AŞK ŞEHRİ KONYA VE MEVLANA
Süleyman Sami İLKER
(2-7 Aralık 2024)
“Bu aile emekli mi, vakitleri ve imkânları pek mi çok! Gezip duruyorlar dünyayı..” demeyin. Yıllık izinlerinin bile ancak üçte birini kullanabilen, emeklilik gününün gelip çattığı haftada bile (uzatmalardayım) yazıları, dersleri, hasta ve ameliyat randevuları olan insanlarız. Bundan da bir şikâyetimiz de yok. “Beşikten mezara kadar” ölçüsü. Hatta şimdi yine eskilerde kalan bir yazının başlığı aklıma geliveriyor. Yıllar önce genelağda tarama yaparken bir yazı ile karşılaşmış, başlığına da çarpılmıştım adeta. Sonra tekrar tekrar arasam da o makaleyi bulamadım bir daha. Şöyle idi başlık; “Kuranı Kerim’de Yer Almayan İki Kavram: Emeklilik ve Tatil” Emekli olsak da arada bir kısa tatil yapsak da işin uğraşın bitmemesi gereğine vurgu yapmaktaydı yazı. Neyse.
Aylar önce pilot oğlum, aralıkta iznim olacak, siz ve teyzemlerle Konya’ya gidelim. Hem de o dönemde Şeb-i Arus var. Biletler benden, dedi. Almış. Türkmenistan gezisinden (eşim için bilimsel toplantı idi) dönüp iki gece evimizde kaldıktan sonra tekrar, bu defa kara yoluyla istikamet Konya. Oğlum önce Manisa’ya geldi. Onun aracıyla yola çıkıyoruz. Gördes’ten teyzesi ve eşi Ali beyle Kula’da; Ankara’dan hızlı tren ile gelecek kızımla da Konya’daki otelde buluşacağız. Oteli eşimle benim ortak eski arkadaşımız Konya’da ikamet eden Feridun bey ayarladı, bildiği, beğendiği bir otelden.
GEZ DÜNYAYI GÖR KONYA’YI
Bu tekerleme halkımız tarafından yaygın şeklide bilinir. Konya İkonyum kelimesinin Türkçe ses düzenine göre uyarlanmış şeklidir. Bu satırları yazarken beynim de, dağarcığında kayıtlı (hafıza) söz, şiir ve görselleri ön belleğe, yüzeye çıkarıyor, dile aktarıyor. Arif Nihat Asya’nın Ağıt adlı şiirinin son kıtasını tekrarlayıp duruyor. Susturmak için yazıya döküyorum ve beynim “unutma /hatırla” kalıbından çıkıp ön bellekten kaldırıyor İkonyum’u. Ama Konya, Mevlâna gündemde kalacak hep.
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum
“Sangaryos”u Sakarya yapan
“İkonyom”u Konya yapan
Dille konuşurdum.
(Ağıt, Arif Nihat Asya)
Türkler tarihten ve atalarından gelen öz güvenle vatan yaptıkları coğrafyalarda mevcut yerleşiklerin ve kavimlerin kullandıkları şehir isimlerinden hiç gocunmamış, dokunmamışlar. Sadece Türkçe aksana uygun telaffuz değişiklikleriyle yetinmişler. Ancak dağ, bayır, yayla, ova, nehir, geçit, boğaz gibi doğal yeryüzü yapılarına Türkçe adlar koymuşlar. Mesela, Türkistan coğrafyasındaki Seyhun ve Ceyhun nehir adlarını, Adana Çukurova’da bu nehirlere çok benzettikleri iki nehire Seyhan ve Ceyhan olarak vermişler.
OTEL VE İLK GECE
Kula’da buluştuğumuz iki yakınımız ile iki ayrı araçla yoldayız. Afyon molasından sonra, Konya ovası üzerinden otelimize ulaşıyoruz. Odaları küçük de olsa, merkezi yerde ve uluslararası ölçütlerde olan otelimiz bizim için yeterli konforu sağlıyordu. İki saat kadar sonra tek araba ile biletleri önceden alınmış Şeb-i Arus gecesine gideceğiz. Arabamızda ve telefonlarımızda yol kılavuzu, yolbul (navigasyon) var. Konya Gar diye yazdık ama kızımı orada bulamadık. Telefon ile haberleşiyoruz. Ben garın hemen önündeyim diyor ama nafile. Tabelada Selçuklu Hızlı Tren yazılı diyor ve biz ayılıyoruz. Hızlı tren için ayrı bir gar varmış. Tabii bizim gibi şehri tanımayanlar böyle öğreniyor bazı şeyleri. Tekrar Selçuk Hızlı Tren garı diye yazıp doğru noktaya ulaşıyoruz.
ŞEB-İ ARUS / VUSLAT GECESİ
Türkçeye tam çevirisi “Düğün Gecesi”, Farsçada şeb: gece, Arapça arus: düğün kelimelerinden oluşmuş bir terkip. Mevlevilikte Mevlânâ Celaleddin-i Rumî'nin öldüğü geceye verilen ad. Vuslat yani kavuşma gecesi. Sevdiğine (Rabbine) kavuşmayı bir kaygı, korku değil, düğün gecesine benzeten bir ilahî aşk, Allah aşkı.
Bu yıl 751.si kutlanan bu gece ve dolayısıyla Mevlâna hazretlerini anma ve mesajlarını anlama, eserleri hakkında meraklandırma amaçlı bu faaliyetler hemen her yıl on gün kadar sürüyor. Daha önceki bazı yıllarda Uluslararası Mistik Müzik Şenliği de vardı, biliyoruz. Bu yıl yoktu. Yurt dışı ve içinden on binlerce insan Konya’yı ziyaret ediyor. Konya yüzyıllardan beri Mevlâna ve Mevlevîliğin etkisiyle bir çekim merkezi olmuş ve olmaya devam ediyor. Başlama saatinden bir saat kadar önce Mevlâna müzesine yakın ve aynı cadde üzerindeki Mevlâna Kültür Merkezi önündeyiz. Avlu kalabalık.
Otobüslerle uzak şehirlerden gelenler de var, merkezden de. Her yer temiz, bakımlı ve görevliler gayretli. Bir belediye aracı hazır mutfak şeklinde, avludaki misafirlere sıcak salep ikram ediyor. Son yarım bardak salep, Ali beyin çabasıyla arabayı bırakmak için geriden gelen oğluma nasip oldu. Sonra araç kepengini kapattı, çünkü ikram bitmişti. Soğuk havada güzel bir lezzet, güzel bir jest.
8-10 dönümlük bir arazi üzerindeki bu merkezin ortasında yaklaşık 3 bin kişilik tribünlü dev bir yuvarlak salondayız. Davudî sesli bir sunucu programı takdim ediyor. Arkasından Lazkiye (Suriye) Mevlevîhanesinden bir görevli Mevlevî hoca Âl-i İmran suresinden kısa bir bölüm okuyor ve tepeye yakın büyük bir ekrandan anlamı veriliyor izleyenlere. Sonra tasavvuf üzerine çalışan akademisyen Mahmut Erol Kılıç’a söz veriliyor Mevlâna hakkında. Özetle:
MEVLANA MESNEVİDE NE DİYOR?
Sema kelimesinin gökyüzü anlamının dışında, işitmek anlamı da vardır. Mevlevîlikte ise, dervişlerin ney, rebap, kudüm gibi çalgıların ritmiyle kollarını açıp dönerek yaptıkları bir ayindir. Sağ el yukarı bakar, sol el aşağıya. Hak'tan alıp halka verme/saçma işareti. Dönerlerken Hakk’ı zikrederler “Allah Allah” diyerek sessizce. Sema bir çeşit ibadetin süslemesidir, süsüdür. Sema edilir, sema gösteri değildir. Bu nedenle ayinin sonunda alkış olmamalıdır; dese de bir kısım insanlarımız memnuniyetten kendilerini alamayıp alkışlıyorlar. Atomdan, hacca, evrene her şey döner, bir ahenk ve kurallar içerisinde. 26 bin beyitlik bir Mesnevî ve toplam beş kitap bırakmış geriye. Coşkun bir Hak aşkı ile o söylemiş, Hüsamettin Çelebî tarafından kayda geçirilmiş.
Meyveli ağaç taşlanır denir. O gün de bu gün de onu anlamayıp ileri geri hakkında konuşanların sözleri de bir bilgiye dayanılarak söylenmiş sözler değildir doğal olarak. "Aslını bilmediğiniz sözün arkasına takılmayın, konuşmayın, yaymayın. Mesul olursunuz" mealindeki inanç ve ahlâk ölçülerimizin umursanmaması, unutulması bizi sorumluluktan muaf tutmaz. Hakkında kesin bilgi, güvenilir şahit olmayan bir konu veya kişi hakkında konuşmak iftiradır. Hafif şekli ise dedikodu, gıybettir. Bunları konuşmak ise insanı Hak nezdinde sorumlu hale getirir.
Bu iftiraları konuşana, Mesnevî veya diğer eserlerden kaç beyit okudunuz, aklınızda iyiliğe dair ne kaldı diye somak geliyor insanın aklına, gönlüne. Peygamberlerin bile onca güçlü hakikat öğreticisi oldukları halde, ne kadar tepkilere, kötülemelere ve hatta düşmanlıklara maruz kaldıkları da bilinen haller.
“Ben Kur’an’ın bendesiyim. Ağzımdan başka bir şey çıkarsa onu silin, yok edin!” diyor Hz Mevlana.
NEY, MEVLEVİLİKTE SİMGELER, MANALAR
Ney, sazlıklarda yetişen kamıştan yapılan, her şeyi sembollerle izah edilen mistik üflemeli, kavala benzeyen bir müzik aygıtıdır. Ney içi dolu bir kamışken, önce içindekiler boşaltılır. Yani bu kötülüklerden arınmayı temsil eder. Kamış sonra hafif ısıtılarak pişirilir ve üzerinde yedi delik açılır. Nefsin yedi halidir bu. Tasavvuf insana nereden gelip nereye gittiğini öğretir. Dervişler semaya başlarken nefsi ve kara toprağı remz eden sırtlarındaki siyah pelerinleri atarlar, arınma gibi. Tennure denen (nurlu ten) bembeyaz giysi kefeni, ahireti; başlarındaki külah ile mezar taşını ifade eder. Bu özel giysileriyle pervaneler gibi dönmeye başlarlar. Ölüm korkusu için; “Ölmeden önce ölmüşün nesini alacaksın sen” diye hitap eder Azrail’e. Devam ediyor konuşmacı Hz. Mevlana’dan sözleriyle;
Can konağını aramadaysa cansın,
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir;
Neyi arıyorsan osun sen.
(Hz. Mevlâna)
AHMET ÖZHAN KONSERİ
Sonra İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğunu yöneten sanatçı Ahmet Özhan gecenin ruhuna uygun besteler icra ediyor. Özellikle yeni bir beste olduğunu düşündüğümüz, içinde “Ya olduğun gibi ol/ Ya da göründüğün gibi ol” nakaratı geçen parçayı çok beğeniyoruz.
KOZADAN ÇIKAN KELEBEKLER
Uzun olmayan bu konuşma ve konserden sonra dervişler meydan alıyorlar. 30-36 civarında, içlerinde 5-6 tane çocuk yaşta semazen, önce sema alanının bir kenarına sırtlarında siyah pelerinlerle beyaz koyun postlarının üzerine yan yana oturuyorlar. Şeyh Dede ve Meydancıyı önce topluca selamladıktan sonra siyah giysiler kenara atılıp sırayla tek tek Şeyh Dede selâmlandıktan sonra dönmeye ve zikre başlıyorlar. Kozasında çıkan kelebekler gibiler. Masum, temiz ve vecd halindeler. Hiçbiri diğeriyle çarpışmıyor, engellemiyor ve düşmüyorlar. Dervişler semada başları bir yana hafif eğik, kollar açık, saat yönünün tersi istikamette hem kendi etraflarında hem de alanda aynı yönde dönüyorlar. Üç kısa ara ve dört dilim (her bölüme "selâm" deniyor) halinde bir buçuk saate yakın sema ayininden sonra, dua ile sona eriyor program.
İçimden, kozadan tertemiz çıkan kelebekler gibi olmayı ve kalmayı; ölmeden önce ölmeyi, bana ve sevdiklerime de nasip et diye dua ediyorum Yaratan’a.
İKİNCİ GÜN / MEVLÂNA TÜRBESİNİ ZİYARET
Oteldeki sabah kahvaltısından sonra önce tek araçla Mevlâna Türbesine gidiyoruz. Gelen giden çok. Tarihî ve mistik bir alan. Etraftaki yapılar hep alçak ve tarihî özellikleri korunarak onarılmış, yenilenmiş. İstanbul kadar olmasa da sanki üçte bir ya da dörtte biri kadar sayıda ve önemde tarihî esere sahip Konya. Şehir genel anlamda temiz, yollar geniş ve bölünmüş, yüksek bina az, uzun tramvay sistemi var.
Gördüğüm Konya, Kayseri ve Sivas şehirleri (muhtemelen diğer şehirler de) Batı Anadolu’daki büyük birçok şehre göre çok daha kaliteli belediye hizmetlerine (belediyelere), ufku açık idarecilere sahip diye düşünüyoruz gezideki yakınlarımızla. Bir yakınım, İzmir Karşıyaka’da yaşayan kardeşinin “Bütün sahil boyu, belediyece verilen ruhsatlar sebebiyle içkili mekânlarla doldu” diye şikâyet ettiğini söylüyor. Yıllarca okuduğum, çalıştığım bu güzel şehrin güzelliklerle anılmasını arzu ve temenni ediyorum.
MEYDANDA ESKİ HALILAR
Türbeye girmeden önce yanında sivil bir emniyet aracının durduğu meydanda eski, yıpranmış, kirlenmiş onlarca el dokuma halı döşeme üstünde belirli bir yere yayılmış. İlk görenin “Bu da ne ki?” dediği alana yaklaşıyoruz. Makul bir görüntü değil. Yakındaki Kültür ve Turizm Bakanlığının broşürlerini veren tanıtan stanttaki gence soruyorum, bunlar nedir diye. O da Filistin ve Gazze’deki insanlık dışı vahşetin insan ve kültür varlıklarına verdiği zararı temsil ediyor, diyor. Sonra eski halıların yanındaki dört yüzlü tanıtım levhasını görüyor, üzerindeki birkaç dilde yazılmış açıklamayı okuyor, görüyoruz.
LEVHADA NE YAZILI?
"DOKUNAKLI
Halı, insanın mekânsal ve sosyal ilişkilerdeki ilk temas noktalarından biridir. Kişisel ve toplumsal hafızanın izlerini taşır, üzerinde yaşayan insanların kimliklerini ve aidiyet duygusunu şekillendirir. Halı, sadece bir zemin örtüsü değil, aynı zamanda kültürel bir arşiv ve zaman makinesidir; her ilmeğiyle bir hikâye anlatır.
Halılar, sofraların etrafında aileleri bir araya getiren, sohbetlerin yaşandığı, değerli anıların biriktiği mahrem bir alan sunar. Bu yönüyle insanın içsel dünyasında sakladığı derinlikleri görünür kılar. Dokuyan ve kullanan toplumlar için bir kendini ifade biçimi olmuştur.
Ancak günümüzde, başta Gazze'de medeniyetin inşa ettiği şehirler, o şehirleri oluşturan evler ve aileler yok ediliyor, tıpkı o evleri simgeleyen halılar gibi. Halı, insanlık tarihindeki bu derin bağları hatırlatmaya devam ederken, bu yıkım karşısında da bir sessiz tanık olarak varlığını sürdürüyor."
Akabinde, müze kısmını ve Mevlâna hazretlerinin kabrini ziyaret ediyor, buradaki büyüklere birer Fatiha gönderiyoruz. Dünyayı yüzlerce yıldır etkileyen bu mübarek yer ve şehri ziyaret etmek bir istek, irade ve nasip gerektiriyor, diye düşünüyorum.
KONYA ŞEHİR TURU
Müzeden çıkanlara elindeki broşürlerle bir genç “Konya Büyükşehir Belediyesinin iki katlı özel bir otobüsü ile şehri gezip görebilirsiniz!” deyince, birkaç sorudan sonra katılmaya karar veriyor, otobüsün üst katından olmak üzere biletlerimizi alıyoruz. 13.30’da hareket ediyoruz. Önce tarihî eserlerin, mezarların, Mevlâna Kültür merkezi ve anıtların yer aldığı yakın plandaki alanların etrafında bir tur attıktan sonra Alaattin Tepesine doğru ilerliyor aracımız.
Bir bayan rehber de ses düzeneği ile yolun iki yanındaki resmî veya sivil önemli binalar ve eserler hakkında bilgi veriyor. Alaattin Tepesinin olduğu yer aslında bir höyüktür ve dünyanın ikinci büyük döner kavşağıdır diyor rehberimiz. Yol boyunda gördüğümüz özgün bir tarihî mimariye sahip Konya Lisesi için, “Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’da lise sayısı çok azken kurulan bu liseden Turgut Özal gibi devlet adamları, Tarık Buğra gibi edebiyatçılarımız yetişmiştir” diyor rehberimiz.
İki saati aşan gezi çok keyifli idi. Özet halinde şehrin neresinde ne var, bir fikir sahibi oluyorsunuz. Gezinin ortalarında tarihî Sille’yi görüyoruz. Burada en son Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinden önce bir grup Hristiyan Türk’ün de yaşadığını ve tarihinin çok eski olduğunu öğreniyoruz. Buradan ayrılıp, dünyadaki en büyüklerden, Türkiye’de ise tek olan “Kelebekler Vadisi”ni karşıdan gürüyoruz Meram bölgesinde. Burası 17.00’de kapandığı için rahat bir gezi olmaz deyip “Yarın sabah Konya’dan ayrılırken erken gelip, gezelim, sonra yola devam ederiz.” düşüncesiyle otelimize dönüyoruz. Vaktimizin dar olması nedeniyle şehirdeki bazı arkadaş ve tanıdıklarımızla temas kuramıyoruz. Oteli ayarlayan Feridun kardeşimizin rahatsızlığına rağmen akşam yemeği teklifine “Bir başka zaman, inşallah!” diyerek teşekkür ediyoruz.
TÜRBEÖNÜ ÇARŞISI
Gerek şehir turu öncesi gerekse sonrasında Mevlâna Türbe ve müzesi ile yanındaki Selim Camisinin batısında yer alan Türbeönü çarşısı tarihî ve otantik halde yenilenmiş, düzenlenmiş. Buraya daha önceleri Bedestan denirmiş. Şehri ziyaret eden hemen her seyyahın uğradığı, alışveriş yaptığı bir çarşı burası. Temiz, ücretsiz yeraltı tuvaleti var. Şadırvanı, çınar ağaçları, biraz ilerisinde ilginç mimarisiyle Aziziye Camisi keyifle görülecek alanlar. Caminin kapıları ve pencereleri neredeyse tavana yaklaşacak kadar yüksek ve geniş. Dışarıdan içeriye bol ışık giriyor ve etraftaki büyük ağaçlar pencerelere dekor oluşturuyor. Çarşıda, kapanma hazırlığındaki bir şekerlemeci ve çerez satan yere giriyorum. Beni gören ekibimiz, onlar da içeri giriyorlar. Çerez, kahve gibi yiyecek ve içecekler alıyoruz.
Bu arada Ege bölgesinde “çifte kuvvet veya kıstırma” denen bakkaldan alınıp iki bisküvi arasına lokum sıkıştırarak hazırlanıp yenen çocukluk tatlısı vardı. Burada onun şeffaf ambalaj içinde bir lokmalık küçük parçalar halinde hazırlanmış, tepeleme bir sepete konmuş halini gördük. Lokumu güllü ve burada adına “asfalt tatlısı” diyorlar. Sıkıştırmadan mülhem her halde. Yarımşar kilo aldık eve götürmek için. Yine Konya’da kıymalı pideye “etli ekmek” diyorlar. İsminin böyle kalması Türkiye’nin her neresinde duyulursa Konya’yı hatırlatıyor. Minik cins bamyalarla hazırlanan bamya çorbası da güzel ve lezzetli.
KELEBEKLER VADİSİ / DÖNÜŞ GÜNÜ
Sabah erkenden müzedeyiz. Burası 09.00’da açılıyor ve 11.30’dan önce kızımızı Yüksek Hızlı trene bırakmamız gerekiyor. Müzenin mimarîsi kelebek gibi, çelikten yapılmış, hemen her tarafı camlı bir yapı. Bilet ücretleri yetişkin 200, öğrenci ve 65 yaş ve üstü 100 ve yabancılara ise 350 TL. İçeri girer girmez sıcaklık ve nem hemen fark ediliyor. Gözlük camlarımız buğulanıyor. İçeride 84 çeşit uçuşan kelebek var. Hemen hepsi tropikal ülkelerden (Filipin, Panama vb.) getirilen yumurtalardan üretiliyor. Bazen insanlara konuyorlar. Sık sık kelebeklere dokunmayın ve tek yönde yürüyün uyarısı yapılıyor.
Yine Orta Anadolu belediyeciliğinin farkı diyoruz. Bölgeye ve şehre gelen bütün tur otobüsleri buraya mutlaka uğruyorlar. Erken saatte bile çok sayıda ziyaretçi vardı. Belediye gelirlerinin çok iyi olduğunu, bütün masrafların bu gelirle karşılanabileceğini düşünüyoruz. Çok zengin bir hediyelik satış alanı var. Hemen herkes az ya da çok hediyeler alıyor buradan. Hepsinin teması kelebek. İmza ise Konya Büyük Şehir Belediyesi. Kuran ve idame ettirenleri tebrik ediyorum. “Gez dünyayı gör Konya’yı” diye boşuna söylememişler.
Mevlâna hazretlerine rahmet, sevenlerine ve yolundan gidenlere, bu töreyi şehir ve kültür etkinlikleriyle sürdürenlere de selam olsun diyerek yazıyı bitirelim.
Not: Konya’da sabah ezanı imsakla birlikte okunuyor. Manisa’da ise imsaktan sonraki bir zamanda, gün doğumundan bir saat önce.
Selam ve saygılarımla. (24.12.2024, Manisa)
“Bu aile emekli mi, vakitleri ve imkânları pek mi çok! Gezip duruyorlar dünyayı..” demeyin. Yıllık izinlerinin bile ancak üçte birini kullanabilen, emeklilik gününün gelip çattığı haftada bile (uzatmalardayım) yazıları, dersleri, hasta ve ameliyat randevuları olan insanlarız. Bundan da bir şikâyetimiz de yok. “Beşikten mezara kadar” ölçüsü. Hatta şimdi yine eskilerde kalan bir yazının başlığı aklıma geliveriyor. Yıllar önce genelağda tarama yaparken bir yazı ile karşılaşmış, başlığına da çarpılmıştım adeta. Sonra tekrar tekrar arasam da o makaleyi bulamadım bir daha. Şöyle idi başlık; “Kuranı Kerim’de Yer Almayan İki Kavram: Emeklilik ve Tatil” Emekli olsak da arada bir kısa tatil yapsak da işin uğraşın bitmemesi gereğine vurgu yapmaktaydı yazı. Neyse.
Aylar önce pilot oğlum, aralıkta iznim olacak, siz ve teyzemlerle Konya’ya gidelim. Hem de o dönemde Şeb-i Arus var. Biletler benden, dedi. Almış. Türkmenistan gezisinden (eşim için bilimsel toplantı idi) dönüp iki gece evimizde kaldıktan sonra tekrar, bu defa kara yoluyla istikamet Konya. Oğlum önce Manisa’ya geldi. Onun aracıyla yola çıkıyoruz. Gördes’ten teyzesi ve eşi Ali beyle Kula’da; Ankara’dan hızlı tren ile gelecek kızımla da Konya’daki otelde buluşacağız. Oteli eşimle benim ortak eski arkadaşımız Konya’da ikamet eden Feridun bey ayarladı, bildiği, beğendiği bir otelden.
GEZ DÜNYAYI GÖR KONYA’YI
Bu tekerleme halkımız tarafından yaygın şeklide bilinir. Konya İkonyum kelimesinin Türkçe ses düzenine göre uyarlanmış şeklidir. Bu satırları yazarken beynim de, dağarcığında kayıtlı (hafıza) söz, şiir ve görselleri ön belleğe, yüzeye çıkarıyor, dile aktarıyor. Arif Nihat Asya’nın Ağıt adlı şiirinin son kıtasını tekrarlayıp duruyor. Susturmak için yazıya döküyorum ve beynim “unutma /hatırla” kalıbından çıkıp ön bellekten kaldırıyor İkonyum’u. Ama Konya, Mevlâna gündemde kalacak hep.
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum
“Sangaryos”u Sakarya yapan
“İkonyom”u Konya yapan
Dille konuşurdum.
(Ağıt, Arif Nihat Asya)
Türkler tarihten ve atalarından gelen öz güvenle vatan yaptıkları coğrafyalarda mevcut yerleşiklerin ve kavimlerin kullandıkları şehir isimlerinden hiç gocunmamış, dokunmamışlar. Sadece Türkçe aksana uygun telaffuz değişiklikleriyle yetinmişler. Ancak dağ, bayır, yayla, ova, nehir, geçit, boğaz gibi doğal yeryüzü yapılarına Türkçe adlar koymuşlar. Mesela, Türkistan coğrafyasındaki Seyhun ve Ceyhun nehir adlarını, Adana Çukurova’da bu nehirlere çok benzettikleri iki nehire Seyhan ve Ceyhan olarak vermişler.
OTEL VE İLK GECE
Kula’da buluştuğumuz iki yakınımız ile iki ayrı araçla yoldayız. Afyon molasından sonra, Konya ovası üzerinden otelimize ulaşıyoruz. Odaları küçük de olsa, merkezi yerde ve uluslararası ölçütlerde olan otelimiz bizim için yeterli konforu sağlıyordu. İki saat kadar sonra tek araba ile biletleri önceden alınmış Şeb-i Arus gecesine gideceğiz. Arabamızda ve telefonlarımızda yol kılavuzu, yolbul (navigasyon) var. Konya Gar diye yazdık ama kızımı orada bulamadık. Telefon ile haberleşiyoruz. Ben garın hemen önündeyim diyor ama nafile. Tabelada Selçuklu Hızlı Tren yazılı diyor ve biz ayılıyoruz. Hızlı tren için ayrı bir gar varmış. Tabii bizim gibi şehri tanımayanlar böyle öğreniyor bazı şeyleri. Tekrar Selçuk Hızlı Tren garı diye yazıp doğru noktaya ulaşıyoruz.
ŞEB-İ ARUS / VUSLAT GECESİ
Türkçeye tam çevirisi “Düğün Gecesi”, Farsçada şeb: gece, Arapça arus: düğün kelimelerinden oluşmuş bir terkip. Mevlevilikte Mevlânâ Celaleddin-i Rumî'nin öldüğü geceye verilen ad. Vuslat yani kavuşma gecesi. Sevdiğine (Rabbine) kavuşmayı bir kaygı, korku değil, düğün gecesine benzeten bir ilahî aşk, Allah aşkı.
Bu yıl 751.si kutlanan bu gece ve dolayısıyla Mevlâna hazretlerini anma ve mesajlarını anlama, eserleri hakkında meraklandırma amaçlı bu faaliyetler hemen her yıl on gün kadar sürüyor. Daha önceki bazı yıllarda Uluslararası Mistik Müzik Şenliği de vardı, biliyoruz. Bu yıl yoktu. Yurt dışı ve içinden on binlerce insan Konya’yı ziyaret ediyor. Konya yüzyıllardan beri Mevlâna ve Mevlevîliğin etkisiyle bir çekim merkezi olmuş ve olmaya devam ediyor. Başlama saatinden bir saat kadar önce Mevlâna müzesine yakın ve aynı cadde üzerindeki Mevlâna Kültür Merkezi önündeyiz. Avlu kalabalık.
Otobüslerle uzak şehirlerden gelenler de var, merkezden de. Her yer temiz, bakımlı ve görevliler gayretli. Bir belediye aracı hazır mutfak şeklinde, avludaki misafirlere sıcak salep ikram ediyor. Son yarım bardak salep, Ali beyin çabasıyla arabayı bırakmak için geriden gelen oğluma nasip oldu. Sonra araç kepengini kapattı, çünkü ikram bitmişti. Soğuk havada güzel bir lezzet, güzel bir jest.
8-10 dönümlük bir arazi üzerindeki bu merkezin ortasında yaklaşık 3 bin kişilik tribünlü dev bir yuvarlak salondayız. Davudî sesli bir sunucu programı takdim ediyor. Arkasından Lazkiye (Suriye) Mevlevîhanesinden bir görevli Mevlevî hoca Âl-i İmran suresinden kısa bir bölüm okuyor ve tepeye yakın büyük bir ekrandan anlamı veriliyor izleyenlere. Sonra tasavvuf üzerine çalışan akademisyen Mahmut Erol Kılıç’a söz veriliyor Mevlâna hakkında. Özetle:
MEVLANA MESNEVİDE NE DİYOR?
Sema kelimesinin gökyüzü anlamının dışında, işitmek anlamı da vardır. Mevlevîlikte ise, dervişlerin ney, rebap, kudüm gibi çalgıların ritmiyle kollarını açıp dönerek yaptıkları bir ayindir. Sağ el yukarı bakar, sol el aşağıya. Hak'tan alıp halka verme/saçma işareti. Dönerlerken Hakk’ı zikrederler “Allah Allah” diyerek sessizce. Sema bir çeşit ibadetin süslemesidir, süsüdür. Sema edilir, sema gösteri değildir. Bu nedenle ayinin sonunda alkış olmamalıdır; dese de bir kısım insanlarımız memnuniyetten kendilerini alamayıp alkışlıyorlar. Atomdan, hacca, evrene her şey döner, bir ahenk ve kurallar içerisinde. 26 bin beyitlik bir Mesnevî ve toplam beş kitap bırakmış geriye. Coşkun bir Hak aşkı ile o söylemiş, Hüsamettin Çelebî tarafından kayda geçirilmiş.
Meyveli ağaç taşlanır denir. O gün de bu gün de onu anlamayıp ileri geri hakkında konuşanların sözleri de bir bilgiye dayanılarak söylenmiş sözler değildir doğal olarak. "Aslını bilmediğiniz sözün arkasına takılmayın, konuşmayın, yaymayın. Mesul olursunuz" mealindeki inanç ve ahlâk ölçülerimizin umursanmaması, unutulması bizi sorumluluktan muaf tutmaz. Hakkında kesin bilgi, güvenilir şahit olmayan bir konu veya kişi hakkında konuşmak iftiradır. Hafif şekli ise dedikodu, gıybettir. Bunları konuşmak ise insanı Hak nezdinde sorumlu hale getirir.
Bu iftiraları konuşana, Mesnevî veya diğer eserlerden kaç beyit okudunuz, aklınızda iyiliğe dair ne kaldı diye somak geliyor insanın aklına, gönlüne. Peygamberlerin bile onca güçlü hakikat öğreticisi oldukları halde, ne kadar tepkilere, kötülemelere ve hatta düşmanlıklara maruz kaldıkları da bilinen haller.
“Ben Kur’an’ın bendesiyim. Ağzımdan başka bir şey çıkarsa onu silin, yok edin!” diyor Hz Mevlana.
NEY, MEVLEVİLİKTE SİMGELER, MANALAR
Ney, sazlıklarda yetişen kamıştan yapılan, her şeyi sembollerle izah edilen mistik üflemeli, kavala benzeyen bir müzik aygıtıdır. Ney içi dolu bir kamışken, önce içindekiler boşaltılır. Yani bu kötülüklerden arınmayı temsil eder. Kamış sonra hafif ısıtılarak pişirilir ve üzerinde yedi delik açılır. Nefsin yedi halidir bu. Tasavvuf insana nereden gelip nereye gittiğini öğretir. Dervişler semaya başlarken nefsi ve kara toprağı remz eden sırtlarındaki siyah pelerinleri atarlar, arınma gibi. Tennure denen (nurlu ten) bembeyaz giysi kefeni, ahireti; başlarındaki külah ile mezar taşını ifade eder. Bu özel giysileriyle pervaneler gibi dönmeye başlarlar. Ölüm korkusu için; “Ölmeden önce ölmüşün nesini alacaksın sen” diye hitap eder Azrail’e. Devam ediyor konuşmacı Hz. Mevlana’dan sözleriyle;
Can konağını aramadaysa cansın,
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir;
Neyi arıyorsan osun sen.
(Hz. Mevlâna)
AHMET ÖZHAN KONSERİ
Sonra İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğunu yöneten sanatçı Ahmet Özhan gecenin ruhuna uygun besteler icra ediyor. Özellikle yeni bir beste olduğunu düşündüğümüz, içinde “Ya olduğun gibi ol/ Ya da göründüğün gibi ol” nakaratı geçen parçayı çok beğeniyoruz.
KOZADAN ÇIKAN KELEBEKLER
Uzun olmayan bu konuşma ve konserden sonra dervişler meydan alıyorlar. 30-36 civarında, içlerinde 5-6 tane çocuk yaşta semazen, önce sema alanının bir kenarına sırtlarında siyah pelerinlerle beyaz koyun postlarının üzerine yan yana oturuyorlar. Şeyh Dede ve Meydancıyı önce topluca selamladıktan sonra siyah giysiler kenara atılıp sırayla tek tek Şeyh Dede selâmlandıktan sonra dönmeye ve zikre başlıyorlar. Kozasında çıkan kelebekler gibiler. Masum, temiz ve vecd halindeler. Hiçbiri diğeriyle çarpışmıyor, engellemiyor ve düşmüyorlar. Dervişler semada başları bir yana hafif eğik, kollar açık, saat yönünün tersi istikamette hem kendi etraflarında hem de alanda aynı yönde dönüyorlar. Üç kısa ara ve dört dilim (her bölüme "selâm" deniyor) halinde bir buçuk saate yakın sema ayininden sonra, dua ile sona eriyor program.
İçimden, kozadan tertemiz çıkan kelebekler gibi olmayı ve kalmayı; ölmeden önce ölmeyi, bana ve sevdiklerime de nasip et diye dua ediyorum Yaratan’a.
İKİNCİ GÜN / MEVLÂNA TÜRBESİNİ ZİYARET
Oteldeki sabah kahvaltısından sonra önce tek araçla Mevlâna Türbesine gidiyoruz. Gelen giden çok. Tarihî ve mistik bir alan. Etraftaki yapılar hep alçak ve tarihî özellikleri korunarak onarılmış, yenilenmiş. İstanbul kadar olmasa da sanki üçte bir ya da dörtte biri kadar sayıda ve önemde tarihî esere sahip Konya. Şehir genel anlamda temiz, yollar geniş ve bölünmüş, yüksek bina az, uzun tramvay sistemi var.
Gördüğüm Konya, Kayseri ve Sivas şehirleri (muhtemelen diğer şehirler de) Batı Anadolu’daki büyük birçok şehre göre çok daha kaliteli belediye hizmetlerine (belediyelere), ufku açık idarecilere sahip diye düşünüyoruz gezideki yakınlarımızla. Bir yakınım, İzmir Karşıyaka’da yaşayan kardeşinin “Bütün sahil boyu, belediyece verilen ruhsatlar sebebiyle içkili mekânlarla doldu” diye şikâyet ettiğini söylüyor. Yıllarca okuduğum, çalıştığım bu güzel şehrin güzelliklerle anılmasını arzu ve temenni ediyorum.
MEYDANDA ESKİ HALILAR
Türbeye girmeden önce yanında sivil bir emniyet aracının durduğu meydanda eski, yıpranmış, kirlenmiş onlarca el dokuma halı döşeme üstünde belirli bir yere yayılmış. İlk görenin “Bu da ne ki?” dediği alana yaklaşıyoruz. Makul bir görüntü değil. Yakındaki Kültür ve Turizm Bakanlığının broşürlerini veren tanıtan stanttaki gence soruyorum, bunlar nedir diye. O da Filistin ve Gazze’deki insanlık dışı vahşetin insan ve kültür varlıklarına verdiği zararı temsil ediyor, diyor. Sonra eski halıların yanındaki dört yüzlü tanıtım levhasını görüyor, üzerindeki birkaç dilde yazılmış açıklamayı okuyor, görüyoruz.
LEVHADA NE YAZILI?
"DOKUNAKLI
Halı, insanın mekânsal ve sosyal ilişkilerdeki ilk temas noktalarından biridir. Kişisel ve toplumsal hafızanın izlerini taşır, üzerinde yaşayan insanların kimliklerini ve aidiyet duygusunu şekillendirir. Halı, sadece bir zemin örtüsü değil, aynı zamanda kültürel bir arşiv ve zaman makinesidir; her ilmeğiyle bir hikâye anlatır.
Halılar, sofraların etrafında aileleri bir araya getiren, sohbetlerin yaşandığı, değerli anıların biriktiği mahrem bir alan sunar. Bu yönüyle insanın içsel dünyasında sakladığı derinlikleri görünür kılar. Dokuyan ve kullanan toplumlar için bir kendini ifade biçimi olmuştur.
Ancak günümüzde, başta Gazze'de medeniyetin inşa ettiği şehirler, o şehirleri oluşturan evler ve aileler yok ediliyor, tıpkı o evleri simgeleyen halılar gibi. Halı, insanlık tarihindeki bu derin bağları hatırlatmaya devam ederken, bu yıkım karşısında da bir sessiz tanık olarak varlığını sürdürüyor."
Akabinde, müze kısmını ve Mevlâna hazretlerinin kabrini ziyaret ediyor, buradaki büyüklere birer Fatiha gönderiyoruz. Dünyayı yüzlerce yıldır etkileyen bu mübarek yer ve şehri ziyaret etmek bir istek, irade ve nasip gerektiriyor, diye düşünüyorum.
KONYA ŞEHİR TURU
Müzeden çıkanlara elindeki broşürlerle bir genç “Konya Büyükşehir Belediyesinin iki katlı özel bir otobüsü ile şehri gezip görebilirsiniz!” deyince, birkaç sorudan sonra katılmaya karar veriyor, otobüsün üst katından olmak üzere biletlerimizi alıyoruz. 13.30’da hareket ediyoruz. Önce tarihî eserlerin, mezarların, Mevlâna Kültür merkezi ve anıtların yer aldığı yakın plandaki alanların etrafında bir tur attıktan sonra Alaattin Tepesine doğru ilerliyor aracımız.
Bir bayan rehber de ses düzeneği ile yolun iki yanındaki resmî veya sivil önemli binalar ve eserler hakkında bilgi veriyor. Alaattin Tepesinin olduğu yer aslında bir höyüktür ve dünyanın ikinci büyük döner kavşağıdır diyor rehberimiz. Yol boyunda gördüğümüz özgün bir tarihî mimariye sahip Konya Lisesi için, “Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’da lise sayısı çok azken kurulan bu liseden Turgut Özal gibi devlet adamları, Tarık Buğra gibi edebiyatçılarımız yetişmiştir” diyor rehberimiz.
İki saati aşan gezi çok keyifli idi. Özet halinde şehrin neresinde ne var, bir fikir sahibi oluyorsunuz. Gezinin ortalarında tarihî Sille’yi görüyoruz. Burada en son Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinden önce bir grup Hristiyan Türk’ün de yaşadığını ve tarihinin çok eski olduğunu öğreniyoruz. Buradan ayrılıp, dünyadaki en büyüklerden, Türkiye’de ise tek olan “Kelebekler Vadisi”ni karşıdan gürüyoruz Meram bölgesinde. Burası 17.00’de kapandığı için rahat bir gezi olmaz deyip “Yarın sabah Konya’dan ayrılırken erken gelip, gezelim, sonra yola devam ederiz.” düşüncesiyle otelimize dönüyoruz. Vaktimizin dar olması nedeniyle şehirdeki bazı arkadaş ve tanıdıklarımızla temas kuramıyoruz. Oteli ayarlayan Feridun kardeşimizin rahatsızlığına rağmen akşam yemeği teklifine “Bir başka zaman, inşallah!” diyerek teşekkür ediyoruz.
TÜRBEÖNÜ ÇARŞISI
Gerek şehir turu öncesi gerekse sonrasında Mevlâna Türbe ve müzesi ile yanındaki Selim Camisinin batısında yer alan Türbeönü çarşısı tarihî ve otantik halde yenilenmiş, düzenlenmiş. Buraya daha önceleri Bedestan denirmiş. Şehri ziyaret eden hemen her seyyahın uğradığı, alışveriş yaptığı bir çarşı burası. Temiz, ücretsiz yeraltı tuvaleti var. Şadırvanı, çınar ağaçları, biraz ilerisinde ilginç mimarisiyle Aziziye Camisi keyifle görülecek alanlar. Caminin kapıları ve pencereleri neredeyse tavana yaklaşacak kadar yüksek ve geniş. Dışarıdan içeriye bol ışık giriyor ve etraftaki büyük ağaçlar pencerelere dekor oluşturuyor. Çarşıda, kapanma hazırlığındaki bir şekerlemeci ve çerez satan yere giriyorum. Beni gören ekibimiz, onlar da içeri giriyorlar. Çerez, kahve gibi yiyecek ve içecekler alıyoruz.
Bu arada Ege bölgesinde “çifte kuvvet veya kıstırma” denen bakkaldan alınıp iki bisküvi arasına lokum sıkıştırarak hazırlanıp yenen çocukluk tatlısı vardı. Burada onun şeffaf ambalaj içinde bir lokmalık küçük parçalar halinde hazırlanmış, tepeleme bir sepete konmuş halini gördük. Lokumu güllü ve burada adına “asfalt tatlısı” diyorlar. Sıkıştırmadan mülhem her halde. Yarımşar kilo aldık eve götürmek için. Yine Konya’da kıymalı pideye “etli ekmek” diyorlar. İsminin böyle kalması Türkiye’nin her neresinde duyulursa Konya’yı hatırlatıyor. Minik cins bamyalarla hazırlanan bamya çorbası da güzel ve lezzetli.
KELEBEKLER VADİSİ / DÖNÜŞ GÜNÜ
Sabah erkenden müzedeyiz. Burası 09.00’da açılıyor ve 11.30’dan önce kızımızı Yüksek Hızlı trene bırakmamız gerekiyor. Müzenin mimarîsi kelebek gibi, çelikten yapılmış, hemen her tarafı camlı bir yapı. Bilet ücretleri yetişkin 200, öğrenci ve 65 yaş ve üstü 100 ve yabancılara ise 350 TL. İçeri girer girmez sıcaklık ve nem hemen fark ediliyor. Gözlük camlarımız buğulanıyor. İçeride 84 çeşit uçuşan kelebek var. Hemen hepsi tropikal ülkelerden (Filipin, Panama vb.) getirilen yumurtalardan üretiliyor. Bazen insanlara konuyorlar. Sık sık kelebeklere dokunmayın ve tek yönde yürüyün uyarısı yapılıyor.
Yine Orta Anadolu belediyeciliğinin farkı diyoruz. Bölgeye ve şehre gelen bütün tur otobüsleri buraya mutlaka uğruyorlar. Erken saatte bile çok sayıda ziyaretçi vardı. Belediye gelirlerinin çok iyi olduğunu, bütün masrafların bu gelirle karşılanabileceğini düşünüyoruz. Çok zengin bir hediyelik satış alanı var. Hemen herkes az ya da çok hediyeler alıyor buradan. Hepsinin teması kelebek. İmza ise Konya Büyük Şehir Belediyesi. Kuran ve idame ettirenleri tebrik ediyorum. “Gez dünyayı gör Konya’yı” diye boşuna söylememişler.
Mevlâna hazretlerine rahmet, sevenlerine ve yolundan gidenlere, bu töreyi şehir ve kültür etkinlikleriyle sürdürenlere de selam olsun diyerek yazıyı bitirelim.
Not: Konya’da sabah ezanı imsakla birlikte okunuyor. Manisa’da ise imsaktan sonraki bir zamanda, gün doğumundan bir saat önce.
Selam ve saygılarımla. (24.12.2024, Manisa)
FACEBOOK YORUMLAR