KAN VE GÖZYAŞI COĞRAFYASI
Ülkeyi arkasından vuranlar yüzyıllarca besledikleriyse eğer beslemelerin bitleri kanlanmış ve beslenecekleri yeni yönetici, efendi bulmuşlar demektir! Asalakların hayattan anladığı bu olsa gerek!
Yan gelip yatan, vergi vermeyen, askere gitmeyen ve devletten bigâne yaşayan çevrelerin vatanın kutsiyetinden, kanun ve nizamdan anladıkları, “hep bana Rabbena ” anlayışı olmuştur!
Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytinyağı” kitabı buna benzer örneklerle doludur!
Okunan kitapların ilk baskı olması, yazarın imzasını taşıması kitaba karşı bende önemli bir istek oluşturur. Bu yüzden aynı kitabı defalarca okuduğum olmuştur. Tıpkı Falih Rıfkı Atay’ın bu kitabı gibi!
“Falih Rıfkı Atay’ın Kitabı 1938 baskısı. Remzi Kitapevi tarafından yayımlanmış. Zeytindağı “İlaveli İkinci Tabı” ifadesi yer alıyor. Kitap ilkin 1949 yılında Nuri Demirağ Ortaokulunda 183 numaralı öğrenci olan Mehmet Doğan(?) tarafından okunmuş. (23.XI.1949) Bu yönüyle benim için daha da anlamlı olan kitabı kurken yer yer ilk okuyucusunun notlarıyla da karşılaşıyorum. Anlaşılan kitabı tam olarak anlayamamış ve beğenmemiş ilk okuyucu! Şöyle not düşmüş kitabın sonuna: “ Okudum fakat pek iyime gitmedi. Çünkü yazar eserini yazarken çok karışık ve dağınık yazmış.” (23.12.1949/Perşembe) satırların yazarı hangi Mehmet Doğan bilemeyiz. Acaba tanıdığım yazar Mehmet Doğanlardan birisi olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum!
1914’ten itibaren Cemal Paşayla birlikte yedek subay olarak bulunduğu I. Dünya Savaşında Kanal, Suriye, Filistin, Hicaz cephelerinde yazmış olduğu hatıralardan oluşan bir çalışmadır Zeytindağı. Cemal Paşa’nın Filistin (Kudüs, Zeytindağı) karargâhına giden Falih Rıfkı Osmanlı son günleriyle Cumhuriyetin ilk yıllarının Arap bölgelerinden görünen fotoğrafını çekmiş gibidir.
Osmanlı hükümeti içinde yaşanan iç karmaşanın yol açtığı idari ve siyasi çalkantıların ülkenin yönetim zafiyetine yol açmasının faturası olarak Osmanlı devletinin birçok toprağını kaybetmesi acı bir gerçektir.
Osmanlının himayesi altında yüzyıllarca yaşattığı halkların bırakınız Türk dilini öğrenmeyi ve Türkleşmeyi aksine Türklerin zaman içinde Arap, Fars kültürlerinin etkisi atında kalarak milli benliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarında yönetimin sorumluğu ve uygulana gelen yanlış politikaları etkisi büyüktür.
Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” kitabında da belirttiği gibi Osmanlıcılık ve Ümmetçilik anlayışları Osmanlını çöküşünü engelleyememiştir. Milliyetçilik ve Türkçülük fikirlerinin geç oluşması ve milli devlet politikasının can havliyle yıkılma sürecinin hızlandığı dönemde benimsenmeye çalışılması çöküşün önüne geçememiştir.
Falih Rıfkı Atay Batıcı fikirleriyle tanınan bir yazar olarak bilinir. Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün önem verdiği gazeteci-yazarlar arasında yer alır. Zeytindağı kitabını Cumhuriyet sonrası yazmıştır. Bu yönüyle Osmanlı’ya ve İttihat Terakki Partisine karşı durması bir derece anlayışla karşılanabilir. Ancak eserde dikkatlerden kaçmayan en acı gerçeklerden birisi Bazı Arap aşiretlerinin Osmanlı’ya bakışı ve Osmanlının bölgedeki kimsesizliğidir!
Falih Rıfkı Atay’ın yerinde tespitiyle Osmanlının uyguladığı politikalar Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkleri Araplaşmıştır!
“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”
“Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz!”
“Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”.
Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe
- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
Kitabı okurken satır aralarından çıkardığım not ve yorumlar benim için en az kitap kadar değerlidir.
"Babalarımız için Niş İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar'ı Trablus’u Girid'i ve Medine’yi bırakırsak Türk milleti yaşayamaz zannediyorduk." (s.6)
"En sağlam sütunlar üstünde durduğu zannolunan bir devir bir karton kule gibi yıkılmıştı." (s.13)
Beynelmilel bir realite vardır: İnsanı-devleti arkasından vuranlar ülkenin imkânlarını sonuna kadar kullanarak bir yerlere gelen asalaklardır!
Vatanını ilk satanlar yüzyıllarca o vatanın nimetlerinden faydalanarak bir yerlere gelen yeniçeri zihniyetlilerdir!
“Osmanlılıktan ümidimiz kesilmiştir. Başlayan Türkçülüğü zevksiz ve Asyalı buluyorum. Bu, bir kararsızlık ve araştırma hali ise de, nöbetsizdir.” (1914-s.30)
“Şimdilik İstanbul’un en büyük ideali: Beyoğlu’nu fethetmek!” (s.31)
“Arap milliyetperverliğini güden Şamlı Azimzadeler Konya’dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi. Halep’in esas familyalarının torunları Türklerdi.” (s.42)
“Fakat her yere:
-Bizim, diyorduk.
Şam, evimiz kadar bizim, Lübnan bahçemiz kadar bizim… Bu tasarruf ve hüküm hissinin damarlarımızdaki kandan geldiğine şüphe yoktu.” (s.43)
Osmanlının Arap ve Afrika bölgelerindeki varlığı bekçilik öte geçmemiş yüzyıllarca. Bölgenin sahibi Araplar. Bölge için kanlarını döken Türk gençleri! Bu nasıl bir dramdır ki insanlar kendi evleri için mücadele vermez ve İngiliz, Fransız… İşbirliği yapar!
“Ölüm sabahları, herkes birbiriyle ürkerek ve ürpererek konuşur.” (s.55)
“Asıl Müslüman şehri, din şeylerine hürmet olunan, dini sanatlaştıran ve asilleştiren şehir İstanbul olduğunu Medine’de büsbütün anladım.” (s.64)
Arap cehaleti, hurafelerle örülmüş din anlayışı ve Türkün pak İslam şefkati. Burnumuzun direği sızlayarak okuduğumuz satırlarda Allah’ın bizim milletimizi neden İslam la şereflendirdiğini bir kez daha anlıyor ve iman ediyorum!
”Medine dini maddeleştirmiş bir Asya pazarı idi. Kudüs dini oyunlaştıran bir Garp tiyatrosudur.”(s.70)
“Gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için, Yahudilerin Kudüs’te yüzlerce seneden beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz. Yüzlerce neslin gözyaşı bu ağlama duvarını aşındıramamıştır.” (s. 73,74)
“ Ziya Gökalp, Halide Edip için “bozgun edebiyatı yapıyor” derdi. (s.75)
“Bürokrasi bilhassa bizde tembelliği, kararsızlığı, kafasızlığı, kötü niyeti, bilgisizliği kanunsuzlaştırmak demektir.” (s.96)
1914-1918 yılları arasında verdiği savaş sırasında bu durumdan faydalanan bazı zevatları tanımak için o günlere gitmeye gerek yok…
“Vatan için ölüm düğmesine basıldığında cephe gerisinde birilerinin itibar, makam ve para kazandığını görürsen bil ki o kişilerin vatan sevdası kalpte değil ceptedir!
“Vatanı Türk gibi almak, sahiplenmek ve Türk gibi bırakmak her şeyden önemlidir. Medine gibi, Kudüs gibi… Yemen gibi.”
“Vatan için görülen ati rüyaları Allah’a ısmarlanır ve umutlar başka bahara ertelenirse yaşanılan vatan gözyaşlarıyla terk edilecek demektir!”
“Son dönemde terör vatan hasretini içine çeken bir mezar gibi genişliyor! Binlerce yıldan beri vatan için mübarek toprağa düşen her şehit yeniden diriliyor ve yeniden şehit oluyor!”
Anadolu’dan Rumeli’nden gönderdiğimiz Mehmetçiklerimiz, Aden, Yemen, Şam, Sina çöllerinde şehit olurken yüzlerce yıl vergi ve asker bile almayı Hz. Peygamber’e saygısızlık olur diye düşündüğümüz coğrafyanın insanları Peygamber ordusuna kurşun sıkıyor, İngiliz, Fransız… Bayrakları altında Türk’e karşı savaşıyor!
Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabı her ne kadar Osmanlının Arap bölgelerinden çekilişinin ıstırabını anlatıyor olsa da, bu kader yalnız Arap coğrafyaları için geçerli değildir. Balkanlar, Afrika, Kafkaslar, Adalar, Kıbrıs gibi günümüzde kan revan içinde Batılı efendilerinin tazyiki ve oyunlarıyla birbirini doğrayan bölgeler için de geçerlidir.
Not: “Zeytindağından Dağlıca’ya Falih Rıfkı Atay’dan öğrendiklerim” olsa belki daha isabetli olurdu yazının başlığı...