MANİSA SOHBETLERİ: I
BÖYLE ANLADIM
Manisa Aydınlar Ocağının Ramazan ayı vesilesiyle tertiplediği -herkes hesabını kendi ödedi- iftarda buluştuk. Geçen yıl da tesadüfen aynı tarihe dek geldiğini fark ettim. Çünkü not almıştım.
Çoğu Manisa’dan gün görmüş, akil bir arkadaş, ahbap, dost topluluğuyuz. Hepsi eğitimli, tecrübeli, olgun ve dürüst insanlar. Böyle bir topluluğun olduğu yerde siyaset yok, dedikodu, gıybet yok. Sevgi, nezaket, edep, aşk ile iman, akıl, düşünce üzerine muhabbet var.
TÜRKİYE'NİN GENEL HALİ / MİSAFİRİMİZ
Ben ne kazandıysam Manisa’da kazandım, bu camiada kazandım diyerek söze başlayan, bizleri ve bu sohbetleri özlediğini söyleyen misafirimiz yine bizlerle.
Geçen yıl sohbet öncesinde kendisine; Türkiye’de İlahiyatlar ne alemde diye sormuştum. Türkiye'nin genel hali neyse İlahiyatçılar da öyledir. Tıpçılar ile ilâhiyatçılar birbirine bir yönden çok benzerler; biri candan eder, diğeri imandan demişti. Tabii ki tersi de mümkün.
Akıl dışı din anlatımı ile bir yere varılamaz.
Hz. Peygamber Hicret'te Mekke'den Medine'ye büyük zahmetlerle, üstelik düşman takibinde iken, 7 günde vardı. Neden uçarak gitmedi. Bir genç, Süleyman efendi her gün hem bizim yurtta hem de Kabe'de idi diyor. Hz Peygamber böyle değildi. Keramet kültürü bize Hristiyan misyonerler eliyle son iki yüz yılda Vatikan'dan bulaştı.
MİSYONERLER
İzmir Bornova'da 3,5 yıl Mesnevi sohbetleri yapan İngiliz vatandaşı bayanın bir Hristiyan misyoner olduğu anlaşılmış. Kendini Mesnevi sayesinde ihtida etmiş (Müslüman olmuş) olarak tanıtan bu kişi çok iyi Türkçe biliyor. "Peygamberler eşcinseldi" deyince -amaç; öncelikle kafa karıştırmak, özelde ise İslâm'dan uzaklaştırmak- dinleyenlerden rahatsız olanlar olmuş. Misyonerler Mevlâna'yı, Yunus Emre'yi, tasavvufu kullanıyorlar, diye anlatıyor. Çok yıllar önce Mevlâna'yı seven bir yakınımın bir grup vasıtasıyla katıldığı ve elindeki Mevlevilikle ilgili olduğunu sandığı, Mevlâna ve İslam'la ilgisi olmayan notları görmüştüm. İyi niyetinden emin olduğum yakınımın yanlış düşünce ve inançlara yöneltildiğini görünce şaşırmış, üzülmüş ve kırmadan kendisine güvenilir Mesnevi kitapları göndermiştim. O da zaman içinde grubu terk etmişti.
Bu arada ekliyor: Nakşiliğin Halidi kolunun kurucusu kabul edilen Halidi Bağdadi, İngilizler tarafından bir yıl süreyle Hindistan'a gönderiliyor. Orada rabıtayı öğreniyor. Şeyhini hayal etmek ve onunla manevi bağ kurmak demek, rabıta. Neticede, aklı bırak, mürşide teslim ol ilkesi ortaya çıkıyor. Halbuki Hoca Ahmet Yesevi, aklı olmayanın (ya da kullanmayanın) dini de olmaz, diyor.
KUZEY VE GÜNEY MÜSLÜMANLIĞI
Batı, klasik doğu kaynaklarının yüzde 90-95'ini kitap olarak basmış. Ama basmadıkları tek klasik kaynak Türk asıllı İmam Maturidi'nin eserleri. Maturidi, aklı çok önemsemiş. İlginçtir, batı da aklı çok önemser ve kullanır. Maturidi "sünnetullah" da denen tabiat kanunlarını ayetten sayar, onları (bu ayetleri) ve Kuran'ı anlamak için aklı kullanmayı esas alır. Eşari'de ise "akla yer yok, vahiy esastır" ölçüsü kullanılır. Sonuç; selefilik.
Ayrıca, yazılı kaynak oluşumu da önemlidir. Yazılı kaynak yoksa, o inancı bir yere oturtamazsınız. Maturidi, bir kimse okuduğunu anlarsa bilinç oluşur, aksi halde oluşamaz diyor. Keza, inandığı bir şeyi aklen izah edemeyen kişinin inancı zordadır, diyor.
Bu nedenle, yine İngilizler marifetiyle kurulup, kollanan ve o coğrafyada hakim kılınan Vahhabilik gibi Güney Müslümanlığı batı için bir sorun oluşturmaz. Sonuçta teslimiyetçi, kolay güdülebilen, kolay sömürülen topluluklar oluşturulmuştur. Bu yüzden ondan korkmazlar. Fakat, aklı ve Kuran'ı esas alan Maturidi iman çizgisindeki Kuzey Müslümanlığı onlar için halen tek potansiyel tehdittir, korku kaynağıdır. Ondan yeni bir Maturidi ve siyasi liderler çıkabilir, diyorlar. İbadette Hanefi, imanda Maturidi olduğumuzu söylesek de, uygulamalarımız maalesef Eşari gibi. Durum ortada çünkü. Misyonerler, bu dini özne olmaktan çıkardılar, nesne haline getirdiler. Neyse...
DİN HEP VAR OLACAK
Ama, şu anki gidişat dini yok etme gidişatı. Aklı kullanmadan, akılcı, çağdaş ve insan fıtratına uygun usuller bulmadan yeni nesillere dini anlatmak zor. Yeni nesil soruyor, sorguluyor. Çünkü akıllı telefon, bilgisayar ile herşeye ulaşabiliyorlar. Ya da birileri onlara ulaşabiliyor. İlahiyatçılar gençlerin soru ve sorunlarına karşılık, onları ikna edecek bilgi, sabır, akıl ve gönüle sahipler mi? Helal lokma yemişse korkmayın. Haram yemişler ise hakikatı bulmaları zor, diye de ekliyor konuğumuz.
Alanında çok yetkin olan dostumuz, gençleri ikna etmek kolay değil. On dakikada izah ve ikna zor, hatta mümkün değil. 5-7 gün olsa belki ikna edebilirim diyor. Sevgi ve samimiyet ile etki paraleldir. Genç aura/ müspet enerji ile rahatlayacak. Severse soruyu bırakıyor, çünkü düşünüyor. Cevapları içselleştirmek zaman istiyor. Yargılamamak gerek. Yargılarsak, genci karşımıza alırız. Gençlerde dikkat çok dağınık. Genel anlamda işimiz çok zor. Sportif faaliyetler işe yarayabilir, güven ve sevgi bağını tesis için.
ALLAH VE TOPLUMLAR
Toplumların dönüşümü de çöküşüne benzer. 300 yılda çökerken, 300 yılda da yükselirsiniz. K.Kerim; inanırsanız güçlüsünüz diyor. Allah bir şeye ol derse olur tabii ki. Ama, O'nun "ol" demesi de yine kendi kanunları çerçevesindedir. Bugün ekilen tohumun hasatı aynı gün olmaz. Yeryüzünde birçok kavim, millet var. Ama iki tanesi başat. Biri Türk milleti. Allah'ın adalet, sevgi, merhamet gibi temel ilkeleri olan dinini yüceltecek işte bu millet. Bu işe talip başka bir millet de yok. Bu topraklarda altıyla üstüyle bereket var, himmet var. Diğeri ise Yahudiler. Sanki şeytanın eli kolu gibiler.
DİN KÜLTÜRLEŞİRSE YAŞAR
Din (tabii ki İslam) kültürleşmedikçe etkili olamaz. Ya da kültür kılığına girmemiş din yaşayamaz. İyi niyetle de düşünülse, gerçek şu ki, fıkıh kültürü Arap yaşantı ve kültürüne göre oluşmuştur. O çağın imkânları, iklim, coğrafya, ticaret ve insani ilişkilerinin oluşturduğu "yaşam kültürü", dinin esasına aykırı ve zarar verici olmadığı sürece her toplumda farklılık gösterebilir. Sıcak iklimin giysisi soğuk iklimde giyilecek değil ya. Din dışı kültürel özellikler de dinin parçası ve vazgeçilmezi gibi aynen taşınamaz. Bazılarının dinin parçası, şartı sandıkları bu kültürel özellikler dini değildir çünkü. Türbe, kandil, mevlit gibi adetler dinin bizdeki kültürleşmesidir. Keza ölenin arkasından 7 gün Yasin, Tebareke okunur. Dinde yoktur, doğru. Ama okunur.
Kandil bize özel bir isim ve gelenektir. Kutsal gün ve gecelere verilen önem ve sevincin etkileriyle doğmuştur. O geceye dikkat çeksin, aydınlatsın, farkındalık oluştursun diye sadece Türk coğrafyasında uygulanan, kandil yakarak aydınlatma da din kültürünün parçası olmuştur. Kandil simiti, kandil mahyaları, kandil mevlidi vs. "İslam'da bunlar yok, bidat" deyip yok ederseniz, halkın zihninde dini çağrıştıran unsurlar da silinir gider. Bunlar dini duyguları taşıyıcı unsurlardır.
Dinde zorlama yok. Kimse kimseyi Cennete de Cehenneme de gönderemez. Allah'la kul arasındaki konular Allah'a bırakılmalı. İnanç ve ibadet konuları bireyseldir. Ancak kamuya ait konular ise farklıdır. Ahlâk, -tanımı ve kapsamı üzerine düşünülmeli- kamuyu ilgilendiren, onu olumlu veya olumsuz etkileyen özellikler taşır.
Dostumuz devam ediyor; Herşeyin yenisi, hocanın eskisi makbuldür, derler. Gençken devirdiğimiz çamlar ve ahkâmlarla günahlarından dolayı Cehenneme gönderdiğimiz insanları hatırlıyorum. Ne zaman ki Cemal Sofuoğlu hoca ile Bursalı Hafız Fahri beyi tanıdım, herşey değişti.
EBU HANİFE
Maturidi "İbadet ahlâk vermez. Güzel ahlâk ibadet getirir" diyor. İbadetler ihtiyaçtır. İbadeti borç olarak ele aldığımızda sıkıntı oluyor. İlginç ve güçlü bir iradeye sahip olan Ebu Hanife ise; siyaset ile din uyuşmaz, diyor ve yanlışlara itiraz ediyor. Emeviler ve Abbasiler döneminde yaşıyor. Büyük imam Ebu Hanife'ye (Arap değildir) Emeviler; halifelik iktidarımızı sorgulama da ne yaparsan yap demişler, mealen. Aslında bütün peygamberler iktidarları sorgulamış, onlar ise şiddet ve ölümle cevap vermişler.
CAHİLLİK
Cahillik yeni bilgiye kapalı olmaktır. İnsan neyi bilmiyorsa onun cahildir dense de, aslında cahillik bilgisizlik değildir. Yeni bilgiye kapalı olmaktır. Bu, öğrenmeyi reddetmek veya kapıyı kapalı tutmak, kapalı olmak anlamına gelir. Bilmediğini öğrendiğinde veya anlamadığını anladığında, memnuniyet dolu " evvet...." ile başlayan cevap, öğrenmeye açık zihinlerin kanıtıdır, diyebiliriz. Yani, bilmemek başka, cehalet başkadır.
Kuranı Kerimi anlayarak okumak tabii ki değerlidir. Ancak Ramazandaki "mukabele geleneği" gibi "anlamadan okumak" bile bir kültürdür, dini yaşatır. Anlamadan okunur mu deyip, karşı çıkmamak gerekir. Eleştirmek yerine başta kendimiz olmak üzere, Türkçe mealini tekrar tekrar okumalı ve okunmasını da teşvik etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Her okuyuşta, farklı bir dikkat, öğrenme, anlama ve algı oluşuyor çünkü.
Ramazan Bayramınızı gönülden kutlarım. Mutlu ve sağlıklı yaşayın.
Selâm ve saygılarımla. (25.03.2025, Manisa)
FACEBOOK YORUMLAR