Şehirler ve insanların ortak kaderi
Küçük şehirlerin kaderi her geçen gün daha da kötüye gidiyor! Büyük hedefleri gerçekleştirmek için çok fazla gam, keder yaşaması gerekiyor küçük şehirlerde.
Kadim şehirlerin aynı minvalde bir kültür, sosyo ekonomik hayat ve geleneğini sürdürmesini bekleyemeyiz. Ancak en azından tarihe damga vurmuş, ülkenin geleceğinde birinci derecede rol oynamış şehirlerin elan bu özelliklerini devam ettirip ettiremediklerine baktığımızda hayal kırıklığı karşılar bizleri! Hele hele bahsini ettiğimiz şehirler Türk tarihi yılları içinde her alanda tarihe, bu güne ve yarına uzanacak medeniyetimizin önemli kilometresini oluşturan Osmanlı devletinde şehzade şehirliği yaptıysa işte o zaman oturup düşünmek ve nerede hata yaptığımızı sorgulamamız gerekir!
Saruhan Sancağı (Manisa), Trabzon, Amasya, Kütahya başta olmak üzere Osmanlı şehzadelerine adeta başkentlik yapmış söz konusu şehirlerden kültür, sanat, edebiyat, mimari ve hatta siyaset… Alanlarında bu güne ne kaldı? Demem o ki kadim Türk şehirlerini, mahalle, insan ve çevre anlayışından bu güne taşıyabildiğimiz; pratik, hayatta uygulayabildiğimiz milli, irfana dair ne kaldı?
İnsanlar şehirlerinin, ülkeler coğrafyalarının kaderini yaşar. Şehre yapılan yatırım, gösterilen ihtimam oranında insan kendisini değerli hisseder. Ülkelerin coğrafyalarına gösterdikleri özen kadar yaşarlar. Ancak ülkelerin coğrafyaları tıpkı insanların gönlü gibidir. Atalarının mezarlarının bulunduğu yerler kadar geniştir!
Şehirler ve şehirliler medeniler ve medeniyeti oluşturanlar şeklinde de açıklanabilir. Ayrılmaz ve birisi olmadan diğerinin olamayacağı gibi bir bağ oluşturan insan ve şehrin yaşanırlılığı oranında medenileşir. Aksi durumda bedevilik, vahşilik, insani olmayan yönlerimiz kendini ele verir. İşte o zaman Sanayi Devrimi sonrası Avrupa’da yaşanan insan ve şehirler gibi talan, yağma, tüketim ve “insan insanın, insan medeniyetin kurdudur” anlayışına yenik düşeriz. İşte o zaman bilinmelidir ki biz değilizdir. İsimlerimiz, kimliğimiz lisanımız, inancımız her ne olursa olsun özünden, sözünden, dilinden ve belinden emin olunamayacak yaratıklar haline gelmişiz demektir!
Atalarımızın adeta dini bir nas gibi benimsediği ve kesinlikle taviz verilmeyecek milli hassasiyetlerimizin başında gelen “Eline, beline, diline sahip çık” özdeyişi bu günlerde ne kadar da önem kazandı. Sanki bu günler için söylenmiş gibi. Gerçi bizler atalar sözünün gerçek anlamını kavramaktan bile aciz, aşırı liberal ve çağdaş şehirliler olduğumuz için önemsemeyiz böyle sözlere ve sözlerin anlamlarını ama biz yine de hatırlatayım:
“Eline, beline, diline sahip çık”
El-İl: Devletine sahip çık
Bel-Belde: Toprağına, vatanına, şehrine, köyüne sahip çık
Dil: Lisanına, Türkçene sahip çık
Demem o ki değerlerine sahip çıkmayan milletlerin halini çevremizde yaşayan ve daha çok Türk-İslam dünyasına yönelik devam eden kuşatma-yok etme hareketinden tanığız. O zaman yapılacak şey Bilge Kağan’ın dediği gibi titreyip kendimize dönmekten başka çaremiz yoktur!
Naci YENGİN
FACEBOOK YORUMLAR