ÜLKENİN GELECEĞİNE İNANMAK
www.tarihistan.org
Türkiye'de belli başlı köşeleri dolduran siyasetten bürokrasiye, gazeteciden yazara, sanayiciden işçiye, mühendise varıncaya kadar bir sınıflandırma yapılsaydı sanırım şöyle bir tablo ortaya çıkardı: Entelektüel, irfan ehli, aydın, okuyan, ümmi, cahil, çok cahil ve zırcahil... Bu sınıflandırmayı daha ada arttırmak mümkün. Ancak biz bu kadarla yetinelim!
Hele bir de söz konusu vatan olduğunda özellikle yüksek öğrenimini tamamlamış kesimler arasında her nedense bir alerji bir histeri nöbetidir gidiyor!
Vatan denildi mi, millet denildi mi, bayrak denildi mi başlıyorlar mızıklanmaya! Başlıyorlar “Aşırı milliyetçilik, faşizm, gericilik… Turancılık” Cümlelerinden dem vurmaya! Hâlbuki mesele farklı! Bu tür çevrelerin karın ağrılarının sebebi farklı. Şimdilerde her ne kadar azalmış ve sesleri kısılmış gibi dursa da bakmayın siz onların sessizliğine! İlk fırsatta başlarını gizlendikleri çukurlarından çıkarıp yüz yıllık teranelerine yeniden başlayacaklarına kalıbımı basarım!
Bir ülke milli değerlerini çağın gereklerine uygun olarak çocuk ve gençlerine veremiyorsa o ülkenin insanından, özellikle okumuş insanından; kendi kültürüne, milletine şaşı bakan batıdan fazla batıcı insanından korkmak gerekir!
İki yüz yıldır devam eden milletine, devletine, kültürüne şaşı bakan kesimlerin ülkenin kaderindeki makûs varlığı son dönemde azalmış görünüyorsa da bu durum bir yanılsamadır kanaatindeyiz! Zira o zihniyetlerin kendilerini gizleme yetenekleri son derece gelişmiştir. Kırk yıldır ülke ve devlete düşman beyinler üreten FETÖ terörünün üst aklının emrinde nasıl çalıştıysa ve suret-i haktan göründüyse iki yüz yıldır bazen Müslüman, bazen milliyetçi, bazen vatansever, bazen liberal, Kemalist, Atatürkçü, tarikatçı, cemaatçi, laik, liberal, demokrat, cumhuriyetçi… Sünni, Alevi… Görünümleriyle bu ülkenin içinde önemli mevzilerini koruyanlar çoğunlukla onlar olagelmiştir. Onların ortak özelliği vatan, millet, devlet ve milletiyle aynı kaderi paylaşmamaları, aynı ülküler beslememeleri ve her daim Batı, ABD, NATO, Siyonizm… Çevrelerinin ülkemizdeki temsilciliğini yapıp taşeronu olmalarıdır!
Türkiye başta olmak üzere son iki asırdır entelektüeliyle, düşünce ve bilim alanında dünyada var olan ve kültürel dinamiklerini bilimle buluşturan kaç devlet, kaç kurum ve kaç insan var Türk-İslam dünyasında? Olmamasına yadırgamamak gerekiyor! Olsaydı yadırganmalıydı! Böyle eğitim, böyle milli kültür ve Batının değer yargılarına iman etmiş entelektüel, bürokrat, ekonomi, medya… Çevrelerinin çepeçevre kuşattığı bir ülke insanından bilim, ilim üretmesini, devletinin süper güç olmasını beklemek ütopyadan başka bir şey değildir!
Ancak devlet gemisi kendi rüzgârını bulup öz benliği ile hareket etmeye başladığında önemli bir eşik aşılmış demektir! İlk adım en riskli ve en kararlı adımdır. Gerisi gelecek ve millet atılan ilk adımı takip edecektir. Tıpkı Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı” şiirinde ifade ettiği gibi: “Delikanlım, işaret aldığın gün atandan/Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan !”
Türkiye’de ilk adım atılmış ve Türkiye bize göre kuruluş devrini tamamlamanın son raddesindedir. Sancılı, sıkıntılı ve kaos dolu bir yüz yılın eşiğinden geçmek üzere olan Türkiye binlerce yıllık devlet, millet, tarih ve kültür mirasının üzerindeki yürüyüşünü bundan böyle ya daha emin adımlarla yürüyecek ve bölgede sesi daha gür çıkan bir devlet olacak ya da eskiden olduğu gibi sesi kesilen önüne konulan projeleri harfiyen uygulayan bir jandarma olma, talimatla yönetilme; vazifesini harfiyen yerine getiren emir eri olarak yaşamaya devam mı edecektir?
Milletini mangurtlaştıran eğitim, siyaset, kültür ve hayat felsefelerinin aksine insanına öz güven ve şahsiyet aşılayan bir devletin politikalarıyla geleceğe daha kararlı ve emin adımlarla yürümek isteyen bir milletin varlığına inanmak hepimizin ortak hülyası ve beklentisidir!
NACİ YENGİN