2015 yılında iki önemli Emelci büyüğümüzü kaybettik. Her ikisi de Emel ikliminde Emel ruhu ile beslenmiş, Emel’e sadakatle hizmet etmiş, Emel dergisinde görev almış, yazmış nihayetinde de Emel Kırım Vakfının yönetiminde bulunmuş kıymetli Emelci büyüklerimiz Nurettin Mahir Altuğ ve Saim Osman Karahan’ı aynı yıl içerisinde ebediyete uğurladık. Her ikisi de Emel tarihinde dolayısıyla Kırım İstiklal mücadelesi tarihinde unutulmazlar arasında yerlerini aldılar.
Av.Nurettin Mahir Altuğ adına ilk defa 1970’li yıllarda köyümüze gelen Emel dergisinde rastlamıştım. Yüz yüze tanışmak sanıyorum 1982 yılı sonbaharında bir pazar günü İstanbul Moda’da çay bahçesinde oldu. Emel Dergisi’nin yayın görevi ve sorumluluğunun Ankara’da bizlere devri meselesi gündemdeydi. 12 Eylül 1980 öncesinin terörün sokaklarda kol gezdiği fırtınalı yıllarında Ankara Kırım Derneğimizde ve üniversitede tanıştığımız Hakan Kırımlı, Ünsal Aktaş, Muzaffer Akçora, Mükremin Şahin arada bir Bahçelievler son durakta bir kahvehanede buluşur, Kırım konusunda fikirleşir, konuşurduk. Emel dergisine destek ve abone bulma konusunda çalışmalar yapardık. 12 Eylül askeri darbe sonrası bu buluşmalarımız daha sık olmaya başladı. Kırım davası için bir kadro kurmak amacıyla gençleri bir araya toplamaya karar verildi. Bu maksatla, artık Türkiye’de yıllardır yapılmayan tepreç şenliğimizi yeniden canlandırmaya ve bu tepreçe özellikle çevremizdeki gençleri davet etmeye başladık. İlk tepreçimizi 1981 yılı mayısında ancak bir otobüsü doldurabildiğimiz genç arkadaşlarla Kızılcahamam’da gerçekleştirdik. Her sene otobüs ve katılan sayımız arttı. Nihayetinde bugün bütün Türkiye’de Kırım Tatarlarının toplu oldukları yerlerde büyük büyük şenliklere dönüştü tepreç.
Ankara’da yaptığımız çalışmalardan, o zamanlar içimizde evinde tek telefon olan Hakan Kırımlı telefonla kimi zamanda mektupla, ya da İstanbul’a gittiği zaman ziyaret ederek Müstecib Ülküsal’ı bilgilendiriyordu. Böyle bir ziyaret ve görüşme sonrası rahmetli Müstecib Ülküsal, Emel dergisinin Ankara’da neşredip neşredemeyeceğimizi sormuş. Emel’in yayın sorumluluğunu almak üzere hazırlıklara başladık. Emel’in yazı kadrosunda ve abone, matbaa, postalama vb işlerinde görev alacak arkadaşlarla Perşembe günleri düzenli toplantılar yapmaya başladık. Bu bayrak devri ile ilgili olarak, Hakan Kırımlı, Mükremin Şahin ve Ünsal Aktaş ile birlikte rahmetli Müstecib Ülküsal ve emelci büyüklerimizle görüşmeler yapmak üzere 1982 yılı sonbaharında İstanbul’a geldik. Sabahleyin Kadıköy iskelesinde o günlerde Emel’in sahibi ve yazı işleri müdürlüğün görevini yürütmekte olan rahmetli Ali kemal Gökgiray bizi alarak Moda’da bir çay bahçesinde götürdü. Orada, artık hepsi rahmetli olan Müstecib Ülküsal, Sabri Arıkan, İbrahim Otar, Murat Yakupoğlu, Ali Kemal Gökgiray ve Nurettin Mahir Altuğ ile toplantı yaptık.
İlk defa o zaman tanıştım Nurettin Mahir Altuğ ile. Çay bahçesindeki toplantıdan sonra hep birlikte Kadıköy çarşısında Sayla’da çibörek yedik ve sohbetimizi sürdürdük. Çibörekten sonra biz gençleri Nurettin Mahir Altuğ, Çamlıca tepesinde kahve içmeye davet etti. Emel kadrosunun yaşlandığını, en gençleri olarak pek çok şeye kendisinin koşturmak zorunda kaldığını, böyle bir genç kadronun göreve talip olmasına sevindiklerini, ama bizi zor ve meşakkatli bir görevin beklediğini söyledi. Kendi tecrübelerine göre bize nasihatler yaptı, tavsiyelerde bulundu. Bize karşı samimi dürüst, nazik idi. Zaten Emelci büyüklerimizin hepsinin ortak özelliği Kırım Davasına yürekten inanç ve bağlılıklarının yanı sıra kibarlık, çevrelerine asla kaba davranmamak, torunları yaşında olan bizlerle kendi yaşıtları gibi muamele etmek, fikirleşme, tartışmak, muhataplarına karşı saygıyı hiçbir zaman elden bırakmamaktı. Hepsi şimdi pek az rastlanan birer İstanbul beyefendisi idi.
Müstecib Ülküsal yolbaşçılığındaki Kırım Millî Kurtuluş Merkezi üyelerinin ve Emelcilerin en genci o idi. Müstecib Ülküsal 82, Sabri Arıkan 71 yaşındaydı. O zaman Nurettin Bey 58 yaşında idi. Çamlıca tepesindeki kahve sohbetinde birbirimize çabucak ısınmıştık. Kendimize yaş olarak, nesil olarak yakın bulmuştuk. O yıllarda bize sanki fiziksel ve ruhsal olarak 58 yaşında değil de 40-50 yaşlarında gibi gelmişti.
Müstecib Ülküsal ve büyüklerimiz, Kırım’ın Çarlık Rusyası tarafından 1783 yılında işgal ve ilhak edilmesinin 200.yılı dolayısıyla, Emel’in 1983 yılının Mart-Nisan ayında yayınlanacak 135.sayısını özel bir sayı olarak çıkarmaya hazırlanıyorlardı. Yaptığımız toplantıda 136. Sayıdan itibaren Emel dergimizin Ankara’da bizler tarafından çıkarılması kararlaştırıldı. 1983 yılı sonuna kadar olan dört sayı bizim tarafımızdan yayınlandıktan sonra, derginin sahipliği ve yazı işleri müdürlüğü görevleri de Ankara’ya devredilecekti. Böylelikle hem biz kendimizi sınama hem de büyüklerimizin tam güvenini sağlama imkânımız olacaktı.
Ankara’ya döner dönmez çalışmalarımızı ve hazırlıklarımızı hızlandırdık. Epey zamandır her Perşembe akşamı Kolej semtinde bir kıraathanede buluşuyor, rahmetli Dr. Çiçek Kırımlı teyzemizin kıraathanenin yanı başındaki muayenehanesinin ışıklarının sönmesini bekliyorduk. Çiçek teyze işini bitirip evine dönünce Hakan Kırımlı kapıyı açıyor ve orada toplantımızı yapıyorduk. Dr. Çiçek Kırımlı’nın bundan epey yıl haberi olmadı. Öğrendiğinde de hiç kızmadı. Allah rahmet etsin ömrünün sonuna kadar bizim çalışmalarımızı destekledi. Sık sık gittiğimiz evinde de her zaman sıcak ve güleryüzlü davrandı, misafir etti.
Emel dergisi için Bahçelievler son duraktaki Eser sitesinin zemin kattaki dükkânlarından birini kiraladık. Kardeşlerimle birlikte oturduğumuz Eser sitesinin yöneticisi rahmetli emekli hâkim Kemal Bumin amcamızı da bu vesileyle anmak isterim. Ne için kiralamak istediğimizi anlatınca seve seve yardımcı oldu. Emel’in her sayısını alır, dikkatlice okur, fikirlerini belirtir ve bizleri güzel sözlerle teşvik ederdi. Burayı kiraladıktan Emel dergisine yıllarca ev sahipliği yapan, Müstecib Ülküsal’ın aynı zamanda avukatlık bürosu olan Cağaloğlu, Ankara caddesi 52 nolu adresteki Emel dergisinin arşivi, koltuk ve masalarını Ankara’ya getirdik. Artık toplanma ve faaliyet merkezimiz burası olmuştu. Burası sadece Emel değil bizim bütün Kırım faaliyetlerimizin merkeziydi. Tek odalı bu yer Kırım davasının tarihi mekânlarından biridir. Ankara’da Kırım derneğini faaliyete geçirdikten sonra burası derneğimizin de kullandığı bir mekân oldu.
Biz tanıştığımız yıllarda Emel’in sahipliği ve yazı işleri müdürlüğü görevini rahmetli Ali Kemal Gökgiray yapıyordu. Ancak o menfur bir hastalığa yakalanınca 135.sayıdan itibaren Emel’in sahipliğini rahmetli Murat Yakupoğlu, yazı işleri müdürlüğü görevini Nurettin Mahir Altuğ üstlenmişti. Ankara’daki faaliyetlerimizin malî hesaplarının sorumluluğu benim üzerimde idi. İstanbul’da da Emel’in malî işlerini ve banka hesaplarını avukat olan Nurettin Mahir Altuğ takip ettiği için irtibatımız doğal olarak sıklaştı. Her ay düzenli olarak aylık gelir gider hesaplarımızı, resmî harcama makbuz ve faturaları kendisine yollardım. Emel dergisinin yeni sayısı ve postalama vb masraflar için ihtiyacımız olan parayı havale derdi. Emel dergisinin hukukî sahibi görünen Murat Yakuboğlu, Emel ile ilgili her türlü işleri yürütmek üzere noterden genel vekâletname vermişti.
Nurettin Mahir Altuğ ile ikinci görüşmemizi ve konuştuklarımızı iyi hatırlıyorum. Emel’in malî işlerinin nasıl olacağı ve diğer konuları görüşmek üzere İstanbul’a davet etti. İstiklâl caddesinden Zambak sokağına girişteki yazıhanesinde buluştuk. Açık sözlü idi. “Zafer, genç arkadaşların ortaya çıkıp böyle bir göreve talip olması sevindirici. Maalesef siz ortaya çıkana kadar Emel’i sürdürecek kimse yoktu etrafta. Siz bu göreve talipsiniz. Yaparız diyorsunuz. İyi düşündünüz mü? Bak henüz çok gençsiniz. Yeni üniversite bitirdiniz bitiriyorsunuz. İş kuracaksınız, evleneceksiniz, ev geçindireceksiniz. Bu işler çok fedakârlık ister. Siz bunu ömür boyu sürdürebilecek misiniz?” Etrafınızda kimler var? Onlara güveniyor musun? Ne kadar güveniyorsun? Kaç kişi bunu ömür boyu sürdürecek içinizde?” diye sordu. Özellikle “etrafınızda kimler var? Onlara güveniyor musun?” soruları beni biraz kızdırmıştı. Ankara’da Emel için birlikte çalıştığımız arkadaşların isimlerini tek tek saydım. Daha başka arkadaşlar katılıyor bizlere dedim ve hepsine güvendiğimi söyledim. Bunları söylerken de samimi idim. Benim cevaplarım üzerine “Zafer, boş ver şimdi onları, kimin ne olacağını bilemezsin. İnsanoğlu değişkendir. Kimseye güvenerek yola çıkma. Önce kendine güven. Sen kendine güveniyor musun? Yalnız başıma da kalsam bu davayı sürdürürüm, diyebiliyor musun? Böyle davalara geçici heveslerle atılmayın. Bak gençsin, önünde uzun bir yol var. Evleneceksin, sorumlulukların artacak, çalışacaksın, iş güç sahibi olacaksın. Emel yolunda ömür boyu yürüyeceksin. Şimdi gençsiniz size kolay gelir. Ama öyle değil. İyi düşünün taşının. Buna göre ben yaparım diyorsanız mesele yok. Cafer (Kırımer) ağabey bize öğretti. Hep nasihat ederdi. Davayı başkaları hizmet ediyor ben de edeyim, başkaları bir şey yapmıyor niye ben yapayım ki mantığıyla yürütmeyin. Önce kendinize güvenin. Sonra iyi ve sağlam karakterli arkadaşlar seçin. Buna göre ben varım diyorsanız Allah yardımcınız olsun, Allah muvaffak etsin. Belki biz göremeyiz ama inşallah sizler görürsünüz Kırım’ın kurtulduğunu. Sizler muvaffak olursunuz” dedi. Başka nasihatler de verdi. Geçmişte yaşananlardan örnekler anlattı. Gençlik… Olaylar ve ortaya çıkan durumlara daha romantik, daha pembe gözlüklerle bakıyorsun. Ancak aradan yıllar geçtikçe sonra bu sözlerdeki doğru tespiti, yılların tecrübesine dayanılarak sorulmuş yerinde sorular olduğunu anlamaya başlayacaktım.
Nurettin Mahir Altuğ’dan ayrıldıktan sonra Müstecib Ülküsal’ı evinde ziyaret ettim. Rahmetli Saim Osman Karahan’ın adını da ilk defa o zaman duydum. Müstecib Ülküsal, Emel ile ilgili bir çok nasihatler ve tavsiyelerde bulundu. Emel’i nasıl ve ne şartlarda çıkardıklarını anlattı. Halkımızın davaya olan ilgisizliğinden söz etti. Emel’in gelecek sayılarında kullanılmak üzere çeşitli yazılar, malzemeler verdi. Onların arasında mavi renkli karton kapaklı 7 tane kitapçık verdi. “Bunları hemşehrimiz Saim Osman Karahan yaptı, hazırladı. Fırsat buldukça uğrar ziyaret eder. Dobruca’dan göç etmiş bir kardeşimiz. Bilgili, yabancı dil bilen, milliyetçi ve vatansever birisidir. Güvenilir biridir. Verdiği sözü tutar, aldığı işi yapar. Bu kitabı da aldı. Kiril alfabesini de iyi biliyor. Emel için hazırlayıp gönderiyor”, dedi. Bu kitapçıklar, daha doğrusu renkli karton kapaklar içine 20-30’ar sayfalık kiril harflerinden latin harflerine aktarılmış olan kitabın[1] sayfaları daktilo yazılmış dosya kâğıtları özenle tel zımbayla kitap gibi hazırlanmıştı. Üzerlerinde el yazısıyla Tatar Edebiyatı” ve tertip edenlerin adları yazılmış ve numaralandırılmıştı. Titiz biri olduğu anlaşılıyordu. Böyle bir kişinin varlığına sevindim elbette. Tanışmakta yarar vardı. Adres ve telefonunu sordum. Bakırköy’de oturduğunu, bir şirkette çalıştığını söyledi ve iş yerinin telefonunu verdi. Müstecib amcanın yanından ayrılınca hemen Kadıköy postanesinden iş yerini aradım. Telefona çağırdılar. Sakin, alçak ses tonuyla, hatta biraz çekingen konuşan biriydi karşımdaki. Kendimi tanıttım. Emel dergisini Ankara’da neşredeceğimizi, Müstecib Ülküsal ile görüşmemi ve onun tavsiyesi ile aradığımı söyledim. Memnun oldu. Ancak görüşme fırsatımız olmadı.
Emel dergisini 1983 yılı Mayıs Haziran sayısı olan 136.sayıdan itibaren Ankara’da yayınlamaya başladık. Aynı yılın sonbaharında Müstecib Ülküsal, İsmail Otar, Nurettin Mahir Altuğ, Murat Yakuboğlu ve Sabri Arıkan Ankara’ya geldiler. Geliş amaçları, yaptığımız çalışmaları değerlendirmek ve Emel’in geleceği konusunda karar vermekti. Gün boyunca görüşmeler, hararetli tartışmalar yaşandı. Nurettin Bey bu tartışmalarda bizler gibi genç, heyecanlı, atak ama tecrübesiz yeni nesil Emelcilerle, çok farklı şartlarda doğup büyüyen, farklı ve uzun hayat tecrübesine sahip, ihtiyatı asla elden bırakmayan daha muhafazakâr olan büyüklerimiz arasında bir anlamda katalizör görevi yaptı. Emel’in yine bizler tarafından yayınlanmasının sürdürülmesine, sahipliği ve yazı işleri müdürlüğü görevinin de avukat olan arkadaşımız Ünsal Aktaş’ın üstlenmesine karar verildi.
1984 yılı için gerekli basın beyannameleri verildi. Ancak o zamanki kanuna göre beyanname sonrası izin verilmeden yayına başlanmıyordu. Sıkıyönetim zamanıydı. Aylar geçti bir türlü izin çıkmadı. Ayrı bir yazı konusu olan bu durum ve girişimlerimiz sonucunda o yılın beş sayısını 141-145 birleştirilmiş tek sayı olarak neşrettik. Ortaya çıkan bu zaruri durum dolayısıyla Emel dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürlüğü sorumluluğunu 146. Sayıdan itibaren ağabeyim Serdar Karatay Emel Vakfı kurulana kadar üzerine aldı.
Emel Kırım Vakfının kuruluşunda ve başlangıç yıllarında Nurettin Mahir Altuğ’un emekleri ve hizmetleri büyüktür. Kırım Davasının hadimleri merhum İbrahim Otar’ın ortaya attğı fikir, merhum Yusuf Uralgiray’ın malî desteğiyle yola çıkan Vakfımız, 24 Temmuz 1986 tarihinde kurucularca noter huzurunda imzalanan Vakıf senedinin 31 Aralık 1986 tarihinde mahkeme tarafından tescil edilmesiyle kurulmuştur. Aynı yıl TRT’nin sınavlarını kazanarak prodüktör olarak ekim ayında TRT İstanbul televizyonunda işe başladım. Emelci büyüklerimizle daha fazla görüşme ve çalışma imkânı buldum.
31 Kurucu üye ile kurulan vakfımızın ilk mütevelli heyeti, Kırım İstiklal Davası’nın sembol ismi ve Emel dergisinin kurucusu Müstecib Ülküsal, İsmail Otar (Başkan), Nurettin Mahir Altuğ (Genel Sekreter), Safiye Nezetli, Dr. Niyazi Elitok (Muhasip-veznedar), Zafer Karatay (Başkan Vekili), Serdar Karatay, Ünsal Aktaş ve Mükremin Şahin’den oluşmuştu.
1988 yılında yapılan genel kurulda Emel Kırım Vakfı başkanlığına Nurettin Mahir Altuğ seçildi. Başlangıçtan beri ağırlıklı olarak vakfın işlerini o yapıyordu. Aynı yıl Emel Dergisi için Ankara Emek mahallesinde o zaman 77. Sokak olan, daha sonra Dr. Ahmed İhsan Kırımlı ve başkanlığındaki Ankara Kırım Derneğimizin teşebbüsleri ile Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu adını alan sokakta Emel Vakfı adına daire satın alındı. Bütün işlemler Nurettin Mahir Altuğ ile beraber, ben İstanbul’a taşındıktan sonra Emel Dergisinin malî ve hukukî işlerini yürüten ve bilahare Emel Vakfının Ankara temsilcisi olan Tuncer Kalkay halletti. Bu dairemiz aynı zamanda uzunca yıllar Kırım derneğimizin de merkezine de ev sahipliği yaptı.
Yine 1988 yılında Serdar Karatay aldığı emaneti, Emel’in hukukî sahipliği görevini, Emel Vakfına iade etti ve 168. sayıdan itibaren Emel dergisi resmî olarak Emel Vakfının neşriyatı olarak yayınlanmaya başladı. Vakıf adına da derginin sahipliğini Nurettin Mahir Altuğ üstlendi, Serdar Karatay yazı işleri müdürlüğü sorumluluğunu sürdürdü.
1989 yılı sonunda Emel Vakfı adına İstanbul Şehremini Pazartekke Sokak’taki daire Nurettin Mahir Altuğ tarafından satın alındı. 1990 yılında İstanbul Kırım derneğimiz buraya taşınarak faaliyetlerini burada sürdürmeye başladı.1992 yılında aynı kattaki diğer daireyi satın alarak bu dairenin bir odasını Emel Kırım Vakfı kütüphanesi olarak kullanmaya başladık. O yıllarda Saim Osman Karahan’da emekli olup dernek faaliyetlerine daha sık gelmeye başladı. Sessizce gelir, konuşmaları dinler, sabırla bizim etrafımızdakilerin dağılmasını veya sakin bir anımızı bekler, sormak istediği konuşmak istediği konuları açardı. Elbette konu Emel dergisi ve dergimizde yayınlanmış makalelerdi. Özellikle Emelci büyüklerimizin yazı ve makalelerini bir araya getirmek için hazırlıklar yapıyordu. Bir de onun muhteşem sözlük çalışması. Yaptığı araştırmalarla ilgili olarak konuşurduk. Bilgi verir, kafasına takılmış cevabını aradığı soruları sorar, ya da araştırdığı konularla ilgili fikrimi sorardı. Çok sakin ve mütevazı kişiliği vardı ve onda saklı cevheri, engin bilgi ve birikimini hiç göstermezdi. Yanında hep bir çantası vardı. Çantasında da Emel’in eski sayıları, birkaç kitap mutlaka olurdu. Geldiği gibi sessizce ayrılırdı.
Emel Vakfı merkezi olarak Nurettin Mahir Altuğ’un Harbiye Poyraz sokaktaki avukatlık bürosu kullanılıyordu. Yönetim kurulu toplantılarını orada yapıyorduk. Nurettin Bey epey zamandır yorulduğunu, emekliye ayrılacağını ve yılın büyük bölümünü İstanbul dışında geçireceğini söyleyip vakıf yönetiminden ayrılacağını söylüyordu.
17 Mayıs 1992 tarihinde Nurettin Mahir Altuğ’un avukatlık bürosunda vakfımızın genel kurulu yapıldı. Nurettin Bey tatile çıktığını olduğunu gelemeyeceğini, bütün evrakların hazır olduğunu, başkan vekili olarak faaliyet raporlarını benim sunmamı istedi. Büroyu o günü beraber çalıştığı yeğeni Nurten Hanım açtı. Müstecib Ülküsal ve İsmail Otar’ın da katıldığı genel kurulda vakıf başkanlığı görevinin tarafımdan yürütülmesi kararlaştırıldı. Vakıf merkezinin resmî adresi de Şehremini’deki yerimiz oldu.
- Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye mülteci olarak gelen ve Kırım derneğimizin aktif üyeleri Mehmet ve Halime Çokgezen 1989 yılı mayıs ayında Kırım’ı da içine alan Karadeniz turu düzenlemişlerdi. Gezi programımız ve Yalta’da olacağımız gün belli olunca, Taşkent’i aradık. Yolbaşçımız Mustafa A. Kırımoğlu 1987 yılı sonunda hapishaneden çıktıktan sonra Taşkent yakınlarında Yangiyul kasabasına yerleşmişti. Mustafa ağamızın ağabeyi Asan ağa ve eşi Ediye Cemileva’ya 11 Mayıs 1989 günü Soçi’den Yalta’ya geleceğimizi bütün gün Yalta’da olacağımızı bildirdik. Bilahare Mustafa ağamızın Yalta’ya bizimle görüşmeye geleceğini öğrendik. Bu konuyu Emel Vakfı yönetim kurulunda enine boyuna konuştuk. Tartıştık. Ben elimizin boş gitmemesi gerektiğini söyleyip, yanımızda en azından bir miktar para yardımı yapmamızı teklif ettim. Zaten Ankara’daki arkadaşlarla bu konuda karar alıp aramızda para toplamıştık. Nurettin Mahir Altuğ da Emel vakfı olarak bu yardıma katkı sağladı. 11 Mayıs 1989’da Mustafa A.Kırımoğlu ve İlmi Ömer ile Yalta’da tarihi buluşmamızda bu parayı takdim ettim. Bu ilk yardım ileAvdetgazetemizin temeli atıldı ve bir araç alınarak Avdet gazetesinin ve millî mücadelemizin hizmetlerinde kullanılmaya başlandı.
Vatan Kırım’a ikinci gidişim 1990 yılında kurban bayramında oldu[2]. Bu seyahate katılan Nurettin Mahir Altuğ ve muhterem eşi Necmiye Altuğ ilk defa Kırım’ı ziyaret ettiler. Nurettin Mahir Altuğ, seyahat boyunca neşeli, şakacı ve biz gençlere ayak uyduran, yaptığımız şakalara katılan iyi bir yol arkadaşı idi. Geziyi, ziyaretleri videoya aldı, fotoğraflar çekti. Bu ziyaretimiz de tarihi bir ziyaretti.
Nurettin Mahir Altuğ ile birlikte Kırım’a ikinci defa 1991 yılı mart ayında gittik. Kırım’da arkadaşlarımız İsmail Gaspıralı’nın 140. doğum yılında milletlerarası İsmail Gaspıralı sempozyumu düzenlediler. Bu konferansa Kırım’dan kiralanan uçak ile bilim insanları, gazeteci ve Kırım davamızdaki aktif arkadaşlardan oluşan 44 kişilik bir grup götürmüştüm. İsmail Gaspıralı’nın torunu vakfımızın kurucu üyelerinden rahmeti İnci Ertem da katılmıştı. O yıllarda İsmail Gaspıralı’nın belki de dünyada sadece iki büstü vardı. Büyük olan Gaspıralı büstü İstanbul Kırım derneğinde idi. Halen de derneğimizde muhafaza edilmektedir. Bu büstü derneğimizin kurucularından Dr. Mustafa Baloğlu ve İsmail Gaspıralı’nın kızı Şefika Gaspıralı içine Vatan Kırım’dan getirilmiş toprağı da karıştırarak yaptırtmışlardı. Ondan artan çamurdan da Mustafa Baloğlu kendisi için küçük bir İsmail Gaspıralı büstü yaptırmıştı. Biz Ankara’da Emel dergisini neşretmeye ve Kırım için mücadeleye etmeye başlayınca, Mustafa Baloğlu bunu bize, Emel dergisine hediye etmişti. Bu küçük büst de halen Kırım Derneği genel merkezinde bulunmaktadır. Nurettin Mahir Altuğ İnci Ertem’in de desteğiyle, İstanbul’daki bu büstten yararlanarak bir İsmail Gaspıralı büstü daha yaptırdı. Bunun için epey emek sarf etmişlerdi. Bu büstü, kırılmaması için kendi elleriyle kundaktaki bir bebek gibi itinayla taşıyarak Kırım’a getirdi. Çok büyük ilgi gördü. Konferans boyunca konferansın yapıldığı salonun lobisinde sergilendi. Şevket Memet Kırım televizyonu için bununla ilgili olarak Nurettin Mahir Altuğ ve İnci hanımla röportajlar yapmıştı. Nurettin Bey, konferans esnasında konferansı düzenleyen arkadaşlara hediye etti. En son bildiğim İsmail Gaspıralı’nın bu büstü Akmescit’te İsmail Gaspıralı kütüphanesinde idi.
1992 yılında Emel Kırım Vakfı başkanlığından ayrıldıktan sonra, Emel dergisi sahipliğini Emel Vakfı adına 190. sayıdan itibaren ondan ben devraldım. Nurettin Bey, eskisi gibi aktif olmasa da Kırım davasının uzağında hiç kalmadı. Kırım’a ve Kırım’daki mücadeleye yardım ve desteklerini sürdürdü. Nurettin Mahir Altuğ birçok hayırsever gibi yaptığı yardımların bilinmesini istemezdi. Gösterişi sevmezdi. Elbette vefatına kadar birçok kez birlikte olduk. En son Nenkecan dergisinin genel yayın yönetmeni gazeteci Zera Bekirova’yı TRT’ye getirdiği zaman görüştük. Karlı bir kış günü ayak üstü sohbet edebildik. “Allah sizlerden razı olsun. Sen ve birkaç arkadaşın yıllardan beri hiç ara vermeden, halka küsmeden hizmet ediyorsunuz. Bu davayı da çok güzel götürüyorsunuz. Sen kimseye, dedikodulara kulak asma. İnsanlarımız çoğu çalışmazlar sadece tenkit ederler. Doğru yoldasınız. Allah yardımcınız olsun. Bizler yaşlandık. Gözlerim zor görüyor. İyi ki sizler varsınız” dedi. Sonrasında birkaç defa telefonla arayıp hatırını sorabildim. Elbette Zera Bekirova daha iyi bilir. Nenkecan dergimizin en büyük destekçilerinden biri o idi. Kırım’da başka neşriyatlara ve faaliyetlere de destek olmuştu.
Emel dergimizi 1998 yılından sonra epey bir süre neşredemedik. Saim Osman Karahan ile birlikte 25 Ağustos 2009 tarihinde Fatih Adliyesine giderek basın beyannamemizi teslim ettik. Böylece Saim Osman Karahan’ın yazı işleri müdürlüğünde Emel’i yeniden neşretmeye başladık. Saim Osman Karahan 2001 yılında Kırım’a ilk gittiğinde, belki de en çok ziyaret ettiği ve vakit geçirdiği yer İsmail Gaspıralı kütüphanesi idi. İsmail Gaspıralı kütüphanesinin isimsiz kahramanlarından Naciye Tairova’dan kütüphanede bulunan Emel dergilerinin, Dobruca ve Türkiye’de Kırım ile ilgili basılan neşriyatın eksiklerini tespit etmişti. Döner dönmez Emel’in arşivinde bulunanlardan, orada olmayanları ise fotokopilerini çektirip ciltlettirip, Kırım’a gidenlerden İsmail Gaspıralı kütüphanesine göndermeyi kendisine iş edindi. İsmail Gaspıralı kütüphanesinin zenginleşmesine önemli katkılar sağladı. Gerek Türkiye’ye gelip giden gerekse orada tanıştığı aydınlarımız ve yazarlarımız ile irtibat halinde oldu. Özellikle sözlük çalışması için yararlı olabilecek kitapları Kırım’dan bulmaya getirtmeye çalıştı. Kırım’a her gidişinde ve geri dönüşünde el çantası dahil valizi kitap ve dergilerle dolu olurdu. Zayıf bedeni o kitapları taşımaktan asla yorulmazdı. O konuda inancı ve dirayeti olağanüstü idi.
Emel Kırım Vakfı idare yeri ve kütüphanesini, İstanbul Kırım derneğimiz için, Celal İçten ile birlikte gezip görüp satın almaya karar verdiğimiz ve satın alındıktan sonra baştan aşağı Celal İçten’in büyük gayret ve emekleriyle yeniden tamir ve tadil edilen şimdiki binamıza taşındıktan sonra, gece gündüz çalışarak kütüphanemizin en azından kaba haliyle tasnif edilmesi ve yerleştirilmesini sağladı.
2000’li yılların başından itibaren yaptığı çalışmalar gün ışığına çıkmaya başladı. Bu neşriyatlar, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği İstanbul şubesi yayınları olarak kültür hayatımıza kazandırıldı. Yayına hazırladığı eserler Kırım Türklerinin tarihi ve kültürü için çok önemli eserlerdir. Bu eserlerini yıllarca olağanüstü bir sabır ve emekle titizlikle hazırladığı Dobruca Kırımtatar Ağzı Sözlüğü, I,II,III (2012) ile taçlandırdı ve Kırım Tatar medeniyetine ölümsüz ve eşsiz bir eser bıraktı. Kırım Türklerinin yoğun olarak yaşadığı ve Romanya’nın Kırım Tatarları deyince akla gelen bölgesi Dobruca’da doğup büyümesi sebebiyle anadilini çok iyi biliyordu. Ayrıca dil öğrenmeye karşı özel bir ilgisi vardı. Bunun yanısıra Emel ocağında yetiştiği için Vatan Kırım’da İsmail Gaspıralı ile başlayan dilimiz ve edebiyatımızdaki canlanma ve gelişmeleri, sürgünden sonra Özbekistan’da basılan neşriyatı yakından takip ediyordu. Kırım Tatar Türkçesinin Kırım’dan Dobruca’ya Özbekistan’dan Türkiye’ye kadar Kırım Türklerinin yaşadıkların her yerdeki ağızları ve değişmeleri biliyordu. Emel dergisini ve Bahçesaray dergisini yayına hazırlarken, dergilere gelen yazıları o kadar iyi tashih ve düzeltme yapıyordu ki hayran kalmamak elde değildi. Düzelttiği ya da farkına vardığı hata ve yanlışlar sadece yazım hataları değildi. Kelimelerin mana olarak yanlış kullanılması, yapılan tercümelerde doğru kelimelerin kullanılmadığını kolaylıkla ayırt etmesi, bilgi eksik ve yanlışlarını tespit etmesi onun sahip olduğu bilgi birikiminin, titiz ve tertipli çalışmasının bir neticesi idi.
Kırım Tatar Yazarlar Birliğinin merhum başkanı Rıza Fazıl ağamız ve Yıldız Dergisi’nin genel yayın yönetmeni Dilaver Osman, Rusya’nın Vatan Kırım’ı işgalinden önce Saim Osman Karahan ve şahsını Kırım Yazıcılar Birliği’ne fahri üye olarak almak istediklerini söylemişti. Ama araya Kırım’ın Rusya tarafından işgali girince bu konu sürüncemede kalmıştı doğal olarak. Hastalığını öğrenince konuyu Rıza Fazıl ağamıza açım. Onlar da bu konuyu hemen gündemlerine alarak bizim üye kabul edilmemizi kararlaştırdılar. Nenkacan dergisi ve Yañı Dünya gazetelerinin genel yayın yönetmeni Zera Bekirova ikimizin Qırımtatar Yazıcıları Birliği fahri üyelik kimliklerimizi bizzat getirdi ve birlikte evine gittiğimizde üyelik kimliğini Saim Osman Karahan’a takdim etti. Elbette o hasta ve yorgun haliyle bile çok mutlu oldu. Yaptığı çalışmaların takdir görmesi ve yazarlar birliğine üye kabul edilmesi son aylarının en büyük moral veren olayı oldu.
Kırım Derneğine ve Emel dergisi, Emel Vakfı faaliyetlerimize gelip katılması gibi, hastalığı ve vefatı da sessizce oldu. Gerçekte hem kendisinin hem de birlikte yapacağımız çalışmalar için planlarımız vardı. Bizim dünyamızda eli kalem tutan okuyan, araştıran, yazan ve üreten insan ne yazık ki çok değil. Yazmak ve bir eser üretmek için titiz bir araştırma, okuma ve sakin bir ortamda o konuya odaklanarak zaman ayırarak oturup çalışmak gerekiyor. Ama Kırım faaliyetlerinin getirdiği mecburiyetler bu sahadaki çalışmalara yeterli zaman ayırmayı engelliyor. Saim Osman Karahan’ın vefatı özellikle Türkiye’de yaptığımız faaliyetlerde, bu faaliyetlerin Kırım ve Dobruca’daki kardeşlerimizle işbirliği içerisinde yapılmasında büyük bir boşluk yarattı. Yeri de kolay kolay yeri doldurulamayacaktır.
Saim Osman Karahan’ın parayla pulla işi yoktu. Emekli maaşıyla, İsmet Yüksel’in başlattığı Kırım’da Bir Çocuk Okut Kampanyasına katıldı ve çocuklar okuttu. Kırım’a gittiğinde bu çocukları ziyaret eder, daha fazla yardım yapardı. Emekli haliyle Kırım’da bir ev satın aldı ve bu evi sürgünden dönen, ekonomik durumu iyi olmayan bir aileye verdi. Sözlüklerin satışından para kazanırsa Kırım’da bir tane daha ev almak niyeti vardı. Bütün “emel”i vatanına milletine medeniyetine hizmet etmekti. Dedikodu sevmezdi. Hiç kimse hakkında kötü konuşmazdı. Kendisini kıran üzen kişiler hakkında bile en fazla serzenişte bulunurdu ve bunu fazla sürdürmezdi. Boş konuşmalara, lüzumsuz polemiklere zamanı yoktu.
2015 yılı içinde kaybettiğimiz Nurettin Mahir Altuğ ve Saim Osman Karahan, yaş ve nesil olarak, ilk Emelcilerin son temsilcileridir. Elbette yaşasalardı Kırım’a daha çok hizmet edeceklerdi. Ama arkalarında güzel bir miras bıraktılar. Yaptıkları hizmetlerle, hayırlarla, yardımlarla binlerce hayır duası aldılar. Almaya devam edecekler. Onları tanıyan ve bilenler tarafından samimiyetle iyi insanlardı, vatan millete ve insanlara çok hayırları dokundu, hizmetleri oldu Allah razı olsun onlardan diyeceğine hiç kuşkum yok.
Ne mutlu onlara. Allah rahmet etsin. Kırım Tarihine adları güzel sözlerle yazıldı.
[1] Abdulla Dermenci, Abdulla Baliç, Cafer Bekirov (Tertip etkenler), Edebiyat Hrestomatiyası, Ukutuvçi Neşriyatı, Taşkent, 1971.
[2] Bu seyahatimiz hakkında geniş haber ve hatıraları Emel dergisinin 179. Sayısında bulabilirsiniz. Ayrıca rahmetli Kemal Çapraz bu gezi ile ilgili Türkiye gazetesinde geniş haber ve yazı dizisi yayınladı.
Emel Dergisi 250/253. Sayfa 75-85.
FACEBOOK YORUMLAR