Hafızayı tazelemek
Naci YENGİN
Twitter: YenginNaci
Twitter: YenginNaci
İnsanlar gibi milletler de zaman zaman hafızalarını tazelemek zorundadır. Hafızası yerinde olmayan insan nasıl kendini kontrol edemezse millet ve devletler de hafızaları dumura uğradığında atacakları adımı, verecekleri kararları kontrol etmekte zorlanırlar. Bu konuda yazılacak, söylenecek çok şey vardır şüphesiz ancak insan çaresiz kalınca kelimelerden medet umuyor!
Düşüncelerimizi, azgın, boz bulanık sulara ortak etmek için can atarız bazen! Ama nafiledir çabamız.
Yüzyıllardır çığlık atıyoruz. Ancak çığlığımızı duyan olmuyor. Duyanlar da yardıma koşmakta ya isteksiz olduklarından ya da yardım edecek güçleri olmadığından elimizden tutup düştüğümüz durumdan bizi çekip çıkaramıyor.
Böyle durumlarda ne kadar çığlık atsak da sesimizi kimselere duyuramayacağımızdan korkup hıncımızı yine milletimizden, kendimizden, insanımızdan çkarma yolunu seçiyoruz; bazen de bizim gibi kalemden, , satırlardan çıkarmayı deniyoruz!
Yaşanılan hayatı anlamanın en kolay yolu hayata sımsıkı sarılmaktan geçiyor. Bu düşünceyi benimseyenlerin ortak görüşü yaşadıkları süreçte meydana gelen olayların değerlendirmesini sağlıklı yapmış olmaları olsa gerek.
Günümüz uluslararası sisteminde yaşanan siyasal ve toplumsal olayların pek çoğunun arka planında Osmanlı son döneminde görülen siyasal ve toplumsal olayların olduğu görülüyor.
Ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerde günümüzde karşımıza çıkan olay ve düşüncelerin Osmanlı son döneminde tohumlarının atılmış olduğunu görmek şaşırtıcı değildir.
Siyasi partiler, ideolojiler, cemaat, tarikat yapılanmaları, ekonomik ve siyasi sistemimizin nasıl olduğunu merak edenler son ikiyüz yıldan başlamak durumundadırlar. Zira son dönemde orijinal bir düşüncenin ortaya çıktığını söylemek güçtür. Orjinal düşünceden kastımız dünyanın sorunlarına çare olabilecek cihanşumül çözümler getirebilecek düşünce ve hayat anlayışından bahsediyoruz.
Günümüzün ulusal ve uluslararası sorunlarının alt yapısını tarihin derinliklerinde aramalı ve tarihe bakış açımızı bu minval üzerine oturtmalıyız.
Günübirlik hareketlerin referans kaynağı oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle ulusal doku ve uluslararası reel politik gerçekleri kavramak yine de Türk devletlerinin tecrübelerini, özellikle Osmanlı son dönemini iyi tahlil etmekten geçiyor.
Toplumun belleğini oluşturan bilinç ve bilinçaltı refleksler yaşanan ve geçmişten getirilenler olmak üzere devam ede gelen bir sürecin ürünüdürler. Bu sürecin kaybolması ve toplumun reflekslerini kaybetmesi durumunda sıkıntıların hat safhaya varması içten değildir. Öyle ki, zaman zaman ortaya çıkan ve tarihi süreç içerisinde kendisinden sıkça söz ettiren kırılmalar bu sürecin, hafıza kaybının yaşandığını göstermektedir. Günümüzde yaşanan ve yaklaşık iki asra yayılabilecek hafıza kaybımızın bir sonucudur ki halen yaşamakta olduğumuz sıkıntılar olarak karşımızda durmaktadır.
Yazarlar, kanaat önderleri, akademisyenler, radyo- TV’ler ve bazen de iz’an sahibi çevrelerin ortaya koymaya çalıştığı cılız ve sessiz tepkiler hafıza kaybımızı geri getirmeye yetmemektedir. Üstelik söz konusu cılız ses çıkaran çevreler yine milli kültürünü, kimlik ve kişilik değerlerini temsil eden çevreler tarafından çoğu zaman marjinal olarak dışlanabilmekte “ötekileştirilerek” insanımızın hafıza kaybı katmerleşebilmektedir. Katmerleşerek gelen ve hafıza kaybına uğramış insanların reflekslerini harekete geçirmek çoğu zaman on yıllarla ifade edilebilecek bir zamanda mümkün olabilmektedir. Bu sürecin en kısa ve en emin yolu eğitim sistemini reformize etmektir. Türk Milli Eğitim sistemi yeniden ve kararlı bir şekilde gözden geçirilmeden hafıza kaybından kurtulmak zor görünmektedir. Eğitim, din, tarih, edebiyat... kültür, gençlik ve dış politika merkez dışı güçlere bırakılmayacak kadar naziktir ve milli bir meselemizdir.
Dumura uğramaya yüz tutmuş milli hafızamızı geri getirmenin yollarını arama zamanını tayin etmek yine de büyük ve güçlü medeniyet oluşturmuş hangi millete, hangi nesle ve hangi coğrafyaya düşecektir bunu zaman gösterecek?
Ancak inancımız odur ki Türklerin oluşturduğu köklü medeniyet mirası ve algısı insanlığı kurtaracak tazelikte ve zindedir. www.tarihistan.org
Düşüncelerimizi, azgın, boz bulanık sulara ortak etmek için can atarız bazen! Ama nafiledir çabamız.
Yüzyıllardır çığlık atıyoruz. Ancak çığlığımızı duyan olmuyor. Duyanlar da yardıma koşmakta ya isteksiz olduklarından ya da yardım edecek güçleri olmadığından elimizden tutup düştüğümüz durumdan bizi çekip çıkaramıyor.
Böyle durumlarda ne kadar çığlık atsak da sesimizi kimselere duyuramayacağımızdan korkup hıncımızı yine milletimizden, kendimizden, insanımızdan çkarma yolunu seçiyoruz; bazen de bizim gibi kalemden, , satırlardan çıkarmayı deniyoruz!
Yaşanılan hayatı anlamanın en kolay yolu hayata sımsıkı sarılmaktan geçiyor. Bu düşünceyi benimseyenlerin ortak görüşü yaşadıkları süreçte meydana gelen olayların değerlendirmesini sağlıklı yapmış olmaları olsa gerek.
Günümüz uluslararası sisteminde yaşanan siyasal ve toplumsal olayların pek çoğunun arka planında Osmanlı son döneminde görülen siyasal ve toplumsal olayların olduğu görülüyor.
Ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerde günümüzde karşımıza çıkan olay ve düşüncelerin Osmanlı son döneminde tohumlarının atılmış olduğunu görmek şaşırtıcı değildir.
Siyasi partiler, ideolojiler, cemaat, tarikat yapılanmaları, ekonomik ve siyasi sistemimizin nasıl olduğunu merak edenler son ikiyüz yıldan başlamak durumundadırlar. Zira son dönemde orijinal bir düşüncenin ortaya çıktığını söylemek güçtür. Orjinal düşünceden kastımız dünyanın sorunlarına çare olabilecek cihanşumül çözümler getirebilecek düşünce ve hayat anlayışından bahsediyoruz.
Günümüzün ulusal ve uluslararası sorunlarının alt yapısını tarihin derinliklerinde aramalı ve tarihe bakış açımızı bu minval üzerine oturtmalıyız.
Günübirlik hareketlerin referans kaynağı oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle ulusal doku ve uluslararası reel politik gerçekleri kavramak yine de Türk devletlerinin tecrübelerini, özellikle Osmanlı son dönemini iyi tahlil etmekten geçiyor.
Toplumun belleğini oluşturan bilinç ve bilinçaltı refleksler yaşanan ve geçmişten getirilenler olmak üzere devam ede gelen bir sürecin ürünüdürler. Bu sürecin kaybolması ve toplumun reflekslerini kaybetmesi durumunda sıkıntıların hat safhaya varması içten değildir. Öyle ki, zaman zaman ortaya çıkan ve tarihi süreç içerisinde kendisinden sıkça söz ettiren kırılmalar bu sürecin, hafıza kaybının yaşandığını göstermektedir. Günümüzde yaşanan ve yaklaşık iki asra yayılabilecek hafıza kaybımızın bir sonucudur ki halen yaşamakta olduğumuz sıkıntılar olarak karşımızda durmaktadır.
Yazarlar, kanaat önderleri, akademisyenler, radyo- TV’ler ve bazen de iz’an sahibi çevrelerin ortaya koymaya çalıştığı cılız ve sessiz tepkiler hafıza kaybımızı geri getirmeye yetmemektedir. Üstelik söz konusu cılız ses çıkaran çevreler yine milli kültürünü, kimlik ve kişilik değerlerini temsil eden çevreler tarafından çoğu zaman marjinal olarak dışlanabilmekte “ötekileştirilerek” insanımızın hafıza kaybı katmerleşebilmektedir. Katmerleşerek gelen ve hafıza kaybına uğramış insanların reflekslerini harekete geçirmek çoğu zaman on yıllarla ifade edilebilecek bir zamanda mümkün olabilmektedir. Bu sürecin en kısa ve en emin yolu eğitim sistemini reformize etmektir. Türk Milli Eğitim sistemi yeniden ve kararlı bir şekilde gözden geçirilmeden hafıza kaybından kurtulmak zor görünmektedir. Eğitim, din, tarih, edebiyat... kültür, gençlik ve dış politika merkez dışı güçlere bırakılmayacak kadar naziktir ve milli bir meselemizdir.
Dumura uğramaya yüz tutmuş milli hafızamızı geri getirmenin yollarını arama zamanını tayin etmek yine de büyük ve güçlü medeniyet oluşturmuş hangi millete, hangi nesle ve hangi coğrafyaya düşecektir bunu zaman gösterecek?
Ancak inancımız odur ki Türklerin oluşturduğu köklü medeniyet mirası ve algısı insanlığı kurtaracak tazelikte ve zindedir. www.tarihistan.org
FACEBOOK YORUMLAR