TÜRKİYE’NİN SERT KABUĞU
Kabuk değiştirmek zordur. Kabuk değiştirmek ve üstelik Türkiyenin kültürel derinliğine sahip olan milletler için harakiri yapmaya benzer!
Cumhuriyet ideolojisi ve yaşam modelinin milletin bin yıllık kültürel birikim kabuğunu değiştirmek amacıyla benimsediği model günümüz insanının ekseriyeti tarafından benimsenmiş görünmektedir. Seculer kültürün Batının değer yargılarıyla özleştirildiği günümüz Türkiyesinin yeniden bir kabuk değiştirip değitirmeyeceği yeniden kanlı gömleği giyip giymeyeceği sorunsalını da beraberinde getirir! Yeniden zehirli şurubu içip içmeyeceği ve yeniden jakobenizmi benimseyip benimsemeyeceği tartışıla dursun ülkenin en radikal İslamcılarının dahi bu düşünceyi benimseme ihtimali çok düşüktür. Zira İslamcıların çoğunluğu laikliği benimsemiş, Cumhuriyetin değerlerinin çoğunu özümsemiş bulunmaktadır.
Kadim kültürel dinamikleri harekete geçirerek bu değerleri yeniden hayata geçirmekle mümkün müdür?
Ülkenin son on yılllarda kabuk değiştirmeye doğru gittiği veya götürüldüğü gibi görüntü mevcuttur. 250 yıldır daha çok dış kaynaklı ve onların yerel baronlarının oluşturduğu kalın kabuğu kırmak için yeniden öze dönmekten başka bir yol görünmemediğini düşünenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır...
Eğitimden, ekonomiye, sağlıktan sanayi ve ticarete insan merkezli bir anlayışın hakim olması gerektiği kadim kültürün yeniden yeşertilmesi adına yapılmak istenen çalışmalar, atılmak istenen adımlar çoktur. Ancak atıaln, atılmak istenen adımlar ne kadar büyükse bu tür çalışmaları, hayat görüşü ve yaşama felsefesini engellemek isteyecek ve yeniden "biz" olmamızın önünü kesmek isteyecek güçlerin tepkisi o denli fazla, şedit olacaktır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur!
Türkiyenin 1946’ya kadar yaşadığı travma ve 46 sonrası denenmek istenen demokratik yönetme-halkın yönetime ortak olması modellerine karşı derin kabuğun göstermiş olduğu tepki bu günlerde ülkenin iç ve dış sarmalının kıskaçlarını yeniden daraltmaya, çevresel dinamiklerin, halk-milli dinamiklerin merkeze girmesini engellemeye çalışmasından anlaşılabilmektedir.
Menzile varmak için bir zamanlar vardığımız muhteşem menzilin iyi tahlil edilmesi, hangi şartlarda o menzile varıldığının iyi etüt edilmesi gerekir. Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim'in Kutsal Emanetler karşısında bayılıp düştüğü aşk ve şevkin doruğa ulaştığı menzildir orası. Orası milletiyle devletinin yekpare bir bütün olarak yaşayageldiği kutsi vatanın diğer adıdır. Orası Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Ahi Evran, Yunus...kültürünün harman olduğu sancağın son kalesidir.
Türkiye'de muhafzakar ve demokrat çevrelerin değiştirmeye çalıştığı sert kabuk bu neslin harcı olamayabilir. Bu nesil benliğimizin, vücudumuzun bir parçası olan bu kabuğu benimsemiş ve onunla yaşamaktan mutlu mesut insanlar haline gelmişse şayet o zaman gelecek adına ümidin yeşereceği tohumların toprağa atılmaya başladığı müjdesini vermek mümkündür sert kabuğu değiştirme azminde, kararlılığında olanlar adına!
Osmanlıdan devralınan ve Ziya Gökal’in formülleştirdiği Türkleşmek- İslamlaşmak- Çağdaşlaşmak idealleri farklılıkların, ideolojilerin ortadan kalktığı günümüzde daha bir anlamlı hale gelmiştir. Birçok düşünce çevrelerinin ortak paydası haline gelecek olan sözkonusu düşünce yapısında her ne kadar Türkleşmek bir ırk üst kimliğini akla getiriyorsa da bunun böyle olmadığı önümüzdeki on yıllık süreç içerisinde anlaşılacaktır.
Bu nedenle kendilerini feda edecek nesiller yetiştirmek için şimdiden başlamak ve gelecek nesillerin görüntüsüyle değil özüyle bizim değerlere sahip çıkan insanlar olmasını beklemek gerekecektir!
Ancak unutulmamalıdır ki bu çetin bir direniş ve çetin bir sınava hazırlanmanın ilk adımıdır. Geriden gelecek saldırı, yıpratma ve tökezletme çabaları her geçen gün artacak ve bu günleri arar olacaktır ülke insanı!
Ülke insanını kurtarma ihtimali yüksek olanlar toprağa düşen tohumların besleyeceği hormonsuz nesiller olacaktır. Anacak onlar kaldırabilir bayrağın yerde yatan gölgesini, yere düşmesini!
Bütün bunları yaparken merkezi elinde bulundurma konusunda kemikleşen ve ilanihaye merkezin-devletin kendilerine ait olduğunu düşünen küresel güçler, askerî ve sivil bürokrasi, büyük sermaye baronları gerçeği de yabana atılmamalıdır!
Unutulmayacak tek gerçek vardır o da “İstikbalin köklerde olduğu” gerçeğidir. Kökü olmayanların geleceği de olmayacaktır!