Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ

[email protected]

ÇAYI NASIL İÇERSİNİZ?

27 Nisan 2023 - 09:26 - Güncelleme: 27 Nisan 2023 - 11:02

                                                            ÇAYI NASIL İÇERSİNİZ?
 
                                                                                                   Namık Açıkgöz
 
Yok…
Soru yanlış değil…
Başlığı görünce aklınıza hemen “Kahveyi nasıl alırsınız?” sorusu geldi ama bu soru kahve için değil, çay için soruldu.
Kahveyi nasıl içeceğiniz konusu hep gündemdedir ve kahve etrafında hayli bir kültür teşekkül etmiştir ama çay için öyle değil gibi görünür. Aslında çayın da kahve kadar derin ve geniş bir kültür zemini vardır.
Mesela çayı nasıl içtiğiniz konusunu hiç düşündünüz mü?
Demlenecek çay türü mesela…
Normal çay, kaçak çay, bergamutlu çay, tomurcuk çay?…
Olmadı demlik poşetli veya bardak poşetli “sallama” çay?...
Başka başka çaylar?…
Soğuk çay?...
Otomatik makina çayı?...
Ben demleme çayı severim. Özellikle otomatik makina çayına karşı özel bir olumsuzluğum vardır. Onu hep Amerikan filmlerinde gördüğümden olumsuz olduğumu zannetmeyin; mekanik bir işleme maruz kalan çay ve sudan oluştuğu; demlenmesine insan ruhu ve gönlü sinmediği için sevmen otomat çayını. Bir ara, o zamanın rektörü birimlerdeki çay ocaklarını kapatıp her koridorun başına çay otomatı koymaya kalkmıştı da Senato’da “Bir çay zevkimiz var; onu da otomatiğe bağlayıp bizi bu zevkten mahrum bırakamazsınız.” demiştim de demleme çayı kurtarmıştık. Yani koskocaman üniversite senatosunda mevzu çay oluyordu ve ben de müdahil oluyordum.
Oldum olası demleme çayı severim. Ocakta veya elektrikli sistemde de olsa, demleme çayı tercih ederim hep… Demleme olacak… Çay, demleme torbasına konacak ve 13 dakika demlenince çay torbası demlikten çıkarılacak… Çayı demliğe boca edip süzgeçten geçirerek içmeyi pek sevmem. Onu eskiden yapardık. Bazıları süzgeçten geçirilmeden içer ve ona “Balıklı çay” derlerdi.
Zorunlu hallerde sallama çay içmişimdir. Mesela 2013 Mayıs sonunda Ürdün’de 1 hafta kaldık; orada hep sallama çay içtik. Burnumuzun dibindeki Araplar bizim çayı bilmiyorlar; hem sallama hem de kâğıt bardakta çay içiyorlardı.
Demleme çaydan hiç vaz geçmedim.
Çay hem demleme olacak hem de alelâde bardaklarda değil, estetik zenginliği olan bardaklarda olacak. Benim tercihim, Paşabahçe’nin Galata bardaklarıdır. Tip itibariyle alt kısmı dar, ağız kısmı geniş bir bardaktır ve biraz iricedir. Ajda bardağı da andırır ama ondan değildir. Ben bu bardağa “Ajda’nın Bülent Ersoy tipi” derim…
Çay içtiğim mekânlara bu bardaklardan bırakırım. Esnafa, memlekette kardeşlerimin evlerine, kendi evime hep bu bardaklardan koymuşumdur. Birkaç sene önce Ankara’da Cemal ağabeyi ziyarete gittim.  Çay faslına geldiğimizde ilk bardağa bir şey demedim ama nazımı çekeceklerini bildiğimden “Ben bunlarda değil de Galata tipi bardaklarda içmeyi severim çayı.” dedim. Tarif ettim. Cemal ağabeyin eşi Şefika hocanım da o bardaktan içmeyi severmiş çayı. İkinci ve daha sonraki çayı “Ajda’nın Bülent Ersoy tipi” dediğim o bardaktan içtik.
Paşabahçe artık Galata tipi bardak üretmiyor… Araştırdım… Madam Coco bu bardaklardan üretiyor… Oradan alıyorum… Zaman zaman üzerinde motif falan oluyor… Motif olanlardan en çok kral tacı motiflisini seviyorum ve meselâ Hoca’nın Mutfağı’nda çay içerken: “Ey kral!... Senin başındaki taç, ancak benim çay bardağıma süs olur!...” tiradı geçiyorum…
Çay tabağında da tercihim, 7 kırmızı lekeli nalbeki tabaklardır. Eskiden evlerimizde nalbeki çay tabakları olurdu; sonraları evlerde çay tabağı anlayışı değişti ve nalbeki tabaklar kahvehanelerde kullanılır oldu. Zaman zaman kahvehanelerde denk geliyor nalbeki tabaklar, eski bir dosta kavuşmuş gibi seviniyorum.
İşte bu bardakta ve nalbeki tabakta çay içmek benim için başlı başına bir zevktir…
Çay ocağında da alsam, kendim de demlesem, bardağın şekliyle şekillenen rengi şöööyle bir seyreder ve o renkten özel bir zevk alırım. Bardakta o rengin hazzını yaşadıktan sonra, parmaklarım çay sıcaklığı ile buluştuğu anda o sıcaklığı sadece parmak uçlarımda değil, ense kökümde ve ayak parmaklarımın ucunda hissederim. İlk yudumu aldığımda, dudaklarımda başlayan sıcaklık ağız içimi yalayıp geçerken, sanki ağzım değil de yüreğim-gönlüm ısınır. Boğazımdan geçen sıcaklık tüm bedenimi kapladığında çay rayihası da dimağımı mekân tutmuştur. İlk yudumla hazza alışan bedenim, ikinci üçüncü yudumlarla bu hazzı devam ettirir… Son yudum hüzünlü bir yolculukla boğazımdan geçerken bardak mahzun ben mahzun kalakalır; boşluğa düşeriz… O güzelim bardağın boş kalması beni hüzünlere gark eder.
Gelsin ikinci bardak…
Hazlı ve zevkli buluşmalar…
Çay kokusunun, sıcaklığının ve renginin yaşattığı güzellik…
Sohbet varsa, sohbete çay kokusu ve sıcaklığının sinmesi… Her yudumdan önce sarf edilen kelimenin ağızdan demlenerek çıkması ve üstüne içilen bir yudum çay… (Bak!... İrfan Ay ağabeyi hatırladım… 1970’lerin ortası… Dernekteki sohbetlerimizde öyle içerdi çayı ve kelimeleri öyle demlerdi ağzında ve tatlı bir şey yemiş gibi çıkardı o kelimeler ağzından çay kokusu arasında.) Çayın sohbeti, sohbetin çayı beslemesi… İkisinin birden insanı beslemesi…
Bazen çay zevkini kampüste veya Kötekli’de tek başına yaşamak ve dolu bardağın resmini taaa İstanbul’daki sevgili Cüneyt’e göndermek… Çünkü kampüste, Geçit Kafe bahçesinde onunla bahara, yaza, sonbahara ve kışa karşı çaylar içerdik… Zaman zaman üşüyerek ama çayla parmaklarımızı ve içimizi ısıtarak… Ama hep cam bardakta ve bizim bardakta…
Çayı siz nasıl içersiniz bilmem ama ben çayı işte böyle içerim… Demlemesiyle, bardağıyla, bardağa dolduruluşuyla, tabağıyla, sıcaklığıyla, rayihasıyla böyle içerim.


 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum