Hayat dediğin nedir ki?
Laleyle ilgili yazmış olduğum yazıların sayısını hatırlamıyorum. Laleye bu kadar düşkün olmamın sebebini de anlamış değilim!
Bizi laleye çeken belki de baharın albenisidir. Çocukluğumuzun ruh dünyasına, safiyane düşlerine dönmek için baharı, laleyi, çitlembiği, kardeleni, fesleğeni, şebboyu, on bir ay güllerini bekler ve onları severiz.
Sevincimizi katmerleştiren kıştan bahara kavuşmak mıdır yoksa tabiatın canlanmasına paralel olarak kanımızın tekrar kaynaması mıdır bunu düşünmemiz gerekir. Ancak bir gerçek var ki o da her zaman çocukluğumuza dönmek isteriz.
Çocukluğumuzdan kalan ve zihnimize kodladığımız güzellikler bahar aylarında depreşir ve beynimiz bizi yönlendirmeye başlar. Hele bir de bizim gibi çocukluk ve ilk gençlik yılları kırlarda, bayırlarda, dere tepe, tarla, dağ taş demeden çalışmakla geçen birisi için kendimizi dağa, taşa , doğaya atma isteğimizin nedenini anlayabiliyorum.
Tabiat ana, toprak ana kültürümüzün oluşması boşuna değildir. Tabiata, toprağa ana gözüyle bakmamız hiç boşuna değildir. Her şeye rağmen sığınılacak, huzur bulacağımız yer anamızdır. Araştırma yapılsa erkeklerin öldükten sonra analarının yanına gömülme isteği daha yüksek çıkacaktır! Bizimkisi o hesap.
Varsa yoksa toprak, tabiat, dere, tepe, börtü böcek… daha ne olsun!
Tabiat demişken, o bazen sırrımız bazen de sırdaşımız olur. Bazen saklar bizi bazen de biz saklarız gönlümüzde onu. Can havliyle şehirlerden çıkar ve kollarında buluruz kendimizi. Bir de baharın ilk laleleri kırmıza boyanmış ve gelinliklerini giymişse işte o zaman tabiat asude bir bahar ülkesidir.
İşte o zaman Yunt Dağı cennet çiçeklerini sunmak için bizleri bekler.
Lale zamanlarında şehrin iklimsizliğinden uzaklaşmak için can havliyle tabiata koşarız. Bir su kenarı, dikenli bir ağaç, isimsiz çiçekler, arılar ve laleler karşılar nefesimizi.
Yaşlanmış düşler, zeytin tarlalarını talan eden beton yapılar arasında yeni yetme gülüşler ... Mevsim baharsa, baharı bekleyen börtü böcek ve tabiat canlanmışsa bir de gökyüzü berraksa boylu boyunca uzanmak isteriz yeşilliğin denizine...
Uzanmak ve bir an yok olmak...
Hayat dediğin nedir ki…Ölmeye yatmakla eş!
Kaçmaktır bazen...
Esen rüzgâr gibi uzaklaşmak.
Kalkmaktır. Uzun yola çıkar gibi, dosdoğru.
Uzun adımlarla kalkmak.
Yürümektir bazen,
Tahammülün seferlerine çıkar kalplere yürümektir.
Bırakmaktır bazen,
Sessizce,
Gövdeleri yalnız başına bırakır gibi.
Adımların izinden gidememektir bazen
Gülüşlerin endamına kapılmadan
Yağmurun o terleten, sırılsıklam düşlerinde şehri bir uçtan diğerine adımlamaktır.
Evin en tenha ve en karanlık köşelerine mesken tutan bir sineğin vızıltısına aldırmadan,
Bir yolcunun umuduna ortak olmaktır hayat.
Soğuğun ve yağmur sesinin bahardaki dingin gönle üflediği cümlelerle avunmaktır.
Penceredeki soğuk rüzgâr yelkenlerini rüzgâra açmış kanatlanmayı bekliyorsa,
İşte o zaman, tabiatın kalbine doğru yürümek için en uygun adımların zamanıdır hayat.
Naci YENGİN
FACEBOOK YORUMLAR