Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

[email protected]

Cumhuriyet Tarihi ve Travmatik Cumhuriyet

29 Ekim 2024 - 18:40


Batılılar “republic”, diyor biz ise “cumhuriyet” diyoruz. “İkisi de “halk” kelimesinden geliyor ve bir yönetim sisteminin adı olarak kullanılıyor.

Tarihteki ilk “cumhuriyet” yani “halka dayanan cumhurî sistem” Milattan önce 509 yılında Roma’da ortaya çıkıyor. Arkasında öyle Fransız ihtilâli, Rus Devrimi, Mao devrimi gibi sosyal olaylar yok. Olay çok basit: Roma kralının oğlu Sextus Tarquinius, asilzade Lucius Tarquinius Collatinus’un karısı olan Lusretia’ya tecavüz etmiş ve bunu hazmedemeyen Lucretia intihar etmiştir. Bunun üzerine kocası Lucius Tarquinius Collatinus, isyan ederek cumhuriyete giden ilk kıvılcımı çakar. Kurulan yeni sistem (daha sonra “cumhuiyet” denecektir) döneminde Lucretia’nın kocası “konsül” olacak ve yeni hareketin uzun süre liderliğini yapacaktır. Roma’da bu sistem M.Ö. 500 ilâ 300. yıllar arasında 200 yıl kadar sürecek; sonra tekrar krallığa geçilecektir. (Bkz.: https://www.thoughtco.com/lucretia-roman-noble-biography-3528396) Modern anlamda “cumhuriyet” olarak adlandırılan ilk yönetim şekli bu olsa da, halkın büyük çoğunluğunun oy kullanamaması, bu sistemin arızalarından biri idi. Aşağı yukarı aynı zamanda hayata geçmiş olan Atina demokrasisi de cumhuriyet’e giden yolda önemli bir adım idi ama onda da başta köleler olmak üzere halkın büyük bir kısmı yöneticiyi belirleyemezdi. Yani cumhûrî sistemin zaafı kuruluşundan beri vardı. 1789 Fransız devrimi ile oluşan modern anlamdaki cumhûrî sistem de baştan itibaren o kadar arızalarla malul imiş ki Fransa ancak 5. Cumhuriyet ile istikrara kavuşabilmiş. Yani “Tamam. Cumhuriyeti kurduk” demekle iş bitmiyor. Cumhuriyet, yönetimin monarşiden halka geçmesinin genel adıdır. Yönetimin halka geçmesinin işleyişi nasıl olacak? Esas sorun budur. Yani “Biz monarşiyi bitirdik; cumhuriyet kurduk!...” dediğinizde “cumhuriyet” olmuyor; halkın kendisini nasıl yöneteceğinin tartışılıp bir konsensüs ile belirlenen” yönetim şekli” gerçekleşirse, “ideal cumhuriyet”e yaklaşılmış oluyor.

Maşallah… 20. yüzyıl bir cumhuriyet cenneti… İyisiyle kötüsüyle bir çok cumhuriyet kuruldu 20. yüzyılda. Rusya’da pek çok soydaş grubumuzu esaret altında inim inim inleten “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği” de cumhuriyetti; Uygurlara hâlâ zulümler yapan “Çin Halk Cumhuriyeti” de cumhuriyet, İran’daki “İran İslam Cumhuriyeti” de cumhuriyet; eski “Libya Halk Cemahiriyesi” de cumhuriyet idi. Bu örnekleri arttırmak mümkün.

Pekiii. Nasıl oluyor da her biri kendisinin cumhuriyet olduğunu söylüyor ama bizler bunun “ideal cumhuriyet” olmadığını söylüyoruz. Çünkü bu cumhuriyetlerin hepsi “vesayet cumhuriyeti”… Yani baştaki “monark” gitmiş ama yerine başka “monarklar” gelmiş. Üstelik yeni monarklar (Milovan Djilas buna “yeni sınıf” diyordu; George Orwell de Hayvan Çiftliğinde “Domuzlar Yönetimi” alegorisini yapıyordu.) meşruiyetlerini güyâ halktan alıyorlar.

***

Türkler de Osmanlı zamanında monarşi ile yönetiliyordu ve Avrupa, bu devleti yok etmeyi kafaya koymuştu. 17. yüzyıl sonundan itibaren uygulamaya koyduğu çeşitli planlarla yok etmek için çalıştı. 19. yüzyıldaki etnik fitne de buna yardımcı oldu ve Balkan Savaşı ve arkasından Birinci Dünya Savaşı ile monarşik Osmanlı imparatorluğu yok edilme eşiğine getirildi. Bildiğiniz olaylar… Mondros Mütarekesi… Sevr… İşgaller…

Osmanlı monarşik yapısının çatırdadığı o günlerde, sanılır ki her düşünen insan, devletin bekası için projeler hazırlıyor; aydınlar, askerler, bürokratlar sabah akşam devletin nasıl kurtulacağını düşünüyorlar.  Hayır!... Geleceğe dair projesi olan tek insan Mustafa Kemal imiş ve Yunan’ı bu topraklardan kovduktan sonra yaptığı ilk iş saltanatı kaldırarak monarşik yapıyı bitirmek olmuş. 23 Nisan 1920’den itibaren “temsilciler heyeti” ile yönetilen sistem, 29 Ekim 1929’da “cumhuriyet” sistemine evrilmiş. Hem temsilciler heyeti, hem de cumhuriyet olunca “ideal cumhuriyet”e bir adım yaklaşılmış gibi olmuş ama işleyiş “çift dereceli seçim” (müntehib-i evvel, müntehib-i sâni’li sistem) olunca halkın dediği değil de merkezin dediği olmuş. Buna 1946’da uygulanan 1açık oy-gizli tasnif” tüyü de dikilince, ne demokrasi, demokrasi olabilmiş, ne de cumhuriyet. Cumhuriyet!...

Daron Acemoğlu ve arkadaşlarına Nobel ödülü aldıran “ekonomik gelişmede kurumların kapsayıcılığı” baştan beri ihmal edildiğinden devlet, bir türlü halkın tamamını kapsayamamış ve “halk plajlara hücum etti, vatandaş açıkta kaldı” bakışı, halkın büyük kısmını sistem dışına itmiştir. Böyle bir yönetim şeklinde, demokrasi askeri darbe ile 5 defa kesintiye uğramış; seçilmiş başbakan ve bakanlar idam edilmiş; gençler idam sehpasında can vermiş; PKK belası 50 yıldan beri devletin ve milletin başına bela olmuş; 12 cumhurbaşkanından yarısı asker kökenli ve hâlâ yönettiği cumhur ile tam barışamamış bir “cumhuriyet”… Baştaki o İstiklal mahkemeleri, Şark Islahat Planı, Şeyh Sait İsyanı, Dersim İsyanı zamanlarında yaşanan trajedileri de eklersek, 101 yıllık cumhûrî sistemimizin hayli travmatik olduğu görülür.

Devletimiz, tez zamanda bu travmalarından kurtulup cumhuru ile barışmış bir kurumsallık sergilemelidir.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum