HAFIZAYI TAZELEMEK MÜMKÜN MÜ?
NACİ YENGİN
Mart ayı milli ruhumuzun yeniden dirilmeye, yeşermeye yüz tuttuğu aydır desek mübalağa etmiş olmayız. Bir yandan Çanakkale Savaşının başlangıcı olan 18 Mart 1915, bir yandan da İstiklal Mücadelemizin şahlanan, mısralara dökülen İstiklal Marşımızın kabulü…
Türklere karşı Kafkaslarda başlayan, Çanakkale ile devam eden Osmanlı’yı savaş dışı bırakma; gerekirse İstanbul’u geri alarak Türk-İslam dünyasının son kalesi olan Osmanlı’yı dize getirme savaşı 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla son bulmuştur.
Çanakkale destanını yazan Peygamber huylu Mehmetçiğin destanını anlayabilmiş ve henüz anlatabilmiş değiliz! 18 Mart 1915’te başlayan Çanakkale Destanı bir anlamda Milli Mücadele’nin girizgâhı sayılmalıdır. Zira Çanakkale’de yazılan destan Cumhuriyet Türkiyesinin temellerinin atılması ve Milli Mücadelenin kazanılmasında en önemli itici güç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çanakkale Savaşıyla başlayan ve İstiklal Savaşıyla devam eden yıllarda; tam da birçok çevrenin ümitsizliği had safhaya ulaşmışken Mehmet Akif çıkmış ve binlerce yıldan beri göğsümüzde emzirdiğimiz, anamızın ak sütü gibi helal, milli ruhumuzun taşan çığlığının avazını satır satır kalplerimize nakşetmiştir… İstiklal Marşı olarak ölümsüzleşen Akif bazen millet olmuş, millet Akifleşerek bayrak bayrak yüreklerimizde dalgalanmıştır!
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al Sancak!”derken binlerce yıldır sönmeyen vatan ve iman mücadelesinin meş’alesini yeniden harlatan İstiklal Marşı marşların üzerinde bir marştır! İstiklalin kanatlarında yükselen, rengini, şerefini ve şanını milletinin iman dolu göğsü gibi serhaddinden alan bir marştır O! Milletiyle özdeş, Al Sancağıyla var olan bir millet kalbinin müşahhaslaşmış sembolüdür!
Çanakkale’yi, Milli Mücadeleyi… Mehmet Akif ne zaman ki yalnız anma günlerinde hatırlanır, anılır olmuştur işte o zaman ne Çanakkale kalmış, ne Milli Mücadele ruhu ne de İstiklal Marşı kalmamıştır! İşte o günden sonradır ki iflah olmaz hastalığımız kangrene dönüşmüş ve bizi bizden almıştı da kimsenin kılı bile kıpırdamamıştı!
Devlet ve milletlerin de insanlar gibi hafızları vardır.
Hafızayı tazelemenin en güvenli yolu milletin hizmetkârı olduğu vatanları uğruna “Bir gül bahçesine girer gibi” cennete koştukları mücadele duygularını taze, diri tutmak; millete hizmet eden şahsiyetlerin hatıralarına sahip çıkarak hafızalara nakşedilen eğitim programları uygulamaktan geçer.
Milli Eğitim müfredatında yer alan yazarlar her ne kadar eğitim gereği tanıtılıyorsa da öğrencinin zorunlu olarak okuduğu ve tanıdığı şahsiyetlerin düşünce dünyaları kamu vicdanında yer etmedikçe, bireyin örnek şahsiyetleri içselleştirmesi mümkün olmuyor! Hele hele milletinin yanında, onunla gülen onunla ağlayan, onunla cepheden cepheye koşan insanlar değilse tanıtılan, rol model olarak belletilen şahsiyetler işte o zaman gelecek adına kaygı duymaya başlanmış demektir.
Bizim gibi sözlü geleneği güçlü, kitabi geleneği henüz yeterince oluşmamış ve milli refleksleri çabuk unutturulmak istenilen milletler için hafıza tazelemek ve Kutlu Müjdecinin müjdesine nail olmak için Malazgirt, İstanbul’un Fethi, Çanakkale Destanı, İstiklal Marşı… Bazen de şehitlerin arkasından dökülen iki damla gözyaşıyla olabilir.
Milli kahramanlarla diri ve taze kalan millet hafızası için milli duyguları harekete geçirme noktasında şehitler, gaziler, mücadeleler; önder şahsiyetlerin hayatları değerlerdir.
Tarihimizin her dönemi şan ve şereflerle; ibret levhalarıyla dolu nice olaylarla örülmüştür. Hiçbir vicdanlı millet yoktur ki Türk tarihi önünde saygıyla eğilmesin! Binlerce yıldır devam eden kadim milli kültürümüzün medeniyet olarak dünyada kendini gösterdiği herhangi bir olayı, şahsiyeti örnek almak bile bu günleri aydınlatmaya ve geleceği yeniden inşa etmeye yeterlidir.
Gençliğin önüne konacak önder şahsiyetler, yüksek ülküler peşinde koşulan olaylar ve bu olaylara yön veren insanlar olmalıdır. İnsanımızın peşinden gideceği Kutlu Müjdeci yolunun yolcuları olan dünü bu güne bağlayan değerleri ölümsüzleştirmek ve ebediyen yaşatmak milli bütünlüğümüzün en elzem harcı olmalıdır!
İmam Maturidi, İmam Ebu Hanefi, Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bayram Veli, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre… Mehmet Akif Ersoy… Ve daha nice önder şahsiyetler… Yeniden bir millet ve medeniyet inşasında milli hafızayı tazelemek için kilometre taşlarımız arasındadır.
Yeniden milli hafızaya dönmenin ve ayağa kalkma azim ve gayreti gösterme niyetini taşımanın ilk şartı Mehmet Akif’in şu mısralarında gizli görünmektedir:
"Sen ben desin efrâd, aradan vahdeti kaldır; / Milletler için işte kıyamet o zamandır. / Post üstüne hem kavgaların hepsi nihayet; / Hâlâ mı boğuşmak? Bu ne gaflet, ne rezalet!"
Mart ayını anmak İstiklalimizi anlama yolunda mesai harcamakla mümkündür. Ülkenin her bireyi üzerine düşen görevi yapacak ki devlet yaşayasın, vatan var olsun.
Mehmet Akif Ersoy, milletimizin son dönemde içinde bulunduğu kaotik ortamı görmüşçesine 'Zulmü Alkışlayamam' şiirinde şöyle seslenir:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
...
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın Lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm, yanar Tâ ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticaın şu sizin lehçede manâsı bu mu?”
Sözü, özü doğru olanlarla birlikte olmak ve o şahsiyetleri milletin hafızasının tazelenmesinde rol model olarak ortaya koymak gerekmektedir. Akif’çe söylemek gerekirse; “Sözüm odun gibi olsun; Hakikat olsun tek." diyenler gereklidir bize…