FLAŞ HABER
Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (3)

11 Ağustos 2024 - 16:59 - Güncelleme: 17 Ağustos 2024 - 08:22

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ (3)

(22 TEMMUZ 2024)



Dağlık Altay'ın (Gorno Altaysk) aynı adı taşıtan otelinde geceledik. Sabah 07.30’da kapı tıklatıldı. Bu uyandırma. Dışarıda bekleyen yok. 07.45’de odaya kahvaltı geldi. Odaya gelmesinin nedeni, toplu kahvaltı yerinin olmaması. Üç katlı otelde asansör de yok. Turizmi öğrenecekler, diyoruz. Şükür ki kablosuz internet var otelde. Pek çok arkadaş buradan faydalanıyor. 09.20’de lobide toplanılacak diye bir uyarı geldi WhatsApp üzerinden. 10.00’da Altıngöl’e hareket edilecek. Hava kapalı, yağmur var. Sıcaklık 20C derece.


ALTINGÖL’E DOĞRU

Bölge, adına da yansıdığı şekilde dağlık. Kuzey Altaylar bölgesinin balık ve balı ünlüymüş. Çünkü yağış bol, nemli ve yemyeşil. Güney Altaylar bölgesi ise yemyeşil, turizme çok uygun, bakir bir coğrafya. G.Altaysk’ın yüzde 56’sı Rus, yüzde 30’u Altay Türkü ve yüzde 9’u da Kazak imiş. Yol asfalt ancak çok bozuk.

En arka koltuğa oturduğumuz için bayağı zıpladık, zorlandık. Ukrayna Savaşı nedeniyle bölgeye yeterli ödenek gelmediği için bakımlar yapılamıyormuş. Eşimle kendi aramızda, araca daha erken gelmek lazım diyoruz. Sağ olsunlar, seyahat arkadaşlarımız çok medeni ve duyarlı insanlar.  Konuşmamızı duymadılar ama, daha önlerde oturmamızı, kendi istekleriyle rica ettiler. Zaman zaman yer değiştirdik. Araçlarımız iki adet 2010 model Mercedes minibüs. Bizim araçta rehberimiz İgor bey var. Dün verdiğimiz 200 doları bozdurmuş, 17bin Rubleyi teslim etti. 1 dolar 85 Ruble. Bu arada araç plakaları bizdeki sistemin tam tersi. Soldan sağa değil, sağdan sola. Mesela; sondaki rakam ülke, oblast veya krayı ifade ediyor. Son iki rakam 05 Altaysk, 19 Hakasya gibi. Ortada harfler, sol başta ise numara yer alıyor.

SÜRGÜN, İKLİM, GIDA, MÜZİK

Sibirya ve bu güney bölgeler, Çarlık ve SSCB döneminde sürgün yeri, adeta açık cezaevi olmuş. Gelenler geri dönememişler. Benzer uygulamaları İngilizlerde de görüyoruz. Suçluları uzak kolonilere sürerek, oralarda İngiliz nüfusu böyle oluşturmuş (Avustralya, Yeni Zellanda).

Her yerde bol miktarda Huş ağacı (Kayın veya Süpürge apacı da demiyormuş yerel olarak Türkiye'de. Ona Akağaç diyor, İgor bey) ve Sedir ağaçlarını görüyoruz. Yollarda, Uludağ’a çıkarken rastladığımız gibi, yoğun bitki türleri ve miktarı ile karşılaştık. Altıngöl’e varınca da
Trabzon'un Uzungöl’ünün çok daha büyüğü ile karşılaşmış gibi olduk.

Kaldığımız süre içinde sıcaklık hep 20-30 arasında. Göl ve nehir balıkçılığı ve balı meşhur. Biye ırmağı (Bayağı geniş ve debili) üzerindeki köprüyü geçer geçmez, sağdaki mola yerinde duruyoruz. Biye kelimesi “Bey” demek. Buradan Altay balı ve hediyelik deri/ahşap el sanatı ürünleri satan yerlere uğruyoruz. Meyve ve sebze üretimine yaz süresi yetmiyor. Ancak hayvancılık için çok uygun bir yeryüzü alanı. Hiç kurumayan otlar, çiçekler.

Müzik olarak arada dinletilen Ağız Kopuzu ve Gırtlak müziği örnekleri ilgimizi çekiyor. Batı müziğinde mekanik ve endüstriyel bir alt yapı varken, buralarda ve hatta Anadolu’daki halk müziğinde hep atların ritmini, nehir ve kuşların seslerinden ilham alan arka planı hissetmek, fark etmek mümkün. Gezi boyunca daha ilginç, çoğumuzun ilk defa gördüğü müzik aletleriyle karşılaştık.



ALTINGÖL

Geziye Altıngöl’ü ekleten ekibimizdeki Fatma hanım ile Filiz hanımlar. Kadir bey ile 6 yıl önce Türkiye’den buralara gelen ilk 16 kişilik grupta yer almış. Tekrar gelme şartı olarak, Altıngöl’ü görmedik (bazı tarihi eserlerde de adı geçiyormuş), programda olursa geliriz deyince, Kadir bey de eklemiş. Altıngöl Batı Sayan dağları ile Saylugem dağlarının buluşma noktasında oluşmuş, 78 km uzunluğunda, 0,6 ile 5 km arasında genişliği olan, derin bir göl. 70 nehir tarafından beslenen bu göle, en büyük su getiren -ertesi gün gidilecek olan- Altaysk’ın güneydoğu tarafında (Yaklaşık 400 km) Katu Yaruk Vadisinde geçip gelen Çolışman nehri.

Gorna Altaysk-Altıngöl arası 160 km ama, yolun kötülüğü, bir iki mola da eklenince 3 saati geçti varışımız. Saat 15.00 gibi vapur kalkacak. Biletleri önceden Kadir ve İgor beyler almışlar. Vapurun kalkmasına birbuçuk saat var. Bir yerde öğle yemeği yiyelim deniyor. Önceden planlanmış. Yemyeşil bir ortam, iki katlı bir evden bozma lokanta. Ama aynı anda 15 kişi için yer var. İkiye bölündük. Tuvaletinin de kapalı olması (olmaması ?) bizi hayrete düşürse de, yine "turizmi öğrenecekler" diyoruz. Gerçekten ülke dışında buralara gelen hemen hiç kimse yok. O nedenle alışık değiller.  Çorba, tavuk sulu bir duru şehriye çorbası tasavvur edin ve içinde (dibinde) pişmiş, sanki içine kazara düşmüş gibi duran yarım yumurta. Pilav ve yanında parça tavuk ile lahana salatası. Çorba ve salatalarda dere otunu sıkça kullanıyorlar. Limon nadirattan. Ama, Kadir bey uyarmıştı. Buralarda beş yıldızlı hizmet beklerseniz, ben üzülürüm, diye. Herkes arada alçak sesle bir şeyler söylese de hakikaten buralar görülmeye değer, ancak dinlenme tarzı bir tatil yeri değil tabii ki, şimdilik.

VAPUR GEZİSİ

Vapur gezisi 5 saat sürecek. 750 yolcu taşıyor vapur. Sıkça gördüğümüz yağmur nedeniyle yağmurluk almak için uzaklaşan birkaç arkadaş, binenlerde (bizde) kaygı yaratsa da geç kalan olmadı. Bu tür gezilerde, gezi rehberinin elinde renkli bir flamanın olması kalabalık ortamlarda çok kolaylık sağlıyor. Bir kişinin bile kopması ekibi büyük müşkilat ile karşılaştırır. Çünkü her şeyin zamanında yapılması gerekiyor. Vapur neredeyse doldu. Tam saatinde kalktı. Yeşil mavi arası hafif dalgalı. Etrafta birden yükselen, zirvesine kadar sık ağaçların yer aldığı ormanlar. İki yerde sahile yanaşıyor. Yanaşılan yerlerdeki binalar tamamen ahşap. Büyük çağlayanlar, hediyelik eşya satan yerler, ama esas olan muhteşem bir su ve orman tablosu.

Gemideki insanların çoğu genç, aile ve çocuklardan oluşuyor. Bizdeki gibi sakal merakı yok. Ancak saçlarda, nadiren sıradışı (Punk gibi) modellerle de karşılaşılıyor. Gemi güvertesindeki büfeye de uğrayıp çay içtik. Temiz ve fiyatlar makul idi. Gemi ikinci kez sahile yaklaşırken 3-4 genç sahilde gemiyi bekliyorlar. Bir genç kız saçlarını arkadan salmış, o kadar uzun ki, çorapları hizasına kadar iniyordu. Uzaktan resimledik. Merak ve ilgi için insanların göze alamayacağı bir zorluk yok sanki.

Beş saatin sonunda hava kararmaya başladı. Yine önceden planlanmış, gölü ve ormanları biraz yüksekten gören, işletmecisi ve çalışanları Altaylı olan bir lokantadayız. Tercihlerimi hep balıktan (Kızıl balık/Alabalık) yana yaptım. Gezi boyunca, olumsuzluklara rağmen gıdadan rahatsızlanan olmadı. Altıngöl, UNESCO tarafında korunması gerekli tabiat varlığı olarak kabul edilmiş. 21.30’da dönüş yolundayız. Yol boyları hep papatya dolu. Kuzey kutbuna daha yakın olduğumuz için gün bize göre daha geç kararıyor. Sanki Nisan ayı. Altın Göl‘de kışın çok az insan kalırmış. Isınma doğalgaz veya kömür ile oluyormuş.

NEHİRLER

Altıngöl’ün su çıkışı Biya (Bey) nehri ile oluyor. Biya , Katun (Hatun) nehri ile buluştuktan sonra Obi Nehri adını alır ve Kuzey Buz denizine dökülür. Dikkat edilirse, bu adların hepsi, Türk kökenlidir! Biya ve Katun kelimelerinin Türk dilinde karşılığı “bey” ve “hatun”, Ob kelimesi ise “nine” anlamına gelmektedir.

YAŞAR BEY

Bu arada grubumuzun en yaşlısı veya bilgesi Yaşar Bey hayata dair bilgi ve düşüncelerini de yakınındaki insanlarla paylaşıyor.

Diyor ki;

“Türk çocuklarını devlet memuru yaparak körleştiriyoruz onları. Ticarete, serbest hayata alıştırmak lazım, Böylece birçok zeki yetenekli genç heder oluyor, diyor. (Üzerinde düşünülecek bir konu) Yaşar beyin “Dede Korkut’la Kadına Dair Sohbetler" adlı bir kitabının da olduğunu öğreniyoruz.

AZ GİTTİM UZ GİTTİM

2018 yılındaki ekipte, Türkiye’den Kadir bey başkanlığında bu bölgeye ilk defa giden Fatma hanım dışındaki diğer üçü; Dr. Ayşe Filiz,Aybala ve Tülin hanımlardır. Yukarıdaki başlık Filiz hanımın gittiği her şehir ve ülkede tuttuğu notları, engin bir kültürel birikim ve edebi üslupla kitaplaştırdığı eserinin adı.  Seyahat esnasında duymamıştım. Mütevazı insanlar az, fakat yerinde konuşurlar. Mecbur kalmadıkça bu tür bilgileri de paylaşmazlar. Dolu başak misali başları hep tevazu halindedir. Dönüşte bir arkadaşımız bu kitaptan ortak grupta söz edince hemen inceledim. İçerik çok güzel ve dolu. (Panama y. 2024, 304 s.) Gelirinin de yazar tarafından öğrenci bursu olarak tahsis edildiğini okumak bir başka güzellik. Bir arkadaşımız hemen 4 adet sipariş vermiş. Bendeniz de bir miktar aldım, gençlere ve Tıp öğrencilerine hediye edilmek üzere. Kitabı elime aldım, su gibi okunuyor.

SİBİRYA TRENİ

Birkaç gün sonra Gorno Altaysk'tan 5 saatlik mesafedeki (350 km) Novo Kuznetsk'e gidilecek. Oradan da Hakasya'nın Askiz (Açkız) şehrine gideceğiz Moskova'dan gelen Sibirya treni ile. Sonraki günlerde Tuva'ya. Oraları da gezdikten sonra, Hakasya'nın başşehri Abakan'da olacağız.

Filiz hanım, kitabının 73-85. sayfalarında 6 yıl önceki seyahatle ilgili Sibirya Trenini anlatıyor. Bizim bindiğimiz trene göre daha iptidai, daha zor şartlarda yapılan, ancak idealist insanların katlanacakları ve daha uzun süren bir yolculuğu anlatılıyor. Sibirya treni ile ilgili  izim yaşadıklarımızı ve gözlemlerimizi ileriki bölümlerde anlatılacaktır.

Meraklısına;

1. Katun eski Türkçe Kadın demek. Farsçaya “Hatun” olarak geçmiş. Biz tekrar Farslardan “Hatun” olarak geri almışız.

2. Kiosk kelimesi de öyle. Avrupa dillerine Türkçe “köşk” kelimesinden geçmiş. İngilizce “büfe” anlamına gelen kiosk’u, hiç rahatsız olmadan “kiosk” olarak geri almış, köşk kelimesini hiç hatırlamadan (sözlüğe bakmadan) kullanıp gidiyoruz. Kendi kültürünü okumayan, tanımayan nesillerin yabancılar karşısında duygu karmaşasına (kompleks) girmesi, kendini eksik hissetmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.

3. Koskoca firmalar, üniversite ve hocaları bile “Tanıtım” kelimesi yerine Fransızca “Lansman” kelimesini tercih etmelerindeki zihin karmaşası, konunun boyutlarını anlamak bakımından çarpıcıdır.

Not: MCBÜ Tıp Fakültesi öğrencilerine hediye edilmek üzere (bu kitaptan ve sadece kitap olarak) bağış kabul edilir.
Selâm ve saygılarımızla... (11.08.2024, Manisa)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum