Milli Mücadele ve Ermeni tehciri panoramasında bir aşk hikâyesini okura aktaran ‘Yaralı Gönül’ romanı okurla buluşan yazar Taner Ay: “Benim kahramanlarım Çanakkale’de savaşanlar ve Millî Mücadele’ye katılanlardır. Başka milletlerden kahramanlarım yoktur. ‘Yaralı Gönül’ün meselesi asla tehcir değil. Derdim, zamanın ruhunun bir yaralı gönüller neslini tarih sahnesine çıkarmasıdır. Çanakkale, tehcir, Fransız Guyanası ve Milli Mücadele, o neslin insanına tuttuğum aynalardır.”
SALİHA SULTAN
Taner Ay, bu sayfanın okurlarının hep pazar “Acaba bu hafta bize hangi kitapları, dergileri tavsiye etmiş?” merakıyla okuduğu bir yazar. 66 yaşındaki yazar, son birkaç yıla ayrıca iki kitaplık ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ serisi, ‘Rüzgâra Yazanlar’ denemesi ve İsmail Sâib Sencer biyografisi gibi birçok çalışmayı sığdırdı. Yazar Ay, şimdi de bunca meşgalesinin arasında kaleme aldığı ‘Yaralı Gönül’ romanı ile okurlarının karşısında. 1984 Yayınevi tarafından basılan roman, 20. yüzyıl Türkiye’sinin travmaları, sosyal sorunları etrafında çok katmanlı, sürükleyici ve sinematik bir hikâyeyi okura aktarıyor.
Sizi birçok metninizde edebiyat ve sinemayı da buluşturan bir yazar olarak da tanıyorum. Okuduğunuz kitaplardan bahsederken o kitaptaki kahramanın zihninizde bir film karakteriyle özdeşleştiğine sıkça şahit oluyorum yazılarınızı okurken. Geçtiğimiz ay yayımlanan ‘Yaralı Gönül’ romanınız da ‘sinematografik bir roman’ gibi. Böyle tanımlayabilir miyiz?
Romanın sinematografik olduğunu söyleyenler haksız sayılmazlar, ama bana göre biraz daha fazlası. Belki ‘Yaralı Gönül’ için ‘romanlaştırılmış sinema’ bile denebilir. Romanda, sinema, daha doğrusu dizi film kurgusunu kullandığım doğrudur. ‘Yaralı Gönül’ bir dönem romanı mı? Evet. Bir macera romanı mı? Evet. Bir aşk romanı mı? Evet. Bertolucci’nin ‘1900’ü ne kadar dönem filmiyse, ‘Yaralı Gönül’ de o kadar dönem romanıdır. Schaffner’ın ‘Kelebek’i ne kadar macera filmiyse, ‘Yaralı Gönül’ de o kadar macera romanıdır. Curtiz’in ‘Kazablanka’sı ne kadar aşk filmiyse, ‘Yaralı Gönül’ de o kadar aşk romanıdır. Kısacası, ‘Yaralı Gönül’, bütün bu türleri harmanlayan bir romandır.
Roman çok etkileyici biçimde anlatılmış bir çıkarma sahnesiyle başlıyor. İnsanın aklına hemen ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ filmi geliyor. Romanın kahramanı İsmail Safa 24 Nisan günü Çanakkale’de ağır yaralanıyor, taburcu olduktan sonra da nişanlısını aramaya Rodosto’ya, yani Tekirdağ’a gidiyor. Ama, nişanlısının ve Rodosto’nun Ermeni ahalisinin tehcir edildiğini öğreniyor...
Benim hayattaki kahramanlarım Çanakkale’de savaşanlar ve Millî Mücadele’ye katılmış olanlardır. Başka milletlerden kahramanlarım yoktur. Tehcirin ise o günün şartlarında şark vilayetleri açısından zorunlu bir karar olabileceğini ama uygulamasında büyük hatalar yapıldığını düşünüyorum. Kaldı ki, ‘Yaralı Gönül’ün meselesi asla tehcir değildir, tarihi tarihçilere bırakalım, benim derdim zamanın ruhunun bir yaralı gönüller neslini tarih sahnesine çıkarması, o neslin insanını arayıştır. Çanakkale, tehcir, Fransız Guyanası ve Milli Mücadele, o neslin insanına tuttuğum aynalardır. Bu yüzden, ben İsmail Safa kadar Mazhar’ı da çok seviyorum. Bana sorarsanız, romanın belki de en fazla acı çeken kahramanları Diruhi’dir ve Mazhar’dır derim.
Fransız Guyanası, Paris, Arjantin, Mardin ve Urfa bölümleri etkileyici ve şaşırtıcı ayrıntılarla dolu. Böyle ayrıntılar, sizin KARAR gazetesinde, Sözcükler, Ayarsız ve Söğüt gibi dergilerde yayımlanan ‘Edebiyatın İstanbulu’ yazı dizinizde de görülüyor. Romanı yazarken ne kadar süre araştırma yaptınız?
‘Yaralı Gönül’ü çok kısa sürede yazdım. Fransız Guyanası’ndaki ceza kolonisi hakkında zaten epey bilgim vardı, o yılların Mardin ve Urfa şehirleri için de aynı şeyi söyleyebilirim. Paris’i ve Buenos Aires’i ise, o yılların şehir haritalarını bularak, şehir kitaplarını okuyarak romanıma taşıdım. Beni yorduğunu söyleyemem. Araştırırken, bilmediğim çok şeyi de öğrendim, büyük keyif aldım. Ortaya sürükleyici bir romanın çıktığı kanısındayım.
Peki, ilk okuyanlardan nasıl dönüşler aldınız?
Romanın ilk okuru eşim oldu. Yazarken, ben bilgisayarın başından kalktığımda, o gelip okuyor, sürekli nasıl devam edeceğimi sorup duruyordu. İyi bir roman okurudur, iyi romanları benden önce keşfeder. Sonra, Adnan Özer, Barlas Özarıkça, Mürşit Sertal, Ali Aktan ve Besim Dalgıç okudular. Adnan’ın okur okumaz dosyayı bir iki yayıncıya önerdiğini ama hiçbirinin ilgilenmediğini biliyorum. Bunun üzerine dosyayı Pathos dergisini çıkaran 1984 Yayınevi’ne bıraktım, ancak Demir de yıllarca Pathos’un derdinden romana bakmadı. Kitap yayıncılığını da dergi yüzünden epeydir aksatmıştı. Pathos yayınına son verdikten sonraki bir gece ancak ‘Yaralı Gönül’ü okuyabildi. Kitap çıktığındaysa, ilk okuyucuları Hikmet Temel Akarsu, Ramazan Minder ve Adnan İslamoğulları oldu. Sonra, Ahmet Zeki Pamuk, Erdem Beliğ Zaman ve Murat Kaymaz okudular. Kapitalist edebiyat pazarının icat ettiği bir yıldız değilsen, zaten seni en fazla kırk elli kişi okuyor. Beni de onların okumaları ilgilendiriyor.
TANBÛRÎ CEMİL BEY ÜZERİNDEN İSTANBUL ROMANI YOLDA
Art arda gelen bunca eserden sonra sırada ne var? Yeni bir roman gelecek mi mesela?
Ötüken Neşriyât’tan çıkacak olan ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’ isimli kısa romanım var. 1902 ile 1916 arasındaki İstanbul’u Tanbûrî Cemil Bey üzerinden anlatıyorum. O dönemde İstanbul’da nasıl bir Türkçe ile konuşuluyorsa, o dili esas aldım. Sokaklarıyla, ahşaplarıyla, kedileriyle, meyhâneleriyle ve mûsikîsiyle ‘Vaktinden Evvel Bir Zemherir’in İstanbul’unu pek çok kişinin seveceğini düşünüyorum. Bir de kafamda ‘Yaralı Gönül’ gibi pek heyecanlı bir roman dolaşıyor. Kahire, Trabzon, GULAG kampları, Bakü, Madrid, Meksiko ve La Paz gibi mekânlarda geçecek. Kahramanım elbette yine bir eylem adamı, ancak İsmail Safa gibi şartların kendisini eylem adamlığına çektiği biri değil de, fıtratı öyle olan biri olacak. Küçük bir sağlık sorunum var, onu atlatayım, bir iki ay içinde romanı yazıp bitiririm diye düşünüyorum.
FACEBOOK YORUMLAR