ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (5)
(24 TEMMUZ 2024)
KATU YARUK VADİSİ ERGENEKON MU?
Dün 19.10 gibi Pazırık’tan çıkıp bir saatte 30 km.lik ham toprak yolu aştık ve sonra geldiğimiz tepe üstünde, içinden büyük bir nehrin aktığı (Çulum nehri) derin, geniş ve upuzun vadiyi seyrettik. Bu muhteşem bir seyirdi! Akşam yaklaşmakta olduğundan, alacakaranlıkta gördüğümüzden çok daha muhteşem bir yerde olduğumuzu ertesi gün sabah kalkınca ve dönüş yolculuğuna başlarken anladık. Buradan aynı bölgeyi görmek heyecan vericiydi. Tepedeki bölgede 3-5 kadar ahşap ev var, ama bunlar turizm amaçlı yapılar. Buralara motorları ile veya karavanı ile gelenler de var az sayıda. Gorno Altaysk’tan Aktaş’a bizi getiren iki dolmuşun anlaşması buraya kadarmış. Böylece araç değiştirdik; fakat yeni anlaştığımız iki dolmuştan biri Katu Yaruk’u gören tepeden aşağıya S harfi şeklinde kıvrım kıvrım dolanan yoldan aşağıya indirmek istemedi bizi. Diğeri ise yolcu sayısını azaltmak şartıyla olur dedi. Bayanları araçta bırakarak erkekler (iki de bayan vardı) 9-10 kişi yürüyerek yola revan olduk. Vadiye doğru yürüyoruz.
Seyir tepelerinin rakımı 1400 m (Sonradan 1210 m de denildi. Ancak farklı noktalar da olabilir) ile Katu Yaruk vadi tabanı (680 m.) arasındaki fark 600-700 metre. Türkiye’den gelenlerin buraya -muhtemelen temsilȋ resimlere benzetilerek- Ergenekon dediklerini, ama burada böyle bir bilgiye sahip olmadıklarını söylüyor rehberimiz İgor Bey. Bölgenin idari adı Onguday, aynı zamanda bir şehrin adı.
Yol ham toprak, eğim kuvvetli. Böyle bir yoldan ancak arazi arabaları, traktörler gidebilir. Tek şerit, bir taraf uçurum, ancak virajlı yerlerde karşıdan gelen olursa geçilebilir halde. Vadinin dibindeki ırmak boyunca yayılmış düzlüklerde küçük ahşap evlerden oluşan işletmeler var. Ticareti ve işletmeciliği yeni yeni öğreniyorlar. Yolun yarısında arkadan gelen bizim sarı minibüs iki bayan arkadaşımızı aldı. Rehberimiz İgor Bey de inerek bize katıldı.
Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Yolun son beşte biri kalmışken, geceleyeceğimiz kamptan iki arazi tipi küçük araç gelerek yoldan bizi aldı ve daha çabuk vardık kampa. Önce yemekhaneye gittik. Bizden önce gelen arkadaşlar yemeğe başlamışlar. Biz de katıldık onlara. Sade bir yemek. Bulduğumuza şükür. Karpuz da var.
Yemek biterken saatin 23.30 olduğu anlaşıldı ve bir an evvel evlere yerleşelim dedik. İki genç çalışan bizi içi dışı çam ağacından yapılmış, içinde iki küçük yatak olan tek oda, çok küçük tuvaletli ve banyolu evlere götürdü. Duvarların içinde yalıtım malzemesi varmış soğuk zamanlar için. Telefonları şarj edeceğimiz bir priz yeri o kadar aradık bulamadık.
KATU YARUK VADİSİNDE GECELEDİK
Sabah kalktık, bungalov evin metal (çelik) kapısı bir türlü açılmıyor. Hepsi ayrı ve mesafeli evler. Telefon yok, yardım için kimseye ulaşamıyoruz. Allah’tan yapı tek katlı. Pencereden çıktım. Kapının kilidi açık ama çekilecek kolu yok, açılmıyordu. Dışarıdan bir omuz zorlaması ile açıldı. Önce gündüz ve sabah serinliğinde nehri yakından görüp suyuna dokunduk, resimler çektik. Sonra kahvaltı mahalline gittik. Kahvaltıda (Akşam yemek yenen yer, ayrı bir ahşap bina) neden odada priz yok diye sorduk ama “perdenin arkasındadır, görmemiş olmalısınız” dediler. Emin olamadık, geri de dönmek de mümkün değildi bakmak için. Hüzün. Telefonlar şarjsız. Konuşamıyoruz ama resim çekmek için en önemli araç çünkü.
Çevre temiz, ot türü yeşillikler ve ağaçlar görülüyor. Zaten Gök Tengri (Şamanlık) inancında doğanın ilahi bir varlık olduğu inancı ile doğal olan her şeyi koruduklarını ve hayvan dışkıları dışında bir kirliliğin olmadığına şahit oluyoruz. Vadide bir arkadaşımızın -yanlışlıkla- ayçekirdeği /çiğdem yiyip yere attığını görmüştük. Araçta -kendiliğinden- yaptığının hata olduğunu, organik olduğu için attığını söyledi. Olsun, demek ki tekrarı olmayacak.
TURİZM ARTIYOR MU
Ukrayna savaşından sonra asker ve bazı bürokratların yurtdışına tatil için çıkışına kısıtlama getirilmiş ama bu insanların dinlenmeye de ihtiyaçları var. Bu nedenler devlet, iç turizmi canlandıracak, teşvik edecek tedbirler almış. Böyle ücra, (ancak tabiat harikası öyle çok akarsu, dağ, orman, vadi var ki) yerlere bile yollar yapılmaya, geliştirilmeye başlanmış; tesisler için -muhtemel- vergi ve kredi vb teşvikler veriliyormuş. Dolayısıyla bölgedeki şimdilik iç turizmin, sonradan belki dış turizmi geliştirmenin kapıları aralanmış oluyor. Daha iyi ve kolay ulaşım, tesis ve kolaylıklar, başta Türkiye olmak üzere bölgeye dışarıdan seyyahların gelmesi mümkün, diye düşünüyorum.
GORNO ALTAYSK’A DÖNÜŞ
Kahvaltıdan sonra 10 kişilik gruplar halinde aynı zor yoldan tek minibüsümüz ile çıkıldı. Biz gönüllü olarak en son grupta kaldık. Tepeye varınca, keşke ilk grupta çıksaydık dedik. Çünkü manzara, dün akşama doğru gördüğümüze göre çok daha güzel. Hava açık. Buralarda da bez bağlanmış ağaç ve anıtlar var. Kuzey yönünde vadiye daha emniyetli inişi sağlayacak bir yol yapımına başlandığını da duyuyoruz, konuşmalardan.
Burada fazla kalmadan iki minibüsle yola çıkıyoruz. Yolda bu sefer muhteşem Altay Adaçayı bitkilerini seyretmek çok hoş oldu. Birçok mola yerlerinde de onlara yakından dokunduk. Kokuları da çiçekleri kadar güzel ve çekiciydi. Birçok yerde kurusu aynı ad ile satılıyormuş.
Yolda Kızıl Geçit denen bir boğazda kısa bir mola verdik. Gerçekten yolun en dar yeri. Yanda güçlü bir dere akıyor. Derenin sırtları epeyce yüksek ve ağaçlı. Yolda bir adam, doğadan topladığı renkli kristalize -ne olduğunu ve ne işe yaradığını bilmediğim- taşları, kenara çektiği eski arabasının önünde satmaya çalışıyor. Biz orada iken satış olmadı maalesef. Keşke üç beş ruble kazanabilseydi diyorum içimden. Resimler çekip yola devam ediyoruz.
İlk mola yeri Aktaş’taki Altın Tandır yol lokantası. Saat 14.00 olmuş. Biber dolma, geyik sucuk ve balık ile biraz mutattan çıktık. Aktaş’tan G. Altaysk 345 km. Yol boyu at, sığır, koyun, keçi sürü ve kümelerini görüyoruz. Gece bile yol üzeri veya kenarında at, sığır, koyun kümelerinin yola çıkıp trafiği aksattıklarına da şahit oluyoruz.
Giderken bir, dönüş yolunda iki toplam üç trafik kazası gördük. Yolda trafik kazasında ölmüş bir kişinin anısına, kazanın olduğu mahalde üzerinde ölenin resmi ve adı olan mini bir anıt da gördük. Bunun benzerlerini Balkanlarda da görmüştük. Yol boyunca ata binenleri, bisiklete binenleri görüyoruz aracımızdan. Çuya (Çoya) nehri boyunca kamp yapan çok sayıda arabalı insan kümeleri tatil için buralardalar. Yollarda toplu taşıma yok gibi. Amerikan tarzı, herkeste özel araç var. Yakıt ucuz, İran gibi.
ALMANLAR
Avrupa kıtasında denizlere ulaşma amacı olan ülke ve halkları biliyoruz. Almanların ise- “Kıta Avrupası” denen merkezi bölgede olmalarından dolayı- muhtemel kökenleri sebebiyle denizlere açılmak yerine Asya’ya yönelik plan ve stratejileri olmuş hep tarih boyunca. Gezdiğimiz bu coğrafyada onların 30 yıl öncesine kadar var olduklarını öğreniyoruz. Hatta 5 yıl önce gittiğimiz Kazakistan’da bile Almanların varlığını oradayken de duymuştuk.
Bunların çoğunun 2. Dünya savaşında bu coğrafyaya sürülen (veya esir?) Almanlar olduğu söylense de daha evvele dayalı bir Alman nüfusun bu coğrafyada yaşadığını biliyoruz. SSCB’den sonra, Almanya’nın bu insanları istemesine Ruslar önce ret cevabı verseler de sonra sekiz bin konut karşılığında kabul etmişler. Bu konutları da Türk şirketlerin yaptığını söylüyor rehberimiz.
AKRABA EVLİLİĞİ
Grubumuz kültürlü ve/veya meraklı insanlardan oluşuyor. En yaşlımız olan Yaşar Bey anlatıyor: Bu bölge ve kültür tarihimiz hakkında okumuş, hatta kitap yazmış bir insan. Altaylarda (Altay, Hakasya ve Tuva) akraba evliliği yoktur, diyor. İgor bey de destekliyor bunu. Burada her insan 7 nesil atasının adını bilmek zorunda diyor. Açılan Pazırık kurganlarında bulunan mumyalanmış kadın ve erkeklerin yaşları birbirine yakın veya eşit.
Yaşar Bey ekliyor: Doğal ortamda yaşayan bir erkek atın 10-15 aygırlık haremi olur. Üreme çağına giren genç erkek kümeden uzaklaştırılır. O da yeni bir aile, harem kurar. Dişi yavrular da zamanı gelince uzaklaştırılır kümeden. Atların bu davranışlarını gören Türklerin, akraba evliliğinin atlarda bile olmadığına tanık olmaları sebebiyle “kendi aralarında da akraba evliliğini yasaklamış olabileceklerini” söylüyor. İlginç.
Şaman kelimesi Rusların yakıştırdığı, olumsuzluk da içeren bir kelime. Aslı Kam diyor Yaşar bey. Türkler ölüm için “Uçmağa varmak, uçmağa gelmek” derler. Öldü sözünü hayvan ve düşman için kullanırlar diye de ekliyor.
GEYİKTAŞ / KALBAKTAŞ
Aktaş’tan sonra önce Geyiktaş anıt ve kaya resimlerini ziyaret ediyoruz. Karşıdaki yüksek sarp kayaların dik yüzeyine paralel bir düz tahta çit oluşturulmuş ve önünde küçük ahşap bir kameriye. İçinde yirmili yaşlarda bir Altay Türkü ağız kopuzu ile yerel parçalar çalıp söylüyor. Etrafına kümelendik. Kimimiz resim kimimiz video çekiyor. İlgiyi görünce talebimiz de olunca kırsaldaki bu özgün mini konser 30-40 dakikayı buldu. Biz de onu memnun edecek kadar teşekkür bahşişleri bıraktık. Sonra çitlerin arkasındaki kayalara varıp, yüzyıllarca, belki binlerce yıl önceye ait ilginç kaya resimlerini gördük.
Biraz daha yol aldıktan sonra, Kalbaktaş’ı ziyaret ediyoruz. Kalpak kelimesi Türkçe. Türkçede “B” “P” değişmesi var. Dolayısıyla buranın adı muhtemelen “Kalpaktaş”. Burada 3-5 tane Altaylı rehber var. Aynı anda birden fazla gruba hizmet verebiliyorlar. Bir ahşap evde hediyelikler satılıyor. Bir diğeri de dinlenmek için. Etraftaki kayalar üzerinde, koruma altına alınmış çok sayıda kaya resmi var. Hepsi için açıklama ve yorum yapılıyor. Rehberimiz İgor Bey Rusçadan çeviriyor anlatılanları. At, kurt, geyik, ay, yıldız, takım yıldızlar, doğum yapan kadın… Çok sayıda yerli seyyah da var çevremizde, bu da dikkat çekici. Merak güzel bir şey. Hakkı ve hakikati öğrenmek, anlamak için.
ONGUDAY ŞEHRİ
Saat 18.40. Onguday şehrinden geçiyoruz. Aynı zamanda bölgenin de adı. Gorno Altask’a 176 km var. Bahçeli, en fazla iki katlı, ahşap veya ahşap kaplama evler. Görünürde beton yok. Çatılar rengarenk, pek hoş. Hiç apartman da yok. Ayşe hanım bana eğilerek, “İnşallah burada bir minare de olur” diyor, âmin diyorum.
DEPREM
Bölge çok dağlık. Neredeyse yüzde sekseni.
Geçmişte buralarda 9 şiddetinde deprem olmuş, ciddi bir kayıp yaşanmamış mevcut yapı türü ve stoku nedeniyle.
Pazırık kurganlarına dokunmayın, diyen yerli halka rağmen 1940'larda, bulunan bir kadın mumyasını Rusya'daki götürmüşler Ruslar. Çok itirazlar olmuş ama nafile. O günlerde olan şiddet bir depremden sonra, olanlar ile bu kadın mumyası arasında kurulan ilişki, itiraz ve talepler neticesinde, götürülen ceset bölgeye iade edilmiş.
VARIŞ
Yolda bir mola daha verip, 21.30 gibi G. Altaysk’a vardık. Lenin heykelinin olduğu meydanın karşısında, giriş kapısı ayrı, zemin altındaki ilk geldiğimiz günkü lokantaya varıyoruz. Özbek yemekleri de yapan lokantada yemeğimizi yiyoruz. Ama çalışan Rus bayan, bu saatte yemek mi olur der gibi, gergindi. Çay var mı, diye soran bir arkadaşımızı tersledi. “Turizmi öğrenecekler” diyerek tekrar sözü bağlayalım.
SOKAKTA KALDIK
22.30 gibi Grant Altaysk Oteline vardık gecelemek üzere. Valizlerimiz zaten orada. Sahibi Ermeni olan otelin çalışanının unutması veya yanlış anlamasına bağlı olarak bütün odalar başka müşterilere verilmiş. Sizin randevunuz ertesi gün için diyorlar. Şaşkınlık içindeyiz. Görüşmeleri İgor Bey yapmış, ödemeler de aylar önceden gerçekleşmişti. Otelin önündeyiz. Valizleri aldık, bekliyoruz. Gece görevlisi ve İgor Bey habire bir yerlerle görüşüyorlar. Yaklaşık bir saat sonra şehirdeki diğer 2-3 otelde boş olan odalara bizi dağıttılar. İlk gidenler çağrılan taksilerle, sonra da geri gelen minibüsümüz ile gittik otellere. Saat 00.30.
Kadir Bey de İgor Bey de mahcup ve üzgünler. Birkaç üst perdeden konuşma olsa da genelde sükûnet içindeyiz. Biz yine de Kadir ve İgor beylere teşekkür ve teselli ediyoruz. O da mutlu oluyor, bir ölçüde. Gittiğimiz Gastinitsa Otelinin çalışanının eli pek yavaş. Sağ olsun İgor Bey yardımcı oluyor. Odamız 3.katta 309. Asansör ve yardımcı yok. WiFi ücretli dediler, gecenin bu saatinde, almadık. Oda güzel ama, otelcilik çok zayıf. “Öğrenirler herhalde” deyip hızlıca yatıyoruz. (00.55) (Devam edecek).
Selam ve saygılarımla. (18.08.2024)
(24 TEMMUZ 2024)
KATU YARUK VADİSİ ERGENEKON MU?
Dün 19.10 gibi Pazırık’tan çıkıp bir saatte 30 km.lik ham toprak yolu aştık ve sonra geldiğimiz tepe üstünde, içinden büyük bir nehrin aktığı (Çulum nehri) derin, geniş ve upuzun vadiyi seyrettik. Bu muhteşem bir seyirdi! Akşam yaklaşmakta olduğundan, alacakaranlıkta gördüğümüzden çok daha muhteşem bir yerde olduğumuzu ertesi gün sabah kalkınca ve dönüş yolculuğuna başlarken anladık. Buradan aynı bölgeyi görmek heyecan vericiydi. Tepedeki bölgede 3-5 kadar ahşap ev var, ama bunlar turizm amaçlı yapılar. Buralara motorları ile veya karavanı ile gelenler de var az sayıda. Gorno Altaysk’tan Aktaş’a bizi getiren iki dolmuşun anlaşması buraya kadarmış. Böylece araç değiştirdik; fakat yeni anlaştığımız iki dolmuştan biri Katu Yaruk’u gören tepeden aşağıya S harfi şeklinde kıvrım kıvrım dolanan yoldan aşağıya indirmek istemedi bizi. Diğeri ise yolcu sayısını azaltmak şartıyla olur dedi. Bayanları araçta bırakarak erkekler (iki de bayan vardı) 9-10 kişi yürüyerek yola revan olduk. Vadiye doğru yürüyoruz.
Seyir tepelerinin rakımı 1400 m (Sonradan 1210 m de denildi. Ancak farklı noktalar da olabilir) ile Katu Yaruk vadi tabanı (680 m.) arasındaki fark 600-700 metre. Türkiye’den gelenlerin buraya -muhtemelen temsilȋ resimlere benzetilerek- Ergenekon dediklerini, ama burada böyle bir bilgiye sahip olmadıklarını söylüyor rehberimiz İgor Bey. Bölgenin idari adı Onguday, aynı zamanda bir şehrin adı.
Yol ham toprak, eğim kuvvetli. Böyle bir yoldan ancak arazi arabaları, traktörler gidebilir. Tek şerit, bir taraf uçurum, ancak virajlı yerlerde karşıdan gelen olursa geçilebilir halde. Vadinin dibindeki ırmak boyunca yayılmış düzlüklerde küçük ahşap evlerden oluşan işletmeler var. Ticareti ve işletmeciliği yeni yeni öğreniyorlar. Yolun yarısında arkadan gelen bizim sarı minibüs iki bayan arkadaşımızı aldı. Rehberimiz İgor Bey de inerek bize katıldı.
Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Yolun son beşte biri kalmışken, geceleyeceğimiz kamptan iki arazi tipi küçük araç gelerek yoldan bizi aldı ve daha çabuk vardık kampa. Önce yemekhaneye gittik. Bizden önce gelen arkadaşlar yemeğe başlamışlar. Biz de katıldık onlara. Sade bir yemek. Bulduğumuza şükür. Karpuz da var.
Yemek biterken saatin 23.30 olduğu anlaşıldı ve bir an evvel evlere yerleşelim dedik. İki genç çalışan bizi içi dışı çam ağacından yapılmış, içinde iki küçük yatak olan tek oda, çok küçük tuvaletli ve banyolu evlere götürdü. Duvarların içinde yalıtım malzemesi varmış soğuk zamanlar için. Telefonları şarj edeceğimiz bir priz yeri o kadar aradık bulamadık.
KATU YARUK VADİSİNDE GECELEDİK
Sabah kalktık, bungalov evin metal (çelik) kapısı bir türlü açılmıyor. Hepsi ayrı ve mesafeli evler. Telefon yok, yardım için kimseye ulaşamıyoruz. Allah’tan yapı tek katlı. Pencereden çıktım. Kapının kilidi açık ama çekilecek kolu yok, açılmıyordu. Dışarıdan bir omuz zorlaması ile açıldı. Önce gündüz ve sabah serinliğinde nehri yakından görüp suyuna dokunduk, resimler çektik. Sonra kahvaltı mahalline gittik. Kahvaltıda (Akşam yemek yenen yer, ayrı bir ahşap bina) neden odada priz yok diye sorduk ama “perdenin arkasındadır, görmemiş olmalısınız” dediler. Emin olamadık, geri de dönmek de mümkün değildi bakmak için. Hüzün. Telefonlar şarjsız. Konuşamıyoruz ama resim çekmek için en önemli araç çünkü.
Çevre temiz, ot türü yeşillikler ve ağaçlar görülüyor. Zaten Gök Tengri (Şamanlık) inancında doğanın ilahi bir varlık olduğu inancı ile doğal olan her şeyi koruduklarını ve hayvan dışkıları dışında bir kirliliğin olmadığına şahit oluyoruz. Vadide bir arkadaşımızın -yanlışlıkla- ayçekirdeği /çiğdem yiyip yere attığını görmüştük. Araçta -kendiliğinden- yaptığının hata olduğunu, organik olduğu için attığını söyledi. Olsun, demek ki tekrarı olmayacak.
TURİZM ARTIYOR MU
Ukrayna savaşından sonra asker ve bazı bürokratların yurtdışına tatil için çıkışına kısıtlama getirilmiş ama bu insanların dinlenmeye de ihtiyaçları var. Bu nedenler devlet, iç turizmi canlandıracak, teşvik edecek tedbirler almış. Böyle ücra, (ancak tabiat harikası öyle çok akarsu, dağ, orman, vadi var ki) yerlere bile yollar yapılmaya, geliştirilmeye başlanmış; tesisler için -muhtemel- vergi ve kredi vb teşvikler veriliyormuş. Dolayısıyla bölgedeki şimdilik iç turizmin, sonradan belki dış turizmi geliştirmenin kapıları aralanmış oluyor. Daha iyi ve kolay ulaşım, tesis ve kolaylıklar, başta Türkiye olmak üzere bölgeye dışarıdan seyyahların gelmesi mümkün, diye düşünüyorum.
GORNO ALTAYSK’A DÖNÜŞ
Kahvaltıdan sonra 10 kişilik gruplar halinde aynı zor yoldan tek minibüsümüz ile çıkıldı. Biz gönüllü olarak en son grupta kaldık. Tepeye varınca, keşke ilk grupta çıksaydık dedik. Çünkü manzara, dün akşama doğru gördüğümüze göre çok daha güzel. Hava açık. Buralarda da bez bağlanmış ağaç ve anıtlar var. Kuzey yönünde vadiye daha emniyetli inişi sağlayacak bir yol yapımına başlandığını da duyuyoruz, konuşmalardan.
Burada fazla kalmadan iki minibüsle yola çıkıyoruz. Yolda bu sefer muhteşem Altay Adaçayı bitkilerini seyretmek çok hoş oldu. Birçok mola yerlerinde de onlara yakından dokunduk. Kokuları da çiçekleri kadar güzel ve çekiciydi. Birçok yerde kurusu aynı ad ile satılıyormuş.
Yolda Kızıl Geçit denen bir boğazda kısa bir mola verdik. Gerçekten yolun en dar yeri. Yanda güçlü bir dere akıyor. Derenin sırtları epeyce yüksek ve ağaçlı. Yolda bir adam, doğadan topladığı renkli kristalize -ne olduğunu ve ne işe yaradığını bilmediğim- taşları, kenara çektiği eski arabasının önünde satmaya çalışıyor. Biz orada iken satış olmadı maalesef. Keşke üç beş ruble kazanabilseydi diyorum içimden. Resimler çekip yola devam ediyoruz.
İlk mola yeri Aktaş’taki Altın Tandır yol lokantası. Saat 14.00 olmuş. Biber dolma, geyik sucuk ve balık ile biraz mutattan çıktık. Aktaş’tan G. Altaysk 345 km. Yol boyu at, sığır, koyun, keçi sürü ve kümelerini görüyoruz. Gece bile yol üzeri veya kenarında at, sığır, koyun kümelerinin yola çıkıp trafiği aksattıklarına da şahit oluyoruz.
Giderken bir, dönüş yolunda iki toplam üç trafik kazası gördük. Yolda trafik kazasında ölmüş bir kişinin anısına, kazanın olduğu mahalde üzerinde ölenin resmi ve adı olan mini bir anıt da gördük. Bunun benzerlerini Balkanlarda da görmüştük. Yol boyunca ata binenleri, bisiklete binenleri görüyoruz aracımızdan. Çuya (Çoya) nehri boyunca kamp yapan çok sayıda arabalı insan kümeleri tatil için buralardalar. Yollarda toplu taşıma yok gibi. Amerikan tarzı, herkeste özel araç var. Yakıt ucuz, İran gibi.
ALMANLAR
Avrupa kıtasında denizlere ulaşma amacı olan ülke ve halkları biliyoruz. Almanların ise- “Kıta Avrupası” denen merkezi bölgede olmalarından dolayı- muhtemel kökenleri sebebiyle denizlere açılmak yerine Asya’ya yönelik plan ve stratejileri olmuş hep tarih boyunca. Gezdiğimiz bu coğrafyada onların 30 yıl öncesine kadar var olduklarını öğreniyoruz. Hatta 5 yıl önce gittiğimiz Kazakistan’da bile Almanların varlığını oradayken de duymuştuk.
Bunların çoğunun 2. Dünya savaşında bu coğrafyaya sürülen (veya esir?) Almanlar olduğu söylense de daha evvele dayalı bir Alman nüfusun bu coğrafyada yaşadığını biliyoruz. SSCB’den sonra, Almanya’nın bu insanları istemesine Ruslar önce ret cevabı verseler de sonra sekiz bin konut karşılığında kabul etmişler. Bu konutları da Türk şirketlerin yaptığını söylüyor rehberimiz.
AKRABA EVLİLİĞİ
Grubumuz kültürlü ve/veya meraklı insanlardan oluşuyor. En yaşlımız olan Yaşar Bey anlatıyor: Bu bölge ve kültür tarihimiz hakkında okumuş, hatta kitap yazmış bir insan. Altaylarda (Altay, Hakasya ve Tuva) akraba evliliği yoktur, diyor. İgor bey de destekliyor bunu. Burada her insan 7 nesil atasının adını bilmek zorunda diyor. Açılan Pazırık kurganlarında bulunan mumyalanmış kadın ve erkeklerin yaşları birbirine yakın veya eşit.
Yaşar Bey ekliyor: Doğal ortamda yaşayan bir erkek atın 10-15 aygırlık haremi olur. Üreme çağına giren genç erkek kümeden uzaklaştırılır. O da yeni bir aile, harem kurar. Dişi yavrular da zamanı gelince uzaklaştırılır kümeden. Atların bu davranışlarını gören Türklerin, akraba evliliğinin atlarda bile olmadığına tanık olmaları sebebiyle “kendi aralarında da akraba evliliğini yasaklamış olabileceklerini” söylüyor. İlginç.
Şaman kelimesi Rusların yakıştırdığı, olumsuzluk da içeren bir kelime. Aslı Kam diyor Yaşar bey. Türkler ölüm için “Uçmağa varmak, uçmağa gelmek” derler. Öldü sözünü hayvan ve düşman için kullanırlar diye de ekliyor.
GEYİKTAŞ / KALBAKTAŞ
Aktaş’tan sonra önce Geyiktaş anıt ve kaya resimlerini ziyaret ediyoruz. Karşıdaki yüksek sarp kayaların dik yüzeyine paralel bir düz tahta çit oluşturulmuş ve önünde küçük ahşap bir kameriye. İçinde yirmili yaşlarda bir Altay Türkü ağız kopuzu ile yerel parçalar çalıp söylüyor. Etrafına kümelendik. Kimimiz resim kimimiz video çekiyor. İlgiyi görünce talebimiz de olunca kırsaldaki bu özgün mini konser 30-40 dakikayı buldu. Biz de onu memnun edecek kadar teşekkür bahşişleri bıraktık. Sonra çitlerin arkasındaki kayalara varıp, yüzyıllarca, belki binlerce yıl önceye ait ilginç kaya resimlerini gördük.
Biraz daha yol aldıktan sonra, Kalbaktaş’ı ziyaret ediyoruz. Kalpak kelimesi Türkçe. Türkçede “B” “P” değişmesi var. Dolayısıyla buranın adı muhtemelen “Kalpaktaş”. Burada 3-5 tane Altaylı rehber var. Aynı anda birden fazla gruba hizmet verebiliyorlar. Bir ahşap evde hediyelikler satılıyor. Bir diğeri de dinlenmek için. Etraftaki kayalar üzerinde, koruma altına alınmış çok sayıda kaya resmi var. Hepsi için açıklama ve yorum yapılıyor. Rehberimiz İgor Bey Rusçadan çeviriyor anlatılanları. At, kurt, geyik, ay, yıldız, takım yıldızlar, doğum yapan kadın… Çok sayıda yerli seyyah da var çevremizde, bu da dikkat çekici. Merak güzel bir şey. Hakkı ve hakikati öğrenmek, anlamak için.
ONGUDAY ŞEHRİ
Saat 18.40. Onguday şehrinden geçiyoruz. Aynı zamanda bölgenin de adı. Gorno Altask’a 176 km var. Bahçeli, en fazla iki katlı, ahşap veya ahşap kaplama evler. Görünürde beton yok. Çatılar rengarenk, pek hoş. Hiç apartman da yok. Ayşe hanım bana eğilerek, “İnşallah burada bir minare de olur” diyor, âmin diyorum.
DEPREM
Bölge çok dağlık. Neredeyse yüzde sekseni.
Geçmişte buralarda 9 şiddetinde deprem olmuş, ciddi bir kayıp yaşanmamış mevcut yapı türü ve stoku nedeniyle.
Pazırık kurganlarına dokunmayın, diyen yerli halka rağmen 1940'larda, bulunan bir kadın mumyasını Rusya'daki götürmüşler Ruslar. Çok itirazlar olmuş ama nafile. O günlerde olan şiddet bir depremden sonra, olanlar ile bu kadın mumyası arasında kurulan ilişki, itiraz ve talepler neticesinde, götürülen ceset bölgeye iade edilmiş.
VARIŞ
Yolda bir mola daha verip, 21.30 gibi G. Altaysk’a vardık. Lenin heykelinin olduğu meydanın karşısında, giriş kapısı ayrı, zemin altındaki ilk geldiğimiz günkü lokantaya varıyoruz. Özbek yemekleri de yapan lokantada yemeğimizi yiyoruz. Ama çalışan Rus bayan, bu saatte yemek mi olur der gibi, gergindi. Çay var mı, diye soran bir arkadaşımızı tersledi. “Turizmi öğrenecekler” diyerek tekrar sözü bağlayalım.
SOKAKTA KALDIK
22.30 gibi Grant Altaysk Oteline vardık gecelemek üzere. Valizlerimiz zaten orada. Sahibi Ermeni olan otelin çalışanının unutması veya yanlış anlamasına bağlı olarak bütün odalar başka müşterilere verilmiş. Sizin randevunuz ertesi gün için diyorlar. Şaşkınlık içindeyiz. Görüşmeleri İgor Bey yapmış, ödemeler de aylar önceden gerçekleşmişti. Otelin önündeyiz. Valizleri aldık, bekliyoruz. Gece görevlisi ve İgor Bey habire bir yerlerle görüşüyorlar. Yaklaşık bir saat sonra şehirdeki diğer 2-3 otelde boş olan odalara bizi dağıttılar. İlk gidenler çağrılan taksilerle, sonra da geri gelen minibüsümüz ile gittik otellere. Saat 00.30.
Kadir Bey de İgor Bey de mahcup ve üzgünler. Birkaç üst perdeden konuşma olsa da genelde sükûnet içindeyiz. Biz yine de Kadir ve İgor beylere teşekkür ve teselli ediyoruz. O da mutlu oluyor, bir ölçüde. Gittiğimiz Gastinitsa Otelinin çalışanının eli pek yavaş. Sağ olsun İgor Bey yardımcı oluyor. Odamız 3.katta 309. Asansör ve yardımcı yok. WiFi ücretli dediler, gecenin bu saatinde, almadık. Oda güzel ama, otelcilik çok zayıf. “Öğrenirler herhalde” deyip hızlıca yatıyoruz. (00.55) (Devam edecek).
Selam ve saygılarımla. (18.08.2024)
FACEBOOK YORUMLAR