, aslında kitapta ‘Gölge’ bölümü de olacağını fakat güneş ve gölge birbiriyle yarışacağı için son anda bir karar verip kitabı ayrıştırdığını da sözlerine ekledi.

HER KİTAP ŞAİRİN KENDİNİ YENİDEN DÜZENLEME ÇABASI

Şair Erdem, kitabına dışarıdan bir gözle baktığında kendi görüşlerini şöyle aktardı:

“İki şeyin olması gerektiğin fark ettim. Birincisi, şahsiyet. Her şiirde şairler bunu yaşar, her şiir allak bullak, güveni sarsılmış, kopuk, haksız, kaba, ekşi, çürümüş, dağılmış hayatı adeta bir düzenleme çabası denebilir. Şair yazdığı her şiirle hayatın akışına müdahale eder, bu duyarlılık ve bilinçte değilse şiire de bulaşmamalı. Çünkü her bir şiir bu dağılmış paramparça olmuş çürümüş hayatın, karmaşanın bir kendisine getirilme halidir. Yani şiirin bir iddiası varsa aslında sürekli bu parçalanmaya, dağılmaya, çürümeye teşne hayatın maddi ve manevi unsurlarını insan adına yaşanabilir olabilmesi için bir düzen teklifinde bulunma çabasıdır. Her kitapta şair için bir kendisini yeniden düzenleme çabasıdır, bu bir eksiği giderme değil, bir yeniden düzenleme çabası. Hani bir kıyafeti uzun süre giyeriz, çok sevdiğimiz için almışızdır, onu uzun süre giyeriz ama bir süre sonra ondan ayrılmamız yeni bir şey giymemiz gerekir… Bu onun değersizliği demek değildir, yeni bir kisveye bürünme halinden bahsediyorum. Hacı Bektaş Veli gibi mutasavvıfların dediği gibi ‘yeni bir don giyme’ hali… Onlar bir güvercin, bir ceylan donuna bürünürler hani. Bu varlığın sonsuz var olma hakkını yaşamaktır. Şair ise bunu tecrübe ederken sadece şahsı adına değil, dille birlikte bütün insanlık adına bunu tecrübe eder. Ben de ilk planda yeni kitabımı yeni bir don giyme, kendimi yeni bir düzene sokma olarak şablonlayabilirim. Arının bal yaparken oluşturduğu petek gibi…”

ŞAİR İNSANI İYİLİĞİN HİZASINA İŞARETLEMEKLE MÜKELLEFTİR

Her kitabın kaçınılmaz olarak bir edebiyat ortamına da doğduğunu vurgulayan Erdem, kitabının Türk şiirindeki yerine dair ise şu görüşlerini dile getirdi: “Bugün de Türkiye’deki şiir ortamını fazlasıyla dağınık görüyorum. Bu dağınıklığın şiirin politika ile çok yan yana gelmesi ile, Türkiye’nin bir şiddet, kötülük toplumuna doğru evrilmesiyle ilgisi var. Şiir, kitap, şairler insanı iyiliğin hizasına işaretlemekle mükelleftir bana göre. Bu anlamda kitabımın sürmekte olan Türk şiirinin iyiliğinin bir nişanesi olmasını arzu ediyorum. Tabii bunu belirleyecek olan ben değilim, eleştirmenler, sanatçılar, gazeteciler bunu yapacak olanlar… Ama şunu biliyorum ki yerini bulamama, yersizlik, yurtsuzluk çok gayri insani bir şey.”

dinle2r.jpg

ŞİİR ‘MAL’ DEĞİLDİR O YÜZDEN İTHAL EDİLEMEZ

Sohbetinde, Türk şiirinin bugünkü durumuna da değinen Erdem’in, yayıncıların şiir kitabı basmaya yanaşmamasından sitayişle bahsederek, şu önemli tespitini de dinleyicilerle paylaştı: “Düşündüm, neden Türkiye’de şiir yersiz, yurtsuz ve sahipsiz. Vardığım netice şu, şiir, ithal edilemeyen bir şey. Romanı, sinemayı, müzikali, tiyatroyu, konserleri ithal edebiliyoruz. Bunları ötekileştirmek için söylemiyorum, ben de okuyor, izliyor ve dinliyorum. Ama baktım ki ithal edilemeyen tek şey şiir. Çünkü iş ciddileşiyor şiire geldiği zaman. Şiir dilin tam yüreğinden tutulan öyle bir şey ki, onu ancak çok yüksek derecede çevirebildiğinizde insanlara ulaştırabildiğiniz zaman ‘mala’ dönüşebilir. Bunun için ise çok yüksek birikim gerekiyor, düşünün modern şiirin kültlerinden Ezra Pound’un Kantolar’ı Türkçeye çevrileli daha birkaç yıl oldu. Dile bağlı bir sanat olarak şiir öyle bir yerde duruyor ki bir toplum ya kendisini onun en değerli olduğu yerden yeniden icad edecek, yani şiirin değeri kadar kendisinin de değerli olduğunun farkına vararak şiiri sahiplenecek ve sahiplenmekle birlikte şiirin yol açacağı sonuçlar ortaya çıkacak. Şiir neye hizmet eder? Kötülüğün engellenmesine, insani değerlere, özgürlüklere, sevmenin, aşkın, yüceliğin, insanı insan yapan temel değerlerin kristalize olabilmesine. Şiir yoluyla insan olmanın potansiyelinde bulunan bütün yücelikleri bilmeye başlarız. Şiir başka disiplinlerde olmayacak kadar bize zengin bir imkan veren bir bilme yöntemidir. Bu bilme yöntemini kazanan her insana bakıyoruz ki artık düzen bozucudur, itiraz eder. Yani şiir ‘ithalat rejimine’ karşı durur.”

Erdem’in sonunda kitabını da okurlarına imzaladığı etkinlikte üzerinde durduğu konular günümüz Türk şiiri üzerine düşünen herkesin zihninde gezinen sorulara önemli bir cevap niteliğindeydi.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum