Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (6) DAĞLIK ALTAY'DA (GORNO ALTAYSK) SON GÜN

24 Ağustos 2024 - 21:47 - Güncelleme: 25 Ağustos 2024 - 11:12

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (6)
DAĞLIK ALTAY’DA (GORNO ALTAYSK) SON GÜN


(25 TEMMUZ 2024)
Gece kaldığımız Gastinitsa Otelinden 10.15’de ayrıldık. Bir kısım arkadaşlar dil sorunu nedeniyle anlaşamamış, kahvaltı yapamamışlar. Çünkü onlar odaları erken terk etmişler. Bize ise 9.00 gibi geç bir saatte geldi. Büyük bir tepside, gayet güzeldi. Dinlenmişiz. Dün gece yaşadığımız Grant Altaysk otelindeki bir çeşit skandalı aşmak için bazı arkadaşlar “daha bir zorluk” yaşamışlar. Yer var denilerek gidilen yerde, yer olmadığı gibi sebeplerle. 2-3 otel dolaşıp ancak bir oda bulabilmişler. Saat tabii ki 01.00-01.30’u bulmuş. Neyse zorluk oldu ama, anlatacak bir konu da hatıra olarak kaldı geriye. Notlarımı yazdığım defterin bu kısmına “Turizmi öğrenecekler” notunu koymuşum.

Programda 2.günde yer alan Şehir Müzesi gezisi bugün, birazdan gerçekleştirilecek. Sonra yaklaşık 5 saatlik bir yolculukla (350km) Novakuznetsk’e gideceğiz. Orada Moskova Sibirya trenine binip, Hakasya’nın Askiz (Açkız) şehrinde inerek bölgeyi gezeceğiz. 



ALTAY MİLLİ MÜZESİ (Anohin Müzesi)

Diğer adıyla Altay Etnoğrafya Müzesinin kuruluşunda çok büyük emeği olduğu söylenen Rus Kazıbilimci (arkeolog) Anohin adıyla da anılıyormuş burası, Anohin Müzesi şeklinde. Pasaportlarımız sayesinde daha düşük bir ücrete bilet alıyoruz. Bizimle ilgilenecek olan Müze rehberi, genç-orta yaşlarda bir Altay Türkü. Ağzına yakın seyyar bir mikrofon ile konuşuyor. Önce Altay Türkçesi ile biraz konuştu. Bazı kelimeler anlaşılıyor, ama çoğunu anlayamıyoruz. Sonra Türkiye Türkçesi ile konuşmaya başladı. Adını söyledi; Anatoli Mergen. İlk cümlesi de “Türkler, ata yurdunuza hoş geldiniz. Bunları söylerken gözlerinin nemlendiğini fark ediyoruz. Belki onun gördüğü Türkiye’den gelen ilk kalabalık gruptuk biz. Hatay TÖMER’de Türkiye Türkçesi öğrenmiş. Türkiye çok çok uzaklarda olduğu halde, bizlere derin bir muhabbet duyuyor. Öğrenci ve akademisyen değişiminin önemi her zaman ortada. 

Çok bilgili, ilgili ve bilinçli bir insan. Müzeyi gayet güzel gezdirdi, rehberlik etti, güzel bilgiler verdi. O grubumuza bilgi verirken, bir sarışın bayanın grubu ve rehberi yakın uzak mesafeden sürekli izlediğini bir arkadaşımız fark etmiş, sonra paylaştı. Önce Gorno Altay’la ilgili, coğrafyası, kazıbilimi (arkeoloji) ve yerbilimini (Jeoloji) ilgilendiren özet bilgiler verdi Anatoli Mergen bey. Rehberimizin samimi ve gayretli anlatımlarını bir yandan not almaya çalışırken diğer yandan da “Türkiye’yi bilme ve sevme adına, rehberlere sevinecekleri bir şeyler vermeyi unutmamak gerek” diye düşünüyorum. Tabii ki gereğini de sonunda biz de yaptık kişi ve grup olarak.

ÖNCE GENEL BİLGİLER

Anatoli Mergen bey önce Gorno Altaysk (Dağlık Altay) özerk cumhuriyeti hakkında genel bilgilerle başladı(Mergen; ok atan kahraman, okçu asker anlamında. Türkiye’de de bu kelimeye rastlanıyor). 92bin km.kare yüzölçüm, 220 bin nüfus, bunun yüzde 36-38’sı Altay, yaklaşık 70bin. Çoğunluk Rus ve güneyde Kazaklar da var. Müze çok zengin. Eserler çok iyi saklanmış. Yaklaşık 2500 yıl öncesine varan Hunlara ait bu anıt mezarların (Kurgan) korunmasında Göktanrı /Şamanlık inancı, ruhlar ve öbür dünya (ahiret) inancı dolayısıyla, mezarlara yerli halk hiç dokunmamış ve korumuşlar, ta ki 2.Dünya savaşı sonrası bazı Rus soyguncuların altın amaçlı talanlarına kadar. Ancak, müzeyi kuran Anohin gibi bir Rus arkeolog sayesinde de kalan diğer malzemeler toplanmış ve korunmuş. İkibinbeşyüz yıl kurgandaki (mezardaki) organik malzemelerin korunmasında, kurgan içinde donan ve hiç erimeyen buzların rolü kesin. Hunların (eski Türklerin) anaerkil olduğu, bölgede bilinen 70 yabani hayvan türünün bulunduğunu öğreniyoruz.  Türklerin ilk milli sembolü Bars (Pars) idi. Sonra Keçi, en son da Kurt (Bozkurt) olmuş. 

TARİH ÖNCESİ VE BUGÜNKÜ SİBİRYA /ALTAYLAR

Milyonlarca yıl önce Sibirya deniz imiş. Altay, dört okyanusun ortasında imiş. Altay kelimesinin Altın dağ, Altında dağ gibi kelime gruplarından türediği söylense de bunlar birer yakıştırma. Ama, merak, düşünme, fakat dahası araştırmak güzel. Dünya maden yataklarının yüzde yedisinin bu bölgede olduğu söyleniyor. Dolayısıyla kömür ve demir madeninin bol olduğu bölgede, demirciliğin çok eski zamanlara dayanması da doğal. Eğri kılıcı tarihte ilk yapanların Altay Türkleri (Hunlar) olduğu biliniyor. Ergenekon efsanesindeki demir ve demir dağların eritilerek çıkış yolunun bulunması ile bölgenin bilinen doğal yerüstü ve yeraltı zenginliklerinin (madenler) örtüşmesi de tesadüf değil.

GÖLLER, NEHİRLER, MADENLER

Göl ve nehirlerde 40’dan fazla balık türü varmış. Bölgede çok sayıda çağlayan (şelale) var. Bunlar içinde en büyüğü 150 metrelik irtifası ile Uçansu çağlayanı. Kayın (Akkayın/Akağaç/Huş ağacı) ve Çam kutsal olarak kabul edilmiş. Bölgede 1,5 milyon yıl öncesine ait insan izlerinin olduğu iddia ediliyor. Tarih öncesi Taş çağı (devri) (600bin-5500 yıllar), Maden çağı (MÖ 5500-1200). Bunları; Bakır çağı, Tunç çağı, Demir çağı gibi alt devirlere ait buluntuları, temsili resim ve mum heykellerin eşliğinde anlattı, Anatoli bey. Yoğun bir bilgi akıyor bize doğru. Kimisini yakalıyoruz, kimisini de resim çekerken, başka bir şeye dikkatimizi vermişken kaçırıyoruz. Aklımda kalan anahtar kelimeleri not alıp, sonra bunlara bakayım diyorum. Bu bölgedeki kazıbilim bulguları ile Kazakistan ve Türkiye müzelerindeki bulgular o kadar benziyor ki. Ortak geçmiş demekten kendinizi alamıyorsunuz. Zenginlik, günlük hayatta kullandığımız malzeme, bilgi ve imkanlardan ibaret değil. Geçmiş olmazsa gelecek kurur. 

GÖBEKLİTEPE’DE DURUM

Bu arada bir arkadaşımız, Urfa Göbeklitepe’deki bulguların başta Musevilik olmak üzere birçok dini bilginin yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek önemde olduğu için, kazıların ( çevrede, bakir çok sayıda kazıbilim alanı varmış) durdurulması veya yavaşlatılmasına dair özellikle Yahudi çevresinden tehditlere varan engeller olduğunu, sanat tarihçi tanıdığı bazı akademisyenleri kaynak göstererek anlattı. 



ÇARKIFELEK / DÖNGÜ / GAMALI HAÇ / SVASTİKA

Müze çok zengin. Bölge hayvanlarının doldurulmuş gerçeğe yakın heykelleri çok ilgi çekici. Pazırık kurganlarından getirilen, bir kısmı uzak Rus müzelerinde olan, at arabaları, at koşumları, oklar, yaylar, bronz aynalar da.

Eserlerin kumaş veya deri üzerine nakşedilmiş “Çarkıfelek /Döngü” motifi dikkatimizi çekiyor. Saat yönünde dönen sanki bir güneş tasviri. Biz onu “gamalı haç” olarak tanıdık hep. Halbuki Hitlerden binlerce yıl öncesi Türk eserlerinde var bu şekiller. Buna “Oz damgası” da deniyor. Sanskrikçe “Svastika. Avrasya’daki pek çok dinde de (Budizm, Hinduizm) var. Hristiyanlıkta haçın çengelli hali olarak biliniyor. Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi türbesinin kapısında bile olduğu söyleniyor, baktığımız kaynaklarda.  Bizde Osmanlı ve Selçuklu halı motiflerinde de yer alıyor.  Çarkıfelek (Svastika) Öntürkler tarafından da kullanılmış. Buna “Oz damgası” da deniyor. Ozlaşarak (özleşerek) Tanrı’ya erişmeyi temsil ediyormuş. Dünyaya Öntürkler tarafından yayıldığına dair önemli bilgi ve belgelerin ortaya konulduğu kaynaklarda yer alıyor. Çok keyifli ve zengin bir müze gezisi oldu. Anatoli Mergen beye teşekkür ettik. Biraz hüzünlü ayrıldık. Türkiye’de yabancı öğrenci okutmanın uzun vadeli ne kadar faydalı bir strateji olduğu çok net. 

Altayca bizi uğurluyor; 

“Yoluntar ırıstı (rast,) bolsun” Yolunuz açık olsun./ Yolunuz/işiniz rast gitsin, olsun. 

Meraklısına: Türkçede R harfi başlayan kelime yok. Olanlar da başka dillerden gelme. Bu sesi sesli bir harf ile yumuşatmak için kelimenin başına I, İ gibi sesli harfler getiriliyor. Rast Irı(a)st olmuş Altay Türkçesinde. Recep’e, İrecep /Ramazana Iramazan dedikleri gibi. L harfi ile başlayan kelimeler için de aynı kural geçerli. Limona İlimon denilmiş.

NOVOKUZNETSK YOLUNDAYIZ

Saat 13.30. Hava kapalı ve hafif yağmurlu, çiseliyor. Rusya’nın Kemerovo Oblastına bağlı bir şehir. Hakasça adı Abatura. Yol kenarında bal satanları görüyoruz. Türkiye’deki bölünmüş yolların ne büyük nimet olduğunu anlıyoruz, buraları görünce. Tek şeritli yollarda ağır giden vasıtaların arkasına takılıp kalmak hem tehlike oluşturuyor hem de zaman kaybı. Ama yol kenarları yemyeşil. Sürücüler trafik kurallarına genellikle uyuyorlar. 

Yollarda hız sınırı ile ilgili “elektronik denetim” olduğuna dair bilgiyle zaman zaman levhalarda karşılaşıyoruz. Sürücümüz yolun sakin olduğu zamanlarda bile 100’ün üzerine çıkmıyor. Devletin denetimi caydırıcılık yönünden iyi, diyoruz. 

Katu Yaruk’tan dönüş yolunda aracımızın Rus sürücüsüne mola esnasında çay ısmarlamak istedim, kabul etmedi. Araç hareket halindeyken, arada arkadaşlardan çerez ikram edenler oldu bizlere, sürücü yine reddetti. Zaten hiç de konuşmuyordu.

GIDA TARIM

Dağlık Altay’dan yola çıkalı 70 dakika oldu. Yolun iki tarafı da dümdüz, göz alabildiğince tahıl, ayçiçeği tarlaları. Yer yer sürülmüş, rulo halinde biçilmiş veya biçilmeyi bekleyen çayırlar. Patates, yulaf, soya, çiçekte karabuğday (Greçka) tarlaları dikkat çekiyor. Rusya dev gibi gıda üreticisi. Ancak 1900’lu yılların başları ve ortalarında -özellikle Stalin dönemi- milyonlarca insanın savaşlar ve açlıktan ölmesi çok hazin.

MOLA VE ÖĞLE YEMEĞİ

Selinoya’dayız. 16.30. El değmemiş toprak anlamındaymış bu isim. Çorba, pilavlı et veya balık, erik suyu (bardakta hoşaf). Çavdar (siyah) veya sarı buğday ekmeği. Bu arada önceki günlerde gelen bir iki mesaja yazılı cevap verince, Turkcell bunu 21 Temmuz’dan itibaren günlük 201 TL lik Uluslararasına açmış bile bizi.  Sonradan fark ediyorum. Neyse olsun bakalım, öderiz deyip molada iken çocukları arayıp iyi olduğumuzu, ihtiyaç olunca hattın açık olduğunu söylüyoruz. Daha önce de bir kez yazmıştım. Oteller hariç her yerde tuvaletler (Eskiden “hela” denirdi bizde. Orduda halen kullanılır) tamamen organik. Tahta baraka, tahta zemin, büyük bir delik ve foseptik çukuru. Su da yok. Otellerin alafranga tuvaletlerinde de taharet suyu yok, teksir kağıdına benzer bir tuvaiet kağıdı var.

TABELALAR

Şehir içleri hariç, dış yollarda ticari reklam panoları pek yok. Sadece kril alfabesi olduğu için trafik yol işaretlerinde bile zorluk yaşıyoruz. Yer isimlerinde Latin alfabesi de olsaydı diyoruz. Büyük ticari kuruluşlarda Rusça, İngilizce ve Çince yazılar gördük. Son kaldığımız Gastinitsa otelinin arka cephesinde otel binasının zemin katında bir araç tamirhanesi; yine G.Altaysk meydanındaki büyük otelin zemin altında, ayrı kapısı olan bir lokanta görmek alışık olmadığımız görüntülerdi bizim için.

Yola devam ediyoruz. Asfalt kalitesi bozuldu. Gidiş geliş birer şeritli yol. 18.05, Novokuznetsk sınır levhasını geçtik. Tarım alanları daraldı. Arka planda yoğun orman var. Uzaklarda alçak dağ siluetleri görülüyor. 

18.05, tarım alanları tamamen bitti. Yolun iki yanı yoğun orman, kuzeye doğru gidiyoruz. Küçük bir yerleşim yeri, merada kalabalık büyük baş hayvan sürüsü, yoğun otların içinde besleniyorlar. Yollardaki araçların çoğu markalı. Kötü araba nadir. Ancak birkaç kez kaputu açık araç ve birilerinin onarım için uğraştığına şahit oluyoruz. Araçların bakımları düzgün mü acaba?

18.40, solda büyük bir mera ve içinde 200-300 kadar sarı kahverengi sığır sürüsü gördük. Nerede olursa olsun, üretime seviniyorum. Çevre temizliğini de seviyorum, nerede olursa olsun.

19.07, Sibirya Doğu trenine bineceğimiz Novokuznetsk’e 5 km kalmış. Karşıdan gelen araç sayısı epeyce arttı. Önümüzdeki kamyoneti sollayamıyoruz. Burası 210 m. rakımlı, 500bini aşkın nüfuslu bir sanayi şehri. 19.13’de şehre girdik. 



MOSKOVA-SİBİRYA DOĞU TRENİ /NOVOKUZNETSK

Altay, Tuva, Hakasya bölgesi/sınırları dışında, Rusya’ya bağlı bir şehir burası. Buradan 21.30 gibi Hakasya’nın başkenti Abakan’a kadar giden, ancak bizim Askiz (Açkız) şehrinde ineceğimiz tren yolculuğumuzun başlangıcı olacak burası.

Gara, hareket saatinden 2,5 saat evvel geldik. Eşyaları İgor beyin yardımı ile kafeteryanın bir köşesine koyduk. Bir saat önce buluşmak üzere etrafta biraz dolaşabilirsiniz, aman gecikmeyin diye sıkı tembih. İgor beyle birlikte yaklaşık on kişi garın karşısındaki ana cadde boyunca yürümeye çıktık. Caddenin daha başlangıcında, çoğu kadın yirmi kadar satıcı var. Her birinin önünde bir iki kg kadar sebze veya doğadan toplanmış meyveler var. Bu coğrafyada bu tür üretim çok az.  Sol başta oturan bayanın önünde soyulmuş, bizim yerli mısırlara benzeyen mısırlar var, birkaç tane. Eşim resimlemek için yaklaştı. Satıcı bizim konuşmamamızı duydu herhalde, bize Türkçe hitap etti. 1993’deki Kırım gezimizde rastladığımız Gagavuz kadını ve ondan satın aldığımız “acuka”yı hiç unutmuyoruz. 

Selamlaşınca kadının bir Azeri Türkü olduğunu anladık. Türk insanının karakter yapısı hemen ortaya çıktı. Bizim almak istediklerimizden “para almam” diye tutturdu. Dahası birkaç çeşit daha yeşillik koydu torbaya. Biz ısrarla vermek istiyoruz. “Hayır hayır, helal helal” deyip duruyor. Adı Gülümnaz imiş. 10 yıldır buradalarmış ailecek. Eşimle, arkadaşımız Rana hanım ve kızıyla sarılıyorlar. Resim çektirdik birlikte. O da biz de çok mutlu olduk. Cennette bir sevdiğimizle buluşmak gibi geldi bize. “Konak edeyim sizi” diyor. Biz de trenle yolcuyuz. Telefon numaralarını alıp veriyoruz karşılıklı. 

Eski bir Sovyet dönemi apartman tarzı yapılar, parklarda hala Sovyet döneminden kalan anıtlar vs. En azından eskinin 500 bin nüfuslu ağır sanayi şehrinin merkezi bir bölgesini yüzeyden tanımış olduk. 

BEKLİYORUZ

Bir saat önce hazır olmak üzere gara döndük. Koltuklarda bekliyoruz. Cep telefonunu bir prize taktık şarj için. Kafeteryadan çay istiyoruz, yok dedi ve kahve otomatını gösterdi bize. Almak için davranıyoruz, yine Rusça bağırıyor. Sonra anlıyoruz ki cihazlar kapatılmış. 

Moskova Abakan (Hakasya’nın başkenti) treninin 21.30’da geleceğini ve yolcu indirip bindirirken bir saat kadar bekleyebileceğini söyiediler. Bu arada trenin bir saat gecikme verdiği bilgisi ile hepimiz rahatladık, beklemedeyiz. Bu arada tren 21.30’da geldi, kalkış 22.23. Biz bir saat gecikmenin de kalkışa yansıyacağını sanıp rahatız. İgor da ortalıkta yok. Kafeteryadaki kadın tekrar avazı çıktığınca bağırıyor. Ne dediğini anlayan yok. Son anda anladık ki tren hemen kalkacakmış. Elde valizler, koşa koşa vagon mahalline varıyoruz. Bayan kontrol memuru önce pasaportlara bakarak almaya başladı. Fakat vakit dar diye hemen binin, içeride bakarız deyip vagonumuza bindirdi. Tren de birkaç dakika içinde hareket edince şaşkınlık ve şükrü bir arada yaşıyoruz.



MOSKOVA SİBİRYA TRENİ

İlk defa yataklı bir tren yolculuğumuz olacak. Vagonun çoğu bizim arkadaşlar. Odamız sağ ve solda üst ve alt ranza tarzı dört yataktan oluşuyor. Arada valizler olunca hareket edecek alan kalmadı. Sonra valizleri alt yatakların altındaki valiz yuvalarına koyduk. Biraz alan açıldı. Odada bizden başka, Çanakkale’den gelen Em. Ziraat hocası Ahmet bey ve eşi Nurşen hanım var. Onlar olunca sevindik. Geçen yıl da İran gezisinde birlikte idik. Türkiye’deki trenleri de kısmen bildiğim için, bunları görünce “ülkemizin kıymetini bilmeliyiz” diyor aklım. Sohbet, karşılıklı ikramlaşmalar derken Ahmet bey ve ben üst kata çıktık, bayanlar altta kaldı. Çıkmak biraz zor oldu, alışık değiliz. Uyumak da biraz zor. Temiz çarşaf ve pike var her bir yatakta. 

Gece yarısı tam 00.00’da trenin oda ışıkları (gece lambaları hariç) söndü. Yazı yazmak zorlaştı ama yine de çabalıyoruz. Kalemim bile mevcut halden rahatsız oldu. Çünkü sırt üzeri yazmaya başlayınca, tükenmez kalemin ucu yukarıda olduğundan yazmaz oldu. Vaziyetimi düzeltince tekrar yazdı. Bu da bir tecrübeydi. Zahmetli ama, merak, sabır ve ilgi ile yol zorluklarına katlanılıyor. Tren arada durup kalkıyor. Uyumak mümkün değil ama uzanmak da bir rahatlık sağladı. 

Dün yolculuğun beş saat kadar süreceği söylenmişti. 03.30 gibi ışıklar yandı. Her ihtimale karşı diye -binerken yaşanan paniği hatırladıkça- arkadaşları uyandırdım. Bu arada koridorda gördüğümüz görevliye sorduk. Askiz’e yaklaşık bir saat varmış. Valizleri yerlerinde çıkarıp hazır ettik. İnmeden önce görevliler, çarşaf ve pikeleri teslim etmemizi istediler, teslim ettik. 04.45’de Askiz’e indik.


(Devam edecek)

Selam ve saygılarımla. (24.08.2024, Manisa)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum