İslam felsefesi bağlamında Türkçe felsefenin Atayurt Türkistan’da oluşumunun merkezî âlimlerinden birisi Ahmet Yesevi’dir. O, İslamiyet’in ilkdönem sufi âlimlerinin söylemindeki “Ene’l-Hak veLâ Mekân”, “tecelli”, “vahdaniyet”, “tecrid-tefrid” (Al-lah’a dönmek ve O’ndan gayrıları bırakmak), “fena-fillah” gibi soyut kavramları, “varlığın birliği öğretisi”bağlamında ele almıştır. Bu yönüyle, genelde İslammetafiziği, özelde Türk metafiziği açısından önemlibir figürdür. Anayurt’ta ise bu öğretinin en önemlitemsilcisi şüphesiz Yunus Emre’dir.Her ikisinin de Türkistan ve Türkiye’de hâlâ etkilerini sürdürmeleri, hikmetli sözlerinin ve deyişlerinin söylenegelmesi; sade, anlaşılır ve duru Türkçe kullanmalarıyla ilgilidir. Onların asıl başarısı, “Türkçeyi eşsiz bir sanatkâr olarak büyük bir kudretle ve hünerle kullanmasıdır. Yunus’un elinde Türkçe en güzel şeklini almış, zafere ulaşmıştır. Dilimizin millî sesini,millî çehresini ve dehasını o devirde en iyi aksettiren sanatkâr odur. Bu nedenle Yunus Emre’nin dili en güzel, en halis Türkçedir.” (Yunus Emre,Divan, Hazırlayan: Faruk Kadri Timurtaş, Tercüman Yayınları,İstanbul: 1972, s. 35-37.)Buna ilaveten bildikleri (Hak) ile söyledikleri (Hak)ve yaptıkları (hayr/iyi) irtibatını yani teori-pratikuyumunu gösteren yaşantıları, insanlar üzerindeki etkilerini artırmıştır. Ürettikleri dinî/irfani dili kendi hayatlarında da yaşamışlardır. Biz buna “pratik bilgelik hâli” diyoruz. Çünkü yaşadıkları dönemlerin zorluklarına rağmen toplumun farklı sosyal tabakalarında yaşanabilen bir varoluşçu dindarlık içindeydi-ler. Her ikisi de kâmil/olgun insan olmanın üzerindedurmuşlar, “ölmeden önce ölmek” ve “kendini bil”ilkeleriyle insanın ruhunun niteliksel açıdan olgun-laşmasını anlatmışlardır.Bu pratik bilgelikte gönüller birbirine bağlanır, artıkben ve öteki arasında bir ayrım kalmaz. Bütün yaratılanlar Yaradan’dan ötürü sevilir. Yesevi’nin Atayurt Türkistan’da, Yunus’un Anadolu’da yaşadıkları dönemlerindeki kaos ortamını düşündüğümüz zaman ilahi aşka, geniş bir hoşgörü ve insan sevgisine dayanan görüşleri son derece önemlidir. Şeyh Galip’in dediğigibi “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen /Merdüm-i dîde-i ekvânolan âdemsin sen”. Yani Şeyh Galipdiyor ki: “Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinattaki bütün yaratılmışların özüsün; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.” Dolasıyla insan(eşref-i mahlukat) yaratılmışların enşereflisi olduğundan, mutlak varlığın bütün sıfatlarına, yani zatınamazhardır, denilir. Bu sıfatlarinsanda tecelli edinceye kadar sıra-sıyla bütün varlıklardan geçer, âdetakâinattan süzülür, insan bu yüzdenbütün kâinatın hülasasıdır, yaniâlemin özüdür. İşte bu nedenle dini,dili, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsunbir kişiye yapılan haksızlığı bütüninsanlığa yapılmış gibi görmek Yaratan ve yaratılan arasındaki sevgi, aşkbağının kurulmasından geçer.Türk İslam edebiyatında bütün kâi-nattan süzülüp insanda tecelli etmegörüşüne “devir nazariyesi”; mutlakvarlıktan insana ve insandan aslınadönüşe kadar süren devri anlatanşiirlere de “devriye” denilir. İslam felsefesinde “sudur” ve “tecelli” teo-risi ile insanın mevcut âlemlerin enaşağısı olan maddi âleme düşmesi,geçirdiği aşamaları ve sonra insan-ı kâmil olup Hakk’a vasıl olmayı hedeflemesi anlatılır. Hakk’a eriştikten sonra, artık bütün sorunlar,kötülük ve yokluk ortadan kalkar.Bu yolun yolcusu mümin (salik) her tarafa Hakk’ı görür; her şeyi Vücud-i Mutlak’ta yok olmuş bulur.İslam felsefesi açısından düşünürsek Meşşai, İşraki ve vahdet-i vücudöğretilerinde aşk kavramının, bilgi kaynağı olarak sezgi merkezli incelendiğini görüyoruz. Aristoteles’tenitibaren “aktif aklın” ilahi boyutunuve “aşkın güç”e ulaşmanın dolaysız vesezgisel çıkarım ile olduğunu düşü-nünce felsefe tarihindeki süreklilikgörülür.Yunus Emre, deyişlerinde, devriye-lerinde “varlığın birliği” öğretisinitıpkı Yesevi gibi anlaşılır bir şekildeinsanlara sunmuştur. Türkistan’daYesevi’nin yaktığı çerağı Anadolu’yataşıyan Yunus Emre’dir. Halk tecellisini şair dilince eden bu âşık koca,Türkistan’da temelleri atılan Türkçe düşünüş ve Türkçe deyişlerle Türk felsefesinin metafizik boyutunu anlaşılır ve yaşanabilir bir şekilde iletmiş,“Anadolu mayası” diye nitelendirilmeyi hak etmiş bir sufi âlimdir. Yesevi’nin yaşadığının benzerini Yunus,Anadolu’da Türk siyasi ve sosyal hayatının en karmaşık ve en çalkantılı döneminde yaşamıştır diyebiliriz.Şöyle ki Anadolu Selçuklu Devleti,Moğollara haraç vererek onlarınatadığı bir genel valinin idaresin devarlığını sürdürmeye çalışıyordu.Anadolu Selçuklu Devleti bağımsızlığını yitirmiş, artık bir tampon devlet konumundaydı. Beylikler kurulmuş,bunların aralarında yaşanan çekişmeler yüzünden toplumsal birliktelikiyice zayıflamıştı. Bu kaosa bir deHaçlı Seferleri’ni eklediğimizde,“varlığın birliği” öğretisini benimseyen Sadrettin Konevi, Mevlana Celaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi“eren/veli” âlimlerin öğretileri XIII. yüzyıldaki siyasi ve iktisadi hayatın bozukluğunda insanların umutlarının inanç ile yeşertilmesi olarak dagörülebilir.“Hakikatin anlamını açıklayarak bil-mek gerekir.” diyen Yunus Emre’nin Divan’ında ve Risaletü’n-Nushiyye’sinde dönemin sosyopolitik şartlarınaciddi eleştiriler yönelttiğini, düzgün ve dürüst bir insan olmanın önemi-ni vurguladığını görüyoruz. Halkınağzından konuşmuş ve halkı kendiağzından konuşturmuş Yunus Emre,“varlığın birliği” öğretisi bağlamındailahi aşka ulaşmayı hedefleyen bir sufi âlimdir. Felsefi dil ile söyleye-cek olursak, bu dünyada mutluluğuelde eden kişinin ahirette de nihaimutluluğa ulaşabileceğini “Aşkın aldıbenden beni / Bana seni gerek seni /Ben yanarım dün ü günü / Bana senigerek seni” dizeleriyle anlatır. O’nun rızası dışındaki hiçbir şeyin kıymetikalmadığını ise şöyle belirtir: “Nevarlığa sevinirem / Ne yokluğa yeri-nürem / Aşkun ile avunuram / Banaseni gerek seni.” Kıyamet günündeHak önünde aziz olanlar, izzet görecek olanlar bunlardır.Fuat Köprülü’nün ifadesiyle o, “Millîbir sanatkâr dehasıyla asırlarınhazırladığı birtakım çeşitli unsurları başarılı bir şekilde telif ve terkipederek millî zevki temsil eder.” İştebu nedenden dolayı “varoluşçu birdindarlık” için aradığımız kökleri,Yesevi ve Yunus Emre çizgisindebulabiliriz. Çünkü bu seçkin zekâlar,Türkçeyi bir din dili ve hakikat dilihâline getirmişlerdir.Sözün özü, Türkçe; Korkut Ata’dan Kaşgarlı Mahmut’a, Ali Şir Nevai’den Ahmet Yesevi’ye, Hacı Bektaş-ı Ve-li’den Sarı Saltık’a, Yunus Emre’den Eşrefoğlu Rumi’ye, Niyaz-i Mısri’den Şeyh Galip’e, Âşık Veysel’den Nazım Hikmet’e doğru yüzyıllar içindesürekli bir akış içinde, bir bilim vehakikat dili olarak devinimini sür-dürmektedir.
Kaynak: Mevlüt Uyanık, "Pratik Bilgelik Hali;Yunus Emre",Geçerken Dergisi, Agustos, 2023/35, (Ankara: DİB Yayını, 2023), 42-43
Kaynak: Mevlüt Uyanık, "Pratik Bilgelik Hali;Yunus Emre",Geçerken Dergisi, Agustos, 2023/35, (Ankara: DİB Yayını, 2023), 42-43
FACEBOOK YORUMLAR