Muradiye’nin Laleleri Çalınmış!
Bazen bazı şeyler olur ve her zaman düşünüp de yapamadığınız şeyleri yapma konusunda tetikler sizi.
Bazen hiç ummadığınız bir konuda bir haber okur ve o haber peşinde koşarken uyarılmış bulursunuz kendinizi.
Uyarılmış ve kendine dönmüş bir zihinle karşılaşmak hoş bir durumdur zira.
Hep efsane ile gerçek arasında anlatılan ve hayal dünyamda ilk gençlik yıllarımdan kalma bir bilgi kırıntısıyla avunduğum şehrim ile ilgili bilgileri sağlamlaştırmak için az zaman harcamadım.
Sokağında akşamları kovalamaca oynadığım, bahçesinde soluklanıp minaresinin gölgesinde oturduğumuz büyülü ve bir o kadar da gizemlerle dolu mekândı benim için Muradiye Külliyesi. Bu abide mimariyi gizemli yapan şey göremediğimiz, görmemize izin verilmeyen ve her nedense Külliyenin hep kapalı tutulan bölümleriydi. Bir de küçüklüğümün zamanlarında ezanlar minarelerin şerefelerinde okunurdu. Bizim şerefeye çıkmamıza izin verilmezdi. Kızarlardı minarenin kapısına yaklaştığımızı gördüklerinde.
Gökyüzü ile arkadaş kabul ettiğimiz minarenin şerefesine çıkıp Manisa’yı izlemek gibi bir hedefimiz vardı ve bizler bir türlü bu amacımıza ulaşamazdık! Ya cesaret edemez ya da arkadaşların minareye çıktığımızı imama söylemesinden çekinirdik!
Bir de mihrabın iki yanında dikili duran döner taş sütunlarının dönüp dönmediğini kontrol etmemize izin verilmeyişine içerler ve her fırsatta gidip kontrol ederdik taşların dönüp dönmediğine!
Rivayete göre Mimar Sinan öyle bir sistem kurmuş ki camiinin deprem öncesi alarmı diyebileceğimiz döner taşların sıkışması durumunda deprem olacağını ve caminin yıkılma tehlikesinde bulunduğu gerçeğini anlatmış yüzyıllar öncesinden bu güne!
Perşembe pazarına doğru Sultan Camiinden çıktığınızda sizi karşılayan en önemli mabet elbette Muradiye Camii ve külliyesi olacaktır. Öyle sıradan bir külliye ve camiden bahsetmiyorum. Mimar Sinan’ın bölgemizdeki tek eseridir dersem sanırım biraz durup düşünmek zorunda kalacaksınızdır!
Camiyi uzaktan gördüğünüzde yeni hizmete açılmış abide bir yapı gibi gelir insana.
Sizi öyle karşılar ki heybetli duruşu ve sanatının inceliği karşısında içiniz ısınır ve bir an önce onunla tanışmak, el sürüp baş koymak istersiniz secdeye.
Gerek mimarisi ve gerekse Mimarbaşının ellerinden çıkmış külliye yüzyıllardır dimdik ayakta. Her şeye rağmen ayakta durmaya devam ediyor. Ne Yunan işgali ne yangın ve ne de depremler hiçbir güç ona zarar veremedi bu kutsi yapıya. Ta ki bu güne kadar!
2008’de başlayan onarım çalışması nedeniyle kapalı tutulan Muradiye Camii yeniden hizmete açıldı diye sevinirken sevincimizi gölgeleyecek haberler gün geçmiyor ki gazetelerde ve cemaat arasında dile getirilmesin.
Muradiye Camii ile ilgili en son haber 24 Ağustos 2010 da yer aldı gazetelerde.(Milliyet)
“Manisa’da Muradiye Camii Allah’a emanet” şeklinde verilen haber üzücü, düşündürücü ve gayet de manidar değil mi?
Bir ara çinilerinin çalındığı haberi yayıldı ortalığa. Tam bu söylentinin doğru olup olamadığını öğrenemeden yeni haberler ve yeni üzücü olaylarla karşılaşıyor Muradiye Camii!
Muradiye Camii’nin ibadet mekânını XVI. yüzyıl İznik çinileri süslemektedir. Bu çinilerde, stilize edilmiş motifler ve çiçek dekorasyonları yer almakta, başta mercan kırmızısı olmak üzere çeşitli renkte panolara yerleştirilmiş güller, lâleler ve kıvrık dallar birbiriyle uyumlu şekilde sıralanmaktadır
Muradiye Camii'nin içerisinde Ayet'el Kürsi'den bölümlerin yazılı olduğu 80 adet 600 yıllık tarihi eserin çalınmış olması ne anlama gelir siz düşünün.
Sanat tarihçilerinin paha biçemediği eserlerden oluşan ve sanatın zirveye ulaştığı kutsi yapılara böyle hoyratça yaklaşılması kahredici değil mi?
İnşa etmeyen adeta iman eden eserleriyle günümüz insanına ebedi âlemin insanı olmak için dünyada nasıl hayat süreceğinin şifrelerini mimarisiyle, meydana getirdiği eserlerle ortaya koyan ecdat yadigârları böyle mi korunmalıydı!
Tarihi eserlerimizin tek bir taşına dahi kıymadan el ve baş üstünde taşıyacağımız yerde kırıp döküp, çalıp çırparak yarınlara nasıl hangi yüzle çıkacağız!
Cami, medrese, han, hamam, bedesten, çeşme, okul, saray, kervansaray… Her ne varsa dünden kalan ve yarına taşımamız gereken şeyler; bize düşen görev onları yaşatmak hem de onlardan ilham alarak çağın bilgi teknolojisini kullanarak daha modern ve daha haşmetli yapılarla ruhumuzu, benliğimizi yarınlara taşımak olmalı değil mi?
Tarihine, benliğine, kimliğine sahip çıkmayan hiçbir insan ve hiçbir devlet uzun soluklu olamadı. Haşmetli medeniyetimizin görkemli geçmişi içerisinde tozlu raflarda yerini aldı. Hem de ne alış! Sayfaları çevirdikçe arkasından söylenenleri duysalardı eminim benliklerine, kültürlerine sahip çıkarlardı geçmişin hatalarla dolu insanları!
Muradiye Külliyesi ile ilgili kısa bir tarihçe vererek bitirelim yazımızı:
Sultan III
Hazine-i Evrak kayıtlarındaki bir belge de padişahın şehzadeliğinde cami yaptırdığı belirtilmiştir
Günümüzdeki kadar geniş bir alana yayılmayan eski cami ihtiyacı karşılamayınca ilk caminin yerine yenisinin yapılmasına karar verilmiştir
Yapı topluluğunun mimarı olarak çoğu kaynaklarda Mimar Sinan gösterilmektedir
Muradiye Camiinin yapımına Mimar Mahmut Ağa tarafından başlanmış ancak onun ani ölümü üzerine eser Hassa mimarlarından Mimar Mehmet Ağa tarafından tamamlanmıştır
Muradiye Camiii kitabesinde;
“Ceberut ve azamet sahibi Allah’a yaklaşmak ve bilumum âlemlerin Âlimi olan mülk ve melakutuna bakmak ve yine her şeye muktedir olan Allah’ın kulu olmak kastıyla yaptıkları bu binaya büyük sultan, bütün âlemlerin mülkünün sahibi ve bütün ümmetler üzerine Allah’ın gölgesi olan ve yine her şeye muktedir olan Arabın, Acemin Efendisi Sultan Oğlu Sultan ve zaferler babası Selim’in oğlu Murat inşa etti. Allah saltanatını dünya durdukça durdursun. Bu cami büyük mamur eser olarak inşa edildi.”(H.994,M.15859)[1]