SARUHAN BEYLİĞİ SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN
Bir şehri sever, bağlanır ve orada yaşamaya; hatta ölmeye karar verirsiniz!
Bir şehir sizi alır ve hiç düşünmediğiniz dünyalarda, hülyalarda dolaştırır.
Bizim gibi ülkelerde sonradan görme sanat, edebiyat ve bilim insanı olma modası hala devam ediyor! Bazen okuduğumuz bir gazetenin köşe yazarının anlattığı, bir makale, hikâye ya da anıda anlatılan şehirlere hayran kalmamak elde değildir. Sonradan görmelerin temel özelliği kendi memleket ve şehirlerine karşı şaşı bakma hastalıklarıdır!
Batı gözüyle vatanına, şehirlerine bakanların yaşanmaz dedikleri ülke belki de kendilerinin yaşanmaz hale getirdiği vatandır da farkında bile değildir böyleleri! Böyleleri ülkelerinde “viraneler” görürken batıda “kâşaneler” görenlerdir. Paris’in, Londra, Newyork ve Roma’nın cadde, sokak ve kafeteryalarını ballandıra ballandıra anlatır ve şehirde tarih ve kültür turunun ne muhteşem bir şey olduğuyla da kendilerine göre caka satarlar!
İnsanı tanımanın en emin ve en kestirme yolu insanların hangi kültürel ortamlarda, hangi şehir ve mahallerde; hangi tür evlerde yaşadıklarını öğrenmekten geçer.
İnsanı tanımanın en kolay yolu o insanın doğduğu, yaşadığı mekânı, şehri, köyü, kasabayı tanımaktır.
İnsanların kültürel ve zihinsel dünyasını oluşturan doğup büyüdüğü mahalle, çarşı, esnaf ve yaslandığı şehirlerdir. İnsanların hayatı şehirleriyle şehirlerin tarihi de o şehre katkı sağlayan insanlarla kesişir. Bu kesişme bazen şehri mamur ederken bazen de harabeye dönüştürebilir. Medeniyet izlerini takip ederken şehirler ve şehirlilerin hayatında etkili olan şahsiyetleri de takip etmiş oluruz. Perslerin Ninova ve Bergama’ya yaptıkları, Haçlıların Kudüs, Urfa, Yafa ve Şam’a, Moğolların Anadolu’da birçok şehri, Endülüs’te Kurtuba ve Gırnata’nın Franklar tarafından talan edilmesi… Ne kadar acı olsa ve insanlık medeniyeti açısından olumsuz sonuçlar doğurduysa İşgal yıllarında İngiliz destekli Yunan ve Ermeni vahşetinin Afyon, Uşak, Manisa, İzmir… Şehirleri yerle bir etmesi de aynı acının, vahşetin yaşandığını göstermektedir.
Şehrin ruhunu yaralayan en önemli acı ne şehrin talanı ne de Yunan, Ermeni vahşeti, yıkımı değildir! Yunan, Ermeni talanını, yıkımını, vahşetini yaparak şehirden ayrıldıktan sonra Batı özentisi, çağdaşlıktan şehrin manevi, tarihi siluetinin yok edilmesi olduğunu anlayan kültür ve medeniyet cahili sorumlulardır!
Ancak seyrek de olsa, sesleri kısık da çıksa canla başla bir şeyler yapmaya çalışan insanlar, kurumlar da çıkar ve şehrin avazı olurlar! Tıpkı 5-7 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen “Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih, Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu-IV Saruhanoğulları Beyliği” etkinliğinde olduğu gibi.
Alanında ilk olması hasebiyle çok önemli bir boşluğu doldurmak gibi bir görevi de bulunan sempozyumun Gerçekleşmesi için başta Celal Bayar Üniversitesi olmak üzere Manisa Valiliği, Yunus Emre ve Şehzadeler Belediyelerine, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi ve Türk Tarih Kurumuna teşekkür ederim.
Onlarca Tebliğin sunulduğu sempoz yuma halkın katılımının az olması bir yana konu ile ilgilenenlerin mesai saatleri içinde Celal Bayar Üniversitesine gitmeleri çok zordu. Bu açıdan etkinliklerin şehir merkezinde yapılması ve mümkünse hafta sonlarına denk getirilmesi daha isabetli olacaktır kanaatindeyim.
Şehri yeniden ayağa kaldırıp ve yaşanır hale getirmek isteniyorsa bu tür etkinliklerin daha kapsamlı ve sürekli hale getirilmesi en büyük dileğimiz olacaktır. Valilik, Belediyeler, İl Kültür Turizm Müdürlüğü ve sivil toplum kuruluşlarının ortaklaşa gerçekleştireceği bilim sanat, sportif etkinliklerin bir bütün olarak düşünülmesi ve başlatılan çalışılmaların akamete uğramaması en büyük temennimizdir.