Hastane bahçesinde bir an…
Uzun zamandır böylesi bir sakinlik yaşamamıştım. Sadece kaslarım, damarlarım, kemiklerim değil tüylerim bile sanki uyuşmuş dünyada başka bir zaman varmış duygusunu tattırmıştı bana. Çok özel bir sebebi var mı diye zihnimi yokladım. Ekim güneşinin keskin ve aydınlatıcı ışığında kaşlarımı bir o yana bir bu yana oynattım. Bir gerekçe bulamadım. Her iki burun deliğimden de rahatça nefes alıyor, oturduğum bankta ayak bileklerimi saran güneşe teslim olmuş bekliyordum. Çiçeklerini çoktan dökmüş mazlum iki mimoza, bir manolya, birkaç çitlenbik, üç beş ıhlamur ağacı karşılarındaki şehir ardıcının altında salınan zeytine bakıyorlardı. Belki de bu zeytin ağacıydı elimi kolumu bağlayan. Sanki hastane bahçesinde değil de huzur havuzuna akmış su misali kendi eteklerim etrafında döndüren.
Dünyada huzur dedikleri şey beklenmedik hediyeler gibi bizi sevindirir. Biz uykunun dingin bahçesine inerken görünmez bir el sanki üstümüze yumuşak yorgan örter. Günlük hayatın dolambacından çıkar düzen denilen uyumun çocuğu oluruz böylece. O uyum, o dinginlik asabımın bütün detaylarında gezerek gelmişti yanıma. Sessiz ve bilindik dost çehresiyle yanımda oturmuş bana feleğin iyiliklerinden söz açmıştı. Gözlerimin çevresini uzun parmaklı narin elleriyle sıvazlamış sonra da buluttan cihetsiz kuş seslerine kadar detayları göstermişti. Arkamdaki duvarın bir yerinde yitiğini bekleyen bir kadının umutlu bakışları saklı gibiydi. Kimdi bu beklenen? Bir mahpus, uzun sürmüş askerliği çöllerde yitmiş bir nefer ya da bir sabah erkenden alnını öptükten sonra daha geri gelmeyen balıkçı mı? Bilinmezliğin onca boğumuna rağmen sembolik kadının bakışları bilgece bir gülümsemeyle çiçeklenmişti. Güneş onun kolyesi olmuş boynuna asılmıştı.
Öyle ya felek sadece kahpelik edecek değildi ya! Cihanın cilveleri kötülüğün elinde sabır tesbihi halinde çekilip duracak değildi ya! Yıllar yıllar önce belki de bir yüzyıl evvel paşa da olan Avrupada tıp eğitimi görmüş fedakar bir hekimin adını alan hastanenin kesme taş duvarlarının önünde bütün zaman ve mekanın bir çocuk için şişirilmiş balon misali hafiflediğini duyuyordum. Fakat neden? Birazdan uzun bir koridora gireceğimi yüksek tavanlı kapıların insan ezen telkini arasında adımın okunacağını bilen ben değil miydim? Günler evvel sağ kulağım önceden hafifçe dolmuş orada bir tümsek duygusu peydalanmış sonra yavaş yavaş ağırlaşmış çıngırak sesleri yankılanan yabancı bir tren katarı halinde tozu dumana katarak kulağıma yığılmıştı. Bir süreliğine duymak denilen hasleti kaybetmekle kalmamış vücudumun sağ yanımdan kilitlendiğine şahit olmuştum. Şimdi belki hazık bir göz onu görecek bir kaç damla şifalı ilacın kılavuzluğunda kiliti açacaktı.
Hayır hayır bu bile umurumda değildi. Birkaç saat evvel insan suretine bürünen bir güneş beni sinesine çekip ışığının ballarıyla emzirmiş olabilir miydi? Bindiğim otobüsün camından içime dolan ışık nicedir kaybettiğim bir şifreyi kalbime indirmiş gibiydi. Zaman denilen efsanevi dağın eteklerinde çok iddialı demirci ustaları benim için incelikli bir çeliği mi dövmüşlerdi? Yıllar evvel, Ağrı Dağı’nı bir kola alıp Doğubeyazıt’a doğru yol alırken de buna benzer bir his mi yaşamıştı? Bazen efsanevi bir kuş beklenmedik şekilde bizi koltuk altlarımızdan kaldırır kanın ve ekmeğin hükümsüz olduğu alemlere götürürdü!
Hayır hayır bunların hiçbiri tam izaha yetmezdi. Uzun zamandır hiç böylesi bir sakinlik yaşamamıştı. Şu karşıdaki şehir ardıcının eteğine saklanan zeytin ağacıyla gidip konuşacaktı. Zeytin ağaçlarının onca ketumluklarına rağmen altın zamanlarına denk gelmek mümkündü. Güneşin ayak bileklerinden yukarıya, bacaklarına doğru sarmaşıklanışı huzurunu daha bir artırmıştı. Randevu saatine bir yarım saat vardı. Kim bilir arka odalarda ne ağrılar ne iniltiler vardı. Doktor denilen varlığın dudaklarından dökülecek anlaşılır birkaç cümle kaç insanı güneşe çıkaracaktı. Bütün bunlar ihtimaldi. Gerçek, şimdi burada, bir hastane bahçesinde yanıbaşındaydı. Uzun süredir böyle sakin ve mutlu olmamıştı. Herşey bilinen sebeplere bağlanamıyordu. En sağlam ipler bile çözülüp koparken bu armağan anın tadını çıkarmalıydı. Nasıl olsa birazdan güneş de batacaktı.
FACEBOOK YORUMLAR