Türkiye ve Arap Baharı: Ortadoğu’da Liderlik Sorunu: II
Naci YENGİN
Arap baharıyla başlayan sürecin Arap halkları açısından Türkiye’nin önemli bir örnek olduğunu biz söylesek inanmakta zorlanabiliriz. Ancak RAND şirketi ve ABD’nin etkili CIA ajanlarından birisi olan Graham E Fullerin söylemesi daha da önem kazandırmaktadır:
“Türkiye hâlâ, bütün o bölgelerde –ki buna Orta Doğu, Balkanlar, doğuda Asya, eski Sovyetler Birliği’nin bağımsız devletleri ve güneyde Afrika dâhildir– itibar edilebilir bir modern yönetişim modeli ortaya koymuş yegâne devlet olarak durmaktadır.”[1]
“Türk Rönesans’ı ve Arap Baharı’nın ortaya çıktığı sahnenin perde arkasıdır.”[2]
“21. Yüzyıl’ın ilk on yılında Türkiye Ortadoğu’da itibar edilebilir liderlik özellikleri bakımından eşsiz bir devlet olarak yükselmiş durumdadır. Bu formel, tanınmış bir liderlik olmaktan çok, Orta Doğu’nun o kendine özgü karakterini, kültürünü ve ilgilerini yakinen yansıtır biçimde, bir etki kullanımı, ilham kaynağı ve yönlendirme gücüdür.”[3]
“Modern Türkiye devleti daha önce hiçbir zaman Orta Doğu’daki gelişmelerle bu kadar ilgilenmemişti. Türkiye’nin Orta Doğu ile etkileşimi öğreticidir.” [4]
“Ne Türkiye, ne İran, ne de Arap dünyası bundan sonra aynı kalacaktır. Dünya da, bundan sonra asla bunlarla daha önce yaptığı tarzda ilişki kuramayacak, neo-emperyalist ayak oyunlarıyla oyalayamayacaktır. “[5]
“Batılı analizlerin pek çoğu mahiyet itibariyle fena halde ABD-merkezli olup, ABD politika tercihleri ve hedeflerine endeksli yargılarda bulunmakta, buna uygun sonuçlar çıkarmaktadırlar. Bizzat bölgenin halkları ve devletlerinin tutumları, değerleri, bakış açıları, endişeleri ve içsel mantığını yansıtacak bakış açıları önermekten acizdirler. ABD’nin bu konuda bu kadar yanılmasının bir sebebi budur.”[6]
“Bugün Orta Doğu’daki temel ideolojik kavga esas itibariyle, Batı’da popüler biçimde karakterize edildiğinin aksine, sekülerizm (laiklik) ile İslamcılık arasında değildir –her ne kadar bu da ilginç bir konu olsa da. Bu gerçekte Sünnîlik ile Şiîlik arasında bir kavga da değildir. Asıl kavga Sünnîliğin bizzat kendi içindedir. Dahası, tahmin edileceği gibi radikal cihadî İslam ile muhafazakâr Suudî İslamı arasında bir kavga da değildir bu; daha ziyade “demokratik İslamcılık ile Müslüman otokrasi” arasında bir mücadeledir.”[7]
“Popüler beklentinin aksine, bir zamanlar Orta Doğu’da ABD ile yakın ilişkileri olan iki ülke –Türkiye ve Suudî Arabistan– gelecek on yıllık dönemde Orta Doğu siyasetinde iki rakip ideolojik kutup başını temsil edebilirler.”[8]
Fuller’in Arap baharının önümüzdeki süreçte devam edeceğini vurguladığı satırlarında beklentilerin daha ziyade demokrasi ve batı emperyalizminden kurtularak kendi kendilerini yönetme amacı taşıdığının altını çizmektedir: “Her ne kadar Arap Baharı demokratikleşme yönünde daha silip süpürücü ve kalıcı kaymalar ummuş olan birçokları için hayal kırıklığına uğratıcı olabilirse de olayların etkisi hâlihazırda bölgenin mantalitesini değiştirmiş durumdadır ve geçici olarak bastırılsa da, tamamen eskiye döndürülmesi imkânsızdır. Daha sadece yolun başındayız.” [9]
Bölge ülkelerinin aralarındaki rekabetin daha çok bölgede liderlik sorunundan kaynaklandığını vurgulayan Fuller Ortadoğu-İslam ülkeleri arasındaki rekabet ve sorunun İran Türkiye arasında olmadığını daha ziyade Sünni İslam dünyası arasında yaşanacağının altını çizmektedir. Her geçen gün daha da otoriterleşen ve İslam dünyasının liderliğine soyunan ve radikal anlayışa sahip Suudi Arabistan’la 100 yıllık demokrasi deneyimi ile hoşgörü anlayışını yüzyıllardır İslam ve Arap halkları arasında yaşatan Türkiye’nin bölgede önümüzdeki süreçte karşı karşıya gelme olasılıklarını yüksek gören Fullerin kitabının en dikkat çekici yönü bu çerçevede ortaya koymuş olduğu öngörüsü olsa gerektir. www.tarihistan.org