Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (8);UYANMA GECİKME

02 Eylül 2024 - 23:04

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (8);UYANMA GECİKME

(27 TEMMUZ 2024)

Saat 23.00’da yatmıştık gece. Sabah 06.30’da uyandık. Programda kalkış saatinin 08.00 olmasının rahatlığını yaşıyoruz, mahmur. Biraz daha uzanıp çanta ve eşyaları toplayalım derken 06.45’de kapı tıklandı. Açtım, İgor bey “Sizi bekliyoruz“ deyince şaşırıyoruz. “Sekiz değil miydi” soruma, “Dün 06.45 diye duyurmuştuk” şeklinde cevaplıyor. Nerede söylediniz, dedim, otobüste söylemiştik dedi. Duyuru sistemi aksamış herhalde. Bu tür seyahatlerde hem yöneticiler tekrarlamalar şeklinde duyuruları pekiştirmeli hem de yolcular dikkat kesilmeli. Ayrıca eşyalar da her an hareket ihtimaline karşılık “hazır tutulmalı” derim. Hızla hazırlanıyoruz. 07.10’da İgor bey ve Kadir bey birlikte tekrar odaya geldiler. Hazırdık. Hemen çıktık. Kahvaltı yolda olacakmış. 07.15 gibi yoldayız.

Kadir bey grubumuza “5-6 arkadaş ‘Költigin /Kültekin Geçiti yolu yerine 100-110 km daha kısa olan yoldan gidelim, orayı görmesek de olur’ diye teklif ettiler, ne dersiniz?” dedi. Oylama yapıldı. Program değişmedi. Askiz ovasında /merasında ilerliyoruz. Her yer yemyeşil ve yüzlerce binlerce büyük ve küçükbaş hayvan yayımda. Mera içinde yüzlerce devasa mezar taşı, inançları gereği hep korunmuşlar binlerce yıldır. 35 km’lik bu alanda (Dünyanın en büyük mezarlığı) daha ne kadarı toprak altındadır, bilinmiyor. Bu arada bir müzeden satın aldığımız haritamızın kaybolduğunu anlıyor, yine alırız diyoruz.

Sağ tarafta küçük bir geyik heykeli ile geride kalan bir başka küçük tepede “Çarmıha gerilmiş (çar /çahar: dört, mıh: çivi) Hz. İsa heykeli”ni görüyoruz. Otobüste arka taraftayız. Bizim de biraz daha arkamızda oturan Kadir beye dönüp; “Bu mezarların eski Türk atalarına (Hakas, Altay her neyse) ait olduğunu biliyorlar mı, dedim. Türkiye’de okuyan veya irtibatı olanlar dışında farkındalığın olmadığı kanaatine varıyoruz. Zaten 1750’lerdeki Rus istilasından beri, zorla Hristiyanlaştırma ile birlikte nüfus, dil ve kültürlerinde ciddi gerileme olmuş. 2.Dünya savaşı ve şimdiki Ukrayna savaşında Rus olmayan halkların çocukları Ruslara oranla daha yüksek oranda cepheye gönderilmişler. Halen süren Ukrayna savaşında bazı yetişkinler cazip maddi imkanlar sebebiyle gönüllü (paralı) asker olmuşlar. Her iki savaş da Hristiyanlar arasında, ama cephede ölenler….

TAŞTIK (Taşlık) İLÇESİ

Hakasya’ya bağlı bir ilçe. Evlerin hepsi ahşap ve tek katlı. İki katlı bazı tuğla evler de görüyoruz, ama ön cepheleri renkli metal giydirme ile kamufle edilmişler. Ev bahçelerinin sınırlarını belirleyen bir metreden kısa ahşap çitlerin birçoğu mavi veya yeşile boyanmış. Bir kısmı da doğal ahşap renginde. Hemen hepsi özenli, düzgün ve albenili. Ahşap evlerin birçoğu yine doğal ahşap renkteyken, bazıları da mavi veya yeşile boyanmış. Hele pencere pervazlarının maviye boyanması çok hoş bir görüntü oluşturuyor.  Yolda bazı bölgelerde meraları hayvanlar için sınırlayan çitlerin de olabildiğini görüyoruz.

İgor bey kahvaltılık almak için indi. Birçok arkadaş inince ben de indim. 1,5 litrelik bir süt ile 1 kg salatalık aldım. Genç kasiyer hanımın boynunda bir haç var. Akdovrak’a varmadan önce geçeceğimiz Sayan (Köymen) dağlarındaki Költigin geçidine doğru, güneye doğru gidiyoruz (09.00).

KÜLTÜR TARİHİ

Seyahat esnasında arkadaşlar arasında çeşitli konularda sohbetler de oluyor. Tabii ki gezip gördüğümüz veya göreceklerimize dair. Dr. Ayşe Filiz hanımın (“Az Gittim Uz Gittim” Panama y. Gezi kitabını da tavsiye ederim) sohbetine kulak kabartıyorum. “Kültür tarihi konularında en isabetli görüşler Tarih, Dil ve İlahiyat konularında yetkin ve ilgili olanlardan geliyor” diyor. Kazıbilim (arkeoloji) çalışmalarında bulunan eserlerdeki resim, çizim ve sembollerin yorumu da eserin bulunması kadar önemli ve yoruma açık, diyor devamında. Bu konularda birçok makale yayımlanır. Görüşler sıralanır. En kuvvetli görüş birinci sıradadır ama zayıf olanlar da yok sayılmaz, listeye yine de yazılırlar. Hiç umulmadık bir zamanda yeni bir bulgu ve bilgilerle karşılaşılınca, bazen en zayıf sanılan görüş birinci sıraya, öne çıkabilir dedi. Güzel ve ilginç.

ARIZA

Saat 09.07. Otobüsümüz yolun kenarına çekilip durdu. Sağda İgor beyi görüyoruz. Sağ arka taraftan sızan bir sıvı sorunu varmış, bakıyorlar. Bilenler antifirizle ilgiliymiş diyorlar. Beş dakika sonra hareket edip, 09.24’de bir petrol istasyonunda tekrar duruyoruz. Dünkü yolculuk sırasında otobüsün hız göstergesinin hep sıfırda durduğuna, çalışmadığına bizzat şahit olmuştum. Demek ki aracın bakımı pek iyi değil. Araç kiralama işleri hep uzaktan, bilgi ağında (genelağ) üzerinden paylaşılan resim ve verilen bilgilerle olduğu için, şirket veya sahibi bir şeyleri de söylemiyor, saklıyor olabiliyorlar. Daha 500-600 km yol gidilecek. Üstelik tek sürücü var. Hava bulutlu. Rus sürücünün elinde eldiven var, tamir için uğraşıyor, muhtemelen yorulacak. Arada bir yerlerle de telefon görüşmesi yapıyor. Teknik konulardan anlayan (?) iki arkadaş da fikir veriyor, tavsiyelerde bulunuyorlar. Araba tamir edilirken İgor beyin aldığı kahvaltılıklardan ekmek, dilimli peynir ve meyve sularından yiyip içerek kahvaltımızı tamamlıyoruz. Çöp ve atıklarımızı torbalayıp, petrol istasyonunun çöp kutusuna bırakıyoruz.

10.48. Tamirat bitti. Motor antifiriz ile dolduruldu. Bir saat 24 dakika zorunlu bir mola oldu. Az sonra gür bir suyu olan Abakan nehrinin üzerinden geçtik. Bu nehir daha sonra Angara nehri ile birleşerek Yenisey nehrini oluşturuyor.

KADİR BEY SEVİNÇLİ

Önceki bölümü yazarken atlamışım. Dün otobüste bir ara, Kadir bey bir müjdem var dedi. Gorno Altaysk’ta iki gece kaldığımız Grant Altaysk oteli, peşin ödenen ancak yanlış anlamayla Katu Yaruk’tan dönüşte kalamadığımız üçüncü gecenin parasını iki kişi eksiği ile İgor beyin hesabına (iade) yatırmış. Sevindik. Bizi de kötü düşünmekten alıkoydular. Teşekkürler Grant Altaysk oteli…

KÜLTİGİN VADİSİ /GEÇİTİ

Otobüsümüz sağ tarafı dağ, sol tarafı vadi ama yoğun orman sayılacak bir yerde, kenara çekilip durdu. İndik. Başta Kadir bey olmak üzere bu geçite adını veren kişi, boy ve olaylarla ilgili bilgi veriliyor. 700’lü yıllar. İnsan nedense düşmansız edemez. “Düşmanın yok mu, kardeşin de mi yok” derdi ninem (babaannem). Göktürkler, Askiz bölgesinde yerleşik Kırgızlar ve On Oklar’la hasımlar. Kültigin (İlteriş Kağanın oğlu, Bilge Kağanın da kardeşi) bir kış günü, mızrak boyu derinliğindeki yoğun karlı bu geçitten geçerek Kırgız hanına baskın verip onu yeniyor. Geri dönüp On Okları da yeniyor. Ordusu Özbekistan veya Urallarda olduğu söylenen Demirkapı’ya kadar gidiyor. İster istemez Bilge Kağan Yazıtı’nın Doğu yüzündeki “Demir Kapıya kadar süledim (Demir Kapıya kadar asker sevk ettim)” cümlelerini hatırlıyoruz. Buradaki “sü”, Orhun Türkçesinde “ordu, asker” demek. Özleştirme sürecinde yapılan “subay” kelimesindeki “su” aynı kök, asker anlamında.

BİR KAYIP DAHA

İlki Gorno Altaysk’a indiğimizde iki valimizden birinin gelmediğini, Moskova'da kaldığını, üç gün sonra gruba katıldığını hatırlatmalıyım. Kültigin vadisine geldiğimizde, Katu Yaruk vadisi yolunda satın aldığımız bal ve “Altay tahin helvası”nın olduğu torbanın yanımızda olmadığını, en son varlığını hatırladığımız yer olarak da Sovyetski Otelindeki 2 numaralı odada kaldığına kanaat getiriyoruz. Baldan ziyade, bizi kültürel anlamda heyecanlandıran “Altay tahin helvası”nın orada kalmış olmasıydı. Biraz üzüldük ama, canımız sağ olsun diye noktaladık. Ancak Ayşe hanım İgor beye söylemiş. O da sağolsun, telefon ederiz. Oradaysa Abakan’a gönderirler. Bizim Askiz’de yakınlarımız var, mesafe yüz km kadar, getirtiriz demiş. Telefonun ilk çektiği yerde görüşmüş. İkinci kez aramada ise, “temizlikçiler dahil kayıpla ilgili bir iz yok” cevabı geldi. Ya nasip dedik, bıraktık konuyu.

13.04. Yola devam ediyoruz. Yolun iki yanı yakın ve uzak görme alanı içinde uzun ve sık çam ağaçları, akarsu boylarında kışın yaprak döken ağaçlar o kadar yoğun ki. Bu arada buralarda orman yangınları da olmuş. Yanmış, kurumuş dik siyah çizgiler şeklinde ölü ağaçlarla dolu alanlar görüyoruz yakın ve uzaklarda. Alttan yeşillenme yeni başlamış. Ama hiç kesim olmamış. Çürüyecekler. Kesim olması da zor. O kadar uzak, yaban alanlar ki. Birçok bölgeye belki insan ayağı bile hiç değmemiş olabilir. Zaten bölgede nüfus az. Maliyet bakımından iktisadi değeri de şüpheli.

HAKASYA TUVA SINIRI
LYKOV AİLESİ – TAYGA'DA 42 YILLIK İZOLE BİR YAŞAM | DOĞAYA KAÇIŞ

Buradaki sınırlar sembolik. Bir sınır taşı veya levhası var, onun dışında hiçbir resmi görevli veya işlem yok. Bizim ilden ile geçişimiz gibi. 2206 metre rakımlı, Sayan (Köymen) dağlarından bir zirve bölgedeyiz. Dr. Hürrem bey, Kültigin geçidi belki de burası diyor. Ama konuya vakıf Kadir bey, ilk gösterdiği yerde kararlı ve emin. Hava kapalı ve soğuk. Kısa kollu gömlekle on dakikadan fazla durulamaz. Dağ zirveleri ve geçitler de ova orman, ova dağ geçitleri gibi yerleri (ruhların sınır bölgeleri) inancıyla kutsal sayıyorlar Şaman inancıyla. Çok ilginçtir, eski ve halen bölgedeki Türkler Gök Tengri (Tanrı) inancında, Tanrı’yı (Allah’ı) hiçbir varlığa benzemez kabul ettikleri için O’nu temsili hiçbir resim heykel yapmamışlar. Her şeyin kaynağı O’dur. “Toplumsal hayatı da O düzenler” ve “Tanrı’nın hakanlara kut verdiği” inancıyla, Türklerde iktidarın kaynağı Tanrı’ya dayandırılır. Kut almak, kutlu, kutsal, kutsamak hep aynı kökten geliyor. Burada da yere diktikleri ahşaplara rengarenk bez şeritler (Altay’da sadece beyaz şerit bez) bağlamışlar. Bunların daha gerisine biraz uzağa yine bir haç dikilmiş.

YAKLAR

Zirve ve geçit bölgesinde irtifaya bağlı olarak ağaç çok az veya yok denebilir. Ancak Tuva’ya doğru yol inerken birden ağaç ve orman yoğunlaşıveriyor.  Tuva’nın Akdovrak şehrine doğru yol alıyoruz. Yüksek yerlerde geçtiğimizin bir başka ilginç gözlemim, koyun, sığır ve atların yanında, yayım halinde uzun tüyleri yere kadar uzanan bir soğuk iklim sığırı olan “Yak”larla karşılaşıyor, hareket halindeki aracımızdan birkaç kare de olsa resimliyoruz. Bunlar Tibet (zaten Yak kelimesi de Tibetçe imiş), Moğolistan ve Asya’nın bu bölgelerinde görülüyorlar. Yaklara Tibet öküzü, Tibet sığırı ve Hotoz da deniyormuş. Yabani türleri de var ve sürü halinde yaşarlar diye yazıyor kaynaklar.

Bir dağ geçidinden daha geçiyoruz. Birden bitki örtüsü neredeyse sona erdi. Geçitte Şaman bezleri yoğun idi. Akarsuları (Alaş ırmağı), çıplak dağları ile Orta ve Doğu Anadolu’ya benziyor çevre (16.25).

Alaş’ta yüzen ve kenarında piknik yapan insanlar gördük. Otobüsümüzün kliması da yok gibi. Arkadaşlar yorulmaya sıkılmaya başladılar. Gördüğümüz insanlar bize yakınlarda bir yerleşim yeri var herhalde dedirtiyor. Etrafta sapsarı düzlükler, taşlı ve kayalı yüksek dağlar, bize geçen yılki İran coğrafyasını hatırlatıyor. Sol uzakta beyaz bir alan, yığın ve tesisler görüyoruz. Bu bir kapatılmış Asbest madeni alanı ve fabrikası imiş. Kapatılmasının sebebi, solunması halinde akciğer kanseri yapan bir madde olması asbestin. Çok çok geniş sarı bir düzlüğün birden yemyeşil mera halini dönmesine şaşırıyoruz. Yeraltı suları büyük hayvan sürüleri potansiyeli oluşturmuş burada. Akaryakıt istasyonları çok sade ve sıradan.

AKDOVRAK ŞEHRİ /TUVA

(16.50) 360 km.lik yolculuktan sonra Akdovrak’a giriyoruz. Burası da küçük bir yerleşim yeri. Tuva Türkleri yaşıyorlar burada. Tek katlı lokantaya giriyoruz. İçerisi bir düğün için hazırlanmış süslemeler ve özenli masalar, duvarda kurt dahil tablolar görüyoruz. Kapıda bizi özel mahalli kıyafetler giymiş üç Tuva kızı karşılıyor. Adları Altunay, Begüm ve Saydam. Bunlar lokantada çalışan garson kızlar. Bizi Akdovrak’ta karşılayanlar içinde rengi ve siması bana Kızılderiliyi hatırlatan bir kişi daha var. Adı Kızıl Patir bey. Patir, bizdeki Bahadır ismi. Biz ondan hep Bahadır diye bahsedeceğiz. Ayrıca Tuva Kültür Bakanlığına bağlı ilçeden iki bayan memur da bize Akdovrak’ta refakat ediyorlar. Lokantanın hemen karşısında bir Budist mabedini görüyoruz. Hemen oturuyoruz (17.10). Masalara sırası ile çorba, salata, meyve ve şurup geliyor. Hazırlıklılar. Arkasında tuzlu ılık çay verdiler. Karaçay istedik, ama herhalde yoktu.

Bahadır bey, 1993’de TİKA Öğrenci Projesi kapsamında Ankara DTCF Türk Dili ve Edebiyatına girmiş, okumuş ve aynı fakültede Sema Barutçu hanımın yanında yüksek lisans yapmış (2003). Sekiz yıl kalmış Türkiye'de. Sonra ülkesine dönmüş. Moskova Araştırma Enstitüsünde doktorasını tamamlamış. Şimdi oraya bağlı Tuva uzmanı olarak çalışıyor. Kızıl’da bize rehberlik yapacak. İlgisine teşekkür ederken, böyle bir karşılaşmadan habersiz olduğumuz için elimiz boş geldik, Türkiye'ye gelirseniz telafi ederiz dedik gönül almak için. Biraz zor dedi. Daha da zorlaşacak diye korkuyoruz. Hatta hayatta kalmak meselesi var artık diyor. Malum Ukrayna savaşı. Anlıyor, üzülüyoruz. Türkiye'den buraya çok az insan geliyor. Kovid salgınından önce Japonya, ABD ve Türkiye’den bilim insanları gelirdi diye de ekliyor. Japonlardan 2-3 kişi önce Tuvaca öğrenirler, sonra akademik faaliyetlere geçerlerdi diyor geçmişte. Türkiye’de Tuvaca üzerine uzman bir akademisyen var diyor Bahadır bey. TİKA’nın oralardan öğrenci getirme projeleri devam etmeli. Çünkü çok değerli.

 

TUVA YA DA TIVA
Men Tuva men - Vikipedi

Nüfus 324 bin. Yüzde 85’i Tuva Türkü, yüzde 10’u Rus. Yaygın din Budizm. Ancak Gök Tengri dininin de etkisi veya varlığının olduğu söyleniyor. Budistlerin her isteğine izin veren devlet, Şamanlara aynı desteği vermiyor diyor İgor bey.  Çocuk doğum oranı da ölüm oranı (binde 4,9) yüksek. Genç erkek ölümü de çok yüksek, Rusya'da ikinci sıradaymış. Öyle olmasa nüfusumuz artacak diyor Bahadır bey.  En büyük sebep alkol. İşsizlik erkekleri alkole yöneltiyor. Alkol satışına kısıtlama var. Saat 21.00 ile 03.00 arasında, o da 18 yaş üzerindekilere satış var. Devlet içkiyle uğraşıyor önlemek, azaltmak için. 60-70-80’li yaşlarda kadınlar hep dul. Erkekler gidiyorlar çünkü. Son yıllarda uyuşturucu sorunu da başlamış. Tuva’dan kenevir toplayıp götürüyorlar. Tuvalılar 17.yüzyılda Çin'in etkisiyle Budist oluyorlar. Ancak Tibet Budizmi etkili imiş. 18.yüzyılda bir milyon insanımız öldürüldü, Batı Moğolistan ve Tuva’da. Onun için bölgede nüfus azalmış. Ondan önce Gök Tengri dinindeydiler. Ama bugün bile Gök Tengri inancının izleri devam ediyor diyebiliriz. Tuva’da patates çok ekiliyor. Patates varsa aç kalmazsın diyor rehberimiz.

KİJİ KÖJE

Akdovrak dışında çok geniş bir ovanın ortasına gidiyoruz. Orada Budistler için kutsal bir alan var; adı Kiji Köje. Tuva Türkçesinde kiji “kişi, insan” anlamında. (Ulus: Kişiler, millet demek) Köje ise “bir çeşit çorba, aş, yiyecek”. Buda heykelinin önündeki orta büyük yiyecek kabı ile bir ilgisi var mı, olabilir.  İlçe Kültür müdürlüğünde görevli ve bize refakat eden iki bayan Tuvalı, orada bizim için hazırlık yapmışlar. Herkese sütlü çay ve pişi ikram ediyorlar, kameriye tarzı etrafı açık ahşap çatının altında. Sonra Buda heykelinin olduğu yere gidiyoruz. Yaklaşık 30-40 metre çapında, tabanı kayrak (yassı) taşlarla döşeli, üç yanı yarım metreyi aşmayan yığma taş duvar ve ortada 1.60 metre kadar boyu olan bıyıklı bir erkek Buda heykeli. İki eli bir su kabını tutar şekilde birleşmiş, önüne büyükçe bir metal çanak yerleştirilmiş. “Sol kulağına eğilerek dileğinizi söyleyin” diyor rehberimiz. İnanmasa da birkaç arkadaşımız bu ritüeli yapıyorlar folklorik anlamda. Bu alanın ön yan tarafında ahşap direkler arasına gerilmiş iplere beş ayrı renkte, her kümede tek bir rengin olduğu büyük capcanlı kumaş kümeleri bağlı. Soldan sağa; beyaz, mavi, yeşil, kavuniçi ve kırmızı.  Ne anlama geldiğini öğrenemedim.  

TÜRK LİSESİ

Bu adı taşıyan bir okul binası gösterildi. Ama kapatılmış, şimdi boş bir bina. Rusya bu okulların Türkiye görünümlü ABD bağlantılı yapılar olduğu kanaatine varır varmaz kapatmış bunları yıllar önce. Bizden önce uyanmışlar. Ama o dönem bayağı itibarlı imiş. Mustafa adlı bir öğretmen veya yönetici Tuva Cumhurbaşkanının kızıyla evlenmiş. Üç çocukları olmuş, sonra boşanmışlar ve Kuzey Kafkasya’daki bir şehre gitmiş, lokanta açmış orada.

Sayan dağları üzerine büyük bir HES (baraj) yapılmış, bol elektrik üretiliyormuş. Altın, uranyum, kömür madenleri işletilip götürülüyor. Bölgeye pek faydası yok. Bölgede demiryolu da yok. Tuvalı aileler Kasım ayında büyükbaş bir hayvan kesip donduruyorlar ve kışın bunu yiyorlarmış. Kışın sıcaklık -30 -40 C derece olur, fakat nem olmadığı için az hissedilir, rahat geçirilirmiş.

Çocuklar kreşte sadece Rusça öğreniyorlar. Anne babalar bilinçli, milli şuur var. Çocuklara Tuvacayı öğretiyorlar diyor Bahadır bey. Akkuyu’daki Nükleer santral yapımını takip ediyorum diyor. Karım Muhteşem Yüzyılı çok seviyor. Kahramanların isimlerini biliyor. Tuvalılar da iyi hayat şartları için göç ediyorlarmış maalesef.  “Bir yaz Antalya’da bir oyuncak fabrikasında çalıştım. Sabah 6.00, akşam 8.00 arası. Bodrum katta yatıyor, yemeğimi kendim yapıyordum” diye de ekliyor. Hayat hep mücadele. Mücadele eden yoruluyor, bedel ödüyor ama çoğu kez azimli ve başarılı oluyorlar, diye düşünüyorum.

ÇADAN / SERGEY ŞOYGU

Rusya Savunma Bakanlığını uzun yıllar yapan, şimdilerde başka bir üst düzey görevde olan Sergey Şoygu’un şehrine yaklaşıyoruz. Aslen Tuva Türkü Şoygu. Babası buralı. Şoygu babasının adı. Kendisi ilkokulu burada okumuş. Yol boyunca birkaç tane büyük boy resmi kıyafetli resminin olduğu panolar görüyoruz. Haklı olarak övünç duyuyorlar Çadan ve Tuvalılar. Burada bir rivayet var imiş (aslı olmayabilir tabii ki); Şoygu’nun annesi Ukraynalı. Onun için orayı almak istiyor şeklinde. Çadan 20-25 bin nüfuslu bir Tuva şehri. Güneydeki sıra dağların arkası Moğolistan, buraya hayli yakın. Tren yolu olmadığı ve çok uzak bir uç alan olduğu için Tuva’da her şey başka bölgelere daha pahalı imiş. Tren yolu olsa bölgedeki büyük kömür kaynakları daha kolay taşınır diyor rehberimiz.

 

AKKUYU, KAAN, GÖKBEY, ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ, TOGG

Rehberimiz soru, merak ve ilgileriyle bizleri şaşırtıyor. Türkiye'yi yakından takip ediyorum diyor. Daha çok Anadolu Ajansı üzerinden. TOGG nasıl bir isim, bize tuhaf geliyor. Rusya’da olsa alırım demeyi de ihmal etmiyor. Türkiye'de lisans ve yüksek lisans okumanın faydası. Türkiye'yi iyi tanıyor ve seviyor. Bilgiağı (genelağ) üzerinden her bilgiye ulaşmak mümkün.  SSCB döneminde bizim için tanıdığımız en önemli Türk Nazım Hikmet’ti diyor ve ekliyor; kitaplarını okudum, iyiydi, güzeldi. Neden sizde karşı çıkanlar oldu ona anlamadım diyor. Kızı tıp okuyormuş, Viladivostok’da. Rusya'nın en doğu ucu. Bölgeden oraya uçakla mesafe beş saat diyor. Her yaz iki ay yanımıza geliyor, diye de ekliyor.

Şoygu’un memleketi Çadan’ı 3-5 km geçip, platonun bittiği sınırda sağda bir mola yerinde duruyoruz. Ağaç ve ahşap direk üzerinde Şaman bezleri, ortada bir Buda heykeli ve heykelin eline sonradan konmuş küçük bir Hz. İsa ikonu, bir arada.  Resimliyoruz.  Etrafın temizliği Hakasya kadar iyi değil. Hakasya’daki Şaman inancı, çevreye doğaya ilahi varlık olarak baktıkları için, çok duyarlılar, hiç zarar vermiyor ve temiz tutuyorlar. Bizde de “Temizlik imandandır” denildiği halde, neden herkes yere sigara izmaritini atar. Okul mu, dediniz? Japonya ile ilgili yazımı hatırladım (21 Ocak 2024, Feys). Tabii ki okul, ama çevre (cemiyet), özellikle aile örneği ve duyarlılığı ile devletin caydırıcılığı halinde cevabım; evet. Adına medeniyet mi, İslamiyet mi, Şamanlık mı, terbiye mi, görgü mü, nezaket mi, edep mi dersiniz bilmem. Bildiğim; her şeye merhamet, sevgi ve saygı.

Bunları yazarken beynim ha bire kendi kendine konuşuyor, çağrışıyor, üretiyor, unutuyor. Aklıma YouTube’da ara sıra izlediğim strateji uzmanı Abdullah Çiftçi’nin her konuşmasını bitirirken kullandığı dört cümle geldi. Beğenirim. “Alemin bir sahibi var. Olacak olan olur. Her şey bize sorulmaz. Biz insanlar yaşadığımız dönemde merhametliler, vicdanlılar, yardımseverler ve akledenler tarafında olalım.”

TUVA’NIN BAŞKENTİ KIZIL

Kızıl, Tuva, Yenisey Irmağı Turu
5-7 dakikalık bu kısa moladan sonra yola devam ediyoruz.  00.30 gibi Kızıl’a (Kızılsk) ulaştık şükür. Sabah 07.15’den beri 17 saattir yollardayız. Yaklaşık 650 km’lik yol ama, arada molalar, resim çekmeler, Budist, Şaman alanları. Yetmezmiş gibi otobüsün sorunlu ve şoförün muhtemelen bilerek arıza korkusu ile hızlı gitmemesi. Üstelik tek sürücü olarak. Çok yorulduk, sürücü de tabii ki. Ayaklarımız şişti. Yerleştiğimiz otelin adı Ötüken (Odigen yazılmış). Sabah fark ediyoruz, otelin arka cephesi devasa genişlikteki Yenisey nehrine bakıyor. Ötüken oteli yeni ama asansör burada da yok. 3.kattaki 311 numaralı odaya iki valizi çıkarmak, bu yorgunluğa “baharat” gibi. Valizlerimizi açtık. Odada çarşaflar yenilenmiş, ama temiz havlu yok. Sabaha… Rahmetli Barış Manço şarkısıyla bize ilham oluyor. Bazı şeyleri bilip, ama yerli yerinde kullanamamak, “pilav üstünde keşkül”. Turizmi öğrenecekler.

(Devam edecek)

Selam ve saygılarımla.  (01.09.2024, Manisa)

Not: 3 bölüm kaldı 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum