Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Hasbi duygular aşırı güzel fakat eleştirel akıl mutlak şart...

15 Şubat 2023 - 09:32

Felaket günleri geldiğinde toplumdaki hasbi duygular kendiliğinden uyanıyor. Anadolu kıtasının zemininde saklı iyiliğin her seferinde doğudan batıya, kuzeyden güneye dalgalanıp göz yaşartması büyük şans. Kas hafızası gibi bir şey bu. En sert yerinden acı anında gerilip sertleşiyor, insana umut aşılıyor. Geçmişte türlü sebeplerle ne denli birbirine düşürülmüş olursa olsun insani değerler yönünden kimse kimseden umut kesmiş durumda değil. Maddi gücü olanla dua etmekten öte elinden bir şey gelmeyen felaketi yüklenmek için duyguların ateşlemesiyle yardım için birleşiveriyor. Çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar tereddütsüz devreye giriyorlar ve kilometrelerce uzaktan ellerini yıkılmış bina molozlarına doğru uzatıyorlar. Mümkün olsa tırnaklarıyla bir bir kaldıracaklar o soğuk ve öldürücü parçaları. Toplum olmanın değerini ölümsüz hikaye yazarcasına bir bir çatıyor herkes. Edebiyat, sinema belki görünmeyen bu mini ama özlü hikayelerden koyularak bir toplum kazısına girişebilir. Belgeselciler, tarihçilere devlet kayıtlarına geçmeyen pek çok belge bırakabilirler gelecek için.

Ne var ki insan ve toplum sadece hasbi duygulardan ibaret değildir. Kollektif aklın kamu ve sivil kurumlar çatısı altında özgürce birleşmesi ve pratik işlerlikler kazanması gerekir. Bunun yolu doğunun ölümsüz mirası her tür kutsama refleksini bir yana bırakıp eleştirel aklın rehberliğinde iş yapma yöntemini edinmektir. Tek tek bireylerin niyet, duygu, fedakarlıkları bir yana hemen herkesin gelişmiş mesleki formasyonla hayata katıldığı, yaşamın, hukuk, serbest rekabet, hak ve özgürlükler yanında bilimsel bilgiyle desteklendiği durumlarda kalıcı çözümler bulmak daha mümkündür. Her tür yıkımın sebepleri ve tekrar etmesi durumunda alınması gereken tedbirler hususunda eleştirel akıl bize kılavuzluk edebilir. Çünkü bir olay birden fazla tekrar ediyor ve her seferinde oluşan felaket yine toplumun hasbi duygularıyla giderilmeye çalışıyorsa orada bir eleştirel akıl ve yöntem sorunu yok mudur?

Anadolu coğrafyasının zemin yapısı geçmişten bugüne önümüze çetin ve apaçık bir gerçek koyuyor. Deprem ülkesiyiz. Aktif ve yaygın fay hatlarının üstünde yaşıyoruz. Dün olduğu gibi gelecekte de depremler hem de büyük depremler yaşanmaya devam edecek. Meydana gelecek zararları azaltmak için başta konut ve yerleşme politikalarımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. Tarihi geriye doğru okuduğumuzda toplumca ödediğimiz bedelin faturası her zaman yüksektir. Gelecek için ödeyeceğimiz bedel başlangıçta herkesi ürkütebilir ama başta hayat hakkı olmak üzere toplumun ortak yarattığı miras düşünüldüğünde kimse onları gelecekte tehlikeye atmayı göze alamaz, almamalıdır. 1950’den bu yana açık ve çarpık bir gerçeğin içindeyiz. Türkiye’nin bir ev fikri ve buna bağlı şehir ideali yoktur. Evin ve şehrin olmadığı yerde insanın maddi ve manevi esenliğinden söz edilemez.

Türkiye’nin en az yüz yıldır coğrafi sınırları belli. Bu sınırlar içindeki dağlar, denizler, göller, nehirler, ovalar yanında kıraç alanları da belli. Nüfusunun normal şartlar altında hangi yıl ne kadar olacağını kestirmek de mümkün. Böylesi bir durumda toplumun kollektif aklının ve birlikte yaşama isteğinin meşru çatısı olan devletin kendi aparatlarını kullanırken akıldan, bilimsel bilgi yanında demokratik katılımdan başka tercihi olamaz. Bununla birlikte son elli yılda geleneksel tarım toplumu yapısının plansız şekilde bozulup şehirlerin yine plansız şekilde şişip gelişmesi karşısında yaşanan şaşkınlık aşılmış değil. Bir toplumun tarihte ilerlemesi tesadüflere ve konjonktüre teslim edilmez. O toplumun akıl yürütücülerinin( siyasetçiler, aydınlar, bilim insanları vs) sorumlu davranması ve birbirlerini yalnız bırakmaması gerekir.

Hele siyaset bir zihin ve zihniyet meselesi olmaktan düşüp pop ve popülist gündelik vasat üzerine oturduğunda felaketin bedeli daha da artar. Şairler, yazarlar, bilim insanları, tarihçiler, sosyologlar ısrarla bir yanlışı vurguladıklarında onlar romantikleştirilip ötekileştirildiğinde bugünlerde yaşadığımız acı manzara kaçınılmaz olur. Devlet kutsal değildir. Devlet evrime açık kamusal bir ortak akıl platformudur. İnsanın yıkıldığı yerde devlet kurgusal bir patolojidir.

Türkiye’nin yaşadığı kaynak sorunu değil akıl ve yöntem sorunudur. Yöntem ise ilkin felsefi düşünceden, bilimsel akıldan, hukuk düzeni ve nitelikli eğitimden başlayarak adım adım bir toplumun kendi gerçekliğine uygun insanca hayat kurabilme istencine çıkar. Adana, Malatya, Maraş, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Antep, Diyarbakır, Urfa ve Kilis’te insanlarımızın yaşadıkları eğer sadece duyguların hasbi güzelliği ile aşılmaya çalışılırsa gelecekte başka şehirlerde olacaklar eleştirel akıldan bir kez daha kaçmak anlamına gelecektir. Bu kez duygular, yıkıldığımız yerden bizi sarmaya yeter mi acaba? Yaşayanın ayrı ölenin ayrı aynı anda yok olmaması için iki kez büyük yıkılmak akıl sahiplerinin işi olabilir mi sizce?

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum