TALAN EDİLEN MİMARİ-SATIN ALINMAK İSTENEN GELECEK!
NACİ YENGİN
Osmanlı taş mimarisinin en güzel örneklerini sergilemiştir. Hem de farklı coğrafyalara…
Yağız atların önünden giden Alperenler ve iman mimarisi aşkıyla fetihlerin gerçekleşmesiyle zirveye ulaşmış adeta nakış nakış işlenen mimari eserlerde ecdat Tanpınar’ın “Beş Şehir” eserinde vurguladığı gibi inşa etmemiş imanlarını nakşetmişlerdir tarihe.
Osmanlı öncesi mimarinin de devam ettirildiğini gördüğümüz şehirlerde bugün ne bir Osmanlı nede bir Osmanlı öncesi eserlerin yerinde yeller esiyorsa bunda Osmanlı son dönem ve Cumhuriyet’in 60’lı yıllara kadar devam eden zihniyetin rolü olduğu görülür!
Başta İstanbul olmak üzere Sivas, Erzurum, Manisa, Amasya, Trabzon, Edirne, Kütahya gibi pek çok şehir tarihi-kültürel, milli değerlerin yıkım ve zihniyet değişiminden fazlasıyla nasibini almıştır.
“Gülşeni ezhar açtı her yana” mısrasıyla III. Selim döneminde yaptırılan kasırların Basmacı Abdi Efendi tarafından övüldüğü dönemleri geride kalmış, Cumhuriyetin devlet kurucuları ve devamında muhafazakârlığı ile gündeme getirilen DP iktidarı dönemlerinde taşa ve taş mimarisine karşı modernizmin boyunduruğundan kurtulamayan zihniyet geçmişle bugün-bugün ile geleceğe uzanan köprüyü yıkma adına en büyük tahribatı yapmıştır!..
Son dönemde yeniden gündeme gelen “şehirlerin siluetinin korunması” konusu her ne kadar İstanbul ile başlamış görünüyorsa da önümüzdeki yıllarda tüm şehirlerimizin ortak sorunu haline gelecektir.
1985’ten itibaren aşina olduğum İstanbul’un yedi tepesinden de görünümü son yıllarda yerini gökdelenlere bırakmaya başladı. Dolayısıyla ahşap ve taş mimarisi yeniden talan edilmeye başlandı. Ya da tarihi eserler gökdelenlerin ortasında yok olmaya, gözden kaybolmaya zorlandı.
İnsanın üzülmemesi mümkün değil bu görüntüye. Ancak modernizm ile yıkımı; apartman ve gökdelen hayatında yaşamayı eşdeğer yaşam tarzı olarak gören zihniyetin henüz modernleşmediğini anlamak yaşanan çarpıklığı görünce hiç de zor olmuyor!
Muhafazakârlık, körü körüne bir fikre bağlı kalmak ve değişime karşı çıkmak anlamında değerlendirilir çoğu zaman. Ancak modern muhafazakârlıkta modernizmin nimetlerinden faydalanırken tarihi ve kültürel dokuyu korumak diye bir düşünce de vardır.
Uzağa gitmeye gerek yok. Yaşadığımız çevreye, kentlere şöyle bir bakmak yeterlidir. Ancak gören gözlerle, içten ve anlamaya çalışarak bakmak gereekir!
Manisa, Kütahya, Amasya, Trabzon, Erzurum, İzmir gibi pek çok şehrin içinden en şanslı olanlar işgal görmeyen ve işgal sonrası yakılıp yıkılmayan şehirlerdir.
Manisa, İzmir, Uşak… Gibi şehirler önce işgal ve yangın ardından da yöneticilerin şehirleri modernleştirmeci dayatma ve baskılarıyla yıkıma uğramışlardır!
İstanbul, Amasya ve Manisa şehirlerinin siluetinin bozulup bozulmaması anlamında bir karşılaştırma yapılsaydı Amasya’nın en şanslı şehir olduğu ortaya çıkardı. İstanbul ve Manisa fazlasıyla hor kullanılmış ve hoyrat ellerde tarihi ve kültürel dokusu yok edilmeye çalışılmıştır!
En basit söylemiyle ifade etmek gerekirse Ulu Camii, Muradiye Camii, Hatuniye, Çeşnigir, İlyas Paşa Camii gibi tarihi eserlerin çevresi adeta eserleri kapatmakta ve tarihi mimari ortada kalarak görünmez hale gelmektedir. Bu talan ve yok eden mantık Anadolu’nun pek çok şehrinde de kendisini göstermeye başlamıştır.
Cumhuriyet sonrası yakılan, talan edilen, yok edilen tarihi eserleri; mezarlıklar, hanlar, kervansaraylar, hangahlar, hamamlar, çeşmeler, köprüler, Saray-ı Amire Kulesi… gibi pek çok eser için yapılacak bir şey yoktur. Ancak en azından günümüze kadar gelebilen tarihi eserlere sahip çıkabilmeliyiz.
Her ne kadar son yıllarda mimari ve tarihi eserlere sahip çıkılıyorsa ve restorasyon çalışmaları takdire şayan bir hızla sürdürülmekteyse de mesela yüzyıllardır koruna gelen tarihi köyler, evler, hanlar, hamamlar, bedestenler… Uncubozköy gibi un ufak ediliyor yıkılıp ortadan kaldırılabiliyor. Sonuç yine modernizmin ürettiği ruhsuz zevksiz gökdelenler kaplıyor her yanı!
Bir yandan onarım ve geleceğe taşıma adına tarihi eserlerimizi korumaya çalışırken öte yandan yüzyıllardır koruna gelmiş eserlerimizi, Uncubozköy’ü yıkabiliyor ve şehrin siluetine en az camilerin çevresine yapılan apartmanların ucube ve zevksiz görünümü gibi modernizm adına tarihi dokuyu ortadan kaldırabiliyoruz!
Zihniyetler muhafazayı sever…
Muhafazakârlık modern anlayışın benimsenmesi ve taş merkezli binaların korunması ve hatta yeniden bu tür mimariye dönülmesiyle hâkimiyetini gösterecektir.
Hele birde deprem merkezli şehirlerde oturuyorsanız yeniden taşa geri dönme zamanı çoktan gelmiştir.
Devir modernizm değil muhafazakârlık anlayışı ile geleceğe bakma devridir.
Ancak henüz şehir ve kent kültürünü benimsememiş toplumlarda bu sıkıntı daha uzun yıllar devam edecektir.