KÖKSÜZLÜK
‘Köksüz şeyler daima yüzer. Hangi limana sığınacağını bilemeyen rüzgârda savrulan gemiler gibidir köksüzlük.
Beyhude çırpınıştır hayattaki mücadelesi sığınacak güvenli bir liman arar. Hâlbuki milli hayat devamlılık gerektirir. Köklere yaslanan milli hayatta devamlılık olmazsa savrulmak içten değildir.
Tarihi süreç içerisinde milletlerin en sağlıklı gelişimi yürüyüşe devam ederek değişmek, değişerek devam etmektir. Çünkü yaratmanın ilk şartı devamlılıktır.
Kırılışlar ve kopuşlar ancak yaratış ucubeleri, yarım mahlûklar vücuda getirir. Çünkü hayatın ortasında onun bir parçası gibi değil, kendi dağılmış zerrelerinde devam ederler. Tıpkı ölümde olduğu gibi…’(A. Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yay. İst.1982,s.20)
Köksüzlüğün öksüzlük bağlantılı düşündüğümüzde köksüzlüğün ne denli zihinsel kırılmalara sebep olduğunu anlayabiliriz.
Köksüzlük sonunda meydana gelen hafıza kaybı zaman zaman milli sarsıntı meydana getirerek içinden çıktığı kültürü yok eder. Tüm güçleriyle köklü kültürü yok etmek amacıyla seferberlik ilan eden popüler kültür çevreleri demokrasi, çağdaşlaşma gibi albenili, sırnaşık yüzleriyle gülücükler dağıtırken gerçek yüzünü de gizlemekte ustadır.
Kalıcı olan satırlar kalbi kanatarak cümlelere dökülen yazılardır. Yıllar öncesine ait bu satırlarım büyük ihtimalle Cemil Meriç’in tesirinin eseridir.
Nice ’de öyle diyor: ‘Kanla yazılan yazılar yaşar ancak’ Milletlerin tarih sahnesine damgalarını vurması gibi. Mücadelenin büyüklüğüne göre değer kazanıyor tarihler, insanların meydana getirdiği eserler.
İnsan da öyle değil mi… Üç beş damla kan, üçbeş damla su…
Sancısı çekilmeyen hiçbir şey kalıcı olmuyor. Günübirlik, popular kültür olarak tüketilip atılan birer meta haline gelen kültür bize ait değildir. Ancak gözden kaçırdığımız en önemli durum popüler kültürün milli kültür ve köklerimizi de beraberinde götürüyor olmasıdır. Geride bıraktığı boş, anlamsız ve bize uygun olmayan düşünce ve hayat tarzından başka bir şey değildir popüler kültür araçlarının pompaladığı kültür. Hayat tarzı haline gelen popüler kültür değerleri en çok sosyal medya ve basın-yayın araçları vasıtasıyla zihinlerimizi, benliğimizi ve bizleri ele geçiriyorsa bunda bizim de teşne olmaklığımız unutulmamalıdır. Türkiye’de sadece TV izleme oranı günde 330 dakika. Gençlerin sosyal medyada geçirdiği zaman okulda geçirdiği zamandan daha fazladır. Üstelik okullarda da sosyal medyadan uzakta değil gençler.
Popüler kültür, beynimize inşa edilen dayatma kültür.
Efendilerin kölelerine biçtiği kefen…
Maziden gelen irfan derinliklerini yok eden, bizleri tanrısız, şefkatsiz ve kişiliksiz insan yığınları haline getirmek için dayatılan ucube kültür! Biraz oynak, albenili, şuh ve gerdan kırıcı!
Kültüründen uzaklaştırılmış gençliği eline geçiren aydının elindeki en önemli katliam silahı.
Her bakan göze göz kırpan ve parasını ödeyip çarçabuk tüketilip atılan sözüm ona çağdaşlığın, uygarlaşmanın olmazsa olmazları arasında gösterilen pembe ve yüksek topuklu; Tanzimat’tan bu yana millete yön vermek amacıyla şişirilen dipsiz kuyu. Çağdaş ve bukalemun türedi aydının dini.
Dün ile bugün arasındaki tüm köprüleri dinamitleyen yarını unutturan, nesillerin hafızalarını iğdiş etmek amacıyla basın-yayın araçlarını kullanan efendilerin kültürü: Popüler kültür.
Kaç nesil geçti, kaç mevsim, iğdiş edilmiş beyinlerdeki çağdaşlığın sözüm ona medeniliğin etkisinden kurtulamadı bu millet. Kurtarılmadı!
Tanzimat aydını da böyle başlamıştı, hülyalı, batılı rüyalar gören aydın. Batının gelişmişliğini getirecek ve milli irfanı yaşatacaklardı. “Asrın idrakine İslam’ı” yerleştireceklerdi.
Oysa gidenlerin dönmeyeceğini, dönenlerin ise bambaşka dünyalar, bambaşka hülyalarla döneceklerini bilmiyorlardı. Gidenlerin batıya ram olan kalpleri ve beyinleri gördükleri kâşaneler karşısında büyülenmiş ve günümüzün hela temizleyici nesline; köle ruhlu insanına batıyı anlatırken ezilmişliğin, ruhi çöküntünün, dumura uğramışa kıllarıyla irfanına savaş açmıştı.
Başarılı olduklarını söylemeye dilim varmıyor desem de insanımızın içinde yaşadığı her türlü travmalara karşı kılını kıpırdatmadan sürü psikolojisiyle hareket ediyor hale gelmiş olması aydına ve aydın yoluyla topluma ezberletilen ev ödevinin başarılı olduğunu gösteriyor!
Sözü söz sanatkârı, Türkçeyi Yunus gibi söyleyen ve Arş-ı Alaya gönderen Yahya Kemal’le bitirelim:
“Derler: insanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.
Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Ruh arar başka teselli her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!”