Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

[email protected]

UÇLARDA GEZENLER

08 Kasım 2016 - 10:04 - Güncelleme: 10 Kasım 2016 - 18:58

UÇLARDA GEZENLER

Mehmet Demirci

 

Kültürde millî olmadan evrensel olunmaz. Aksini iddia etmek kendini aldatmaktan başka bir şey değildir

 

Günümüzde asıl büyük savaşlar kültür alanında yapılmaktadır. Ülkemiz büyük bir kültür mirasına sahiptir. Sekiz-dokuz asırdır bu topraklardayız. Burada köklü bir medeniyet inşa ettik. Beldelerimizi mimari eserlerle süsledik. Edebiyatı, destanı, menkıbesiyle bu ülkeyi Müslüman-Türk yaptık.

 

 Varlığımızı devam ettirebilmemiz, tarihî mirasımıza ve kültürümüze sahip olmakla mümkümdür.Ne yazık ki uzun bir süredir bu konuda rehavet hattâ gaflet içindeyiz. Bir yabancı özentisine, antik kültür merakına kendimizi kaptırmış gidiyoruz.

 

 Ayrıca millî köklerine yabancı bir kısım aydınımızın ciddi bir hastalığı var: “Anadolu Medeniyetleri” tutkusu. Nedir bu? Türk öncesi unsurları öne çıkarmak, bu arada kendi kültür mirasımızı göz ardı etmek.Gafil  da saçma bir özentiyle buna yardımcı oluyor. Gerçekten hazin bir durum.

 

Saruhanlılar ve Osmanlı mirasına sahip şehzadeler şehri Manisa’da bile antik çağ isimlerine özenmek neyin nesidir? Koskoca Dumanlı Dağ neden Spil oldu? Halkımızın gayet hoş bir buluşuyla “Ağlayan kaya” dediği yeri “Niobe”leştirmek bize ne kazandırır? Aynı kelimeyi firma adı olarak kullanmak yozlaşmadan başka nedir? Manisa’yı Magnesia yapmakla, Anemon ismini kullanmakla bu tesislere kuş mu konuyor?

İZMİR DE ÖYLE

İzmir’de bu hastalık daha ileri derecededir. Bir Homeros tutkusudur gidiyor. Evet, Homeros bir değerdir; İzmir’in en eski tarihinden söz ederken ona yer verilmelidir. Biz evrensel kültürün de bir mirasçısıyız. Ama İzmir deyince ısrarla Homeros güzellemeleri yapılması, Homeros’la yatılıp Homeros’la kalkılması artık kabak tadı verdi.

Ne yazık ki başta Büyük Şehir olmak üzere İzmir Belediyelerinin kültür birimlerinde bu hastalık en ileri seviyede.Yeni yapılan bir meydana verilen isme bakar mısınız: Smirna Meydanı.

*

Bu topraklara hâkim olduktan sonraki 800 yıllık kültür mirasımıza üvey evlat muamelesi yapıp, sadece antik kültürlere eğilmek bize bir şey kazandırmaz.

İzmir’de Agora’yı bütün ihtişamıyla ortaya çıkarmak iyi bir iştir. Ama onun az ötesindeki Emir Sulan Külliyesi’nden haberdar olmamak hazindir.

O Emir Sultan ki, bu toprakların fethinde maddi manevi katkı sağlamış gazi dervişlerin mekânıdır. Burası 1925’lere kadar İzmir’in en muteber bölgesiydi. Küçük kabristanında yer bulabilmek için yarışılan bir kutsal çevreydi.

İKİNCİ UÇ

Bu yanlış zihniyete mukabil ülkemizde milli değerleri dikkate almayan başka bir anlayış, yani “İslamcı” geçinen bir çizgi var. Tıpkı antik çağ meraklıları gibi, onlar da İslam tarihinde Türk dönemini atlayıp, ondan önceki devirlerde gezinirler. Hayali bir “ümmetçilik” peşinde koşarlar.

Biz Türk milletinden ve İslam ümmetindeniz. Millet olmadan ümmet olunmaz. Milletçe ne kadar güçlenirsek, ümmete katkımız o kadar büyük olur.

Türkler Müslümanlaştıkça İslamiyet de Türkleşti ve milli bir din mahiyetini aldı. Abbasilerden sonra İslam dünyasının temsilciliği Türklerin eline geçti. Bu durum Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam etti.

“Türk Milleti” derken etnik bir anlamdan bahsetmiyorum. İlle de köken olarak Türk soyundan gelme şartı yoktur. Bin yıldan beri Müslüman Türk havzasında oluşan kültürü benimseyen herkes Türk sayılır.

Bu kelimeden korkup “Türkiyeli” demekte ısrar edenleri anlamakta zorlanıyorum.

Tıpkı antik medeniyetler batağına saplanıp kalanlar gibi, ümmetçi İslamcılık hayali peşinde koşanlar da bu milletin tarihi mirasını es geçerler. Bu halleriyle halkımızın ortak kültürü ve ortak değerlerinin uzağındadırlar.

ORTAK DEĞERLERİMİZ

Mesela bu ortak değerler arasında din anlayışı önemli bir yer tutar. Türklerin din anlayışı medeniyetçi, yumuşak, millileşmiş, taassupsuz, geleneklere (kandillere, evliya inancına, devlet terbiyesine) bağlı bir özellik taşır.

Biz millet olarak kutsala ve kutsallığa daha çok değer veririz. Türbesiz, yatırsız bir Türk kasabası yoktur. Bunlar topraklarımızın tapu senetleridir. Selefi bir zihniyetle onları bid’at sayarsak, geniş halk kütlelerini rencide etmiş oluruz.

Bu inanış ve anlayışın en iyi temsilcilerinden biri Yahya Kemal’dir. İşgal yıllarında (1921-22) İstanbul gazetelerinde bu yönde yazılar yazdı (bkz. Aziz İstanbul).

AHMET NAİM

Ahmet Naim bu yazılara kızar ve Y. Kemal’le tartışırdı. İkisi de Üniversitede hocaydı. O sıralar “Türk” kelimesinin söylenmesinden bile hoşlanmayan Ahmet Naim 13 yıl sonra 1934’te Y. Kemal’e şöyle diyecektir:

“Son senelerde ben de İstanbul'un birçok semtlerinde gezmeği ve oralarda, tıpkı senin gibi, eski mimari eserlerinin tarihini araştırır oldum. Bu hoş merak beni sardıkça sardı. Senin kızdığım yazılarını buldum ve tekrar okudum, büyük bir zevk aldım. Sana bu yüzden ne kadar haksızlık ettiğimi anladım. O yazıların gerçekten manevi birer ufuk oldukla­rını anladım. İşte bu yüzden seni o vakit gücendirdiğime yandım. Şimdi senden özür diliyorum” (Y. Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler).

*

Yaşadığımız toprakların kıymetini bilelim. Burada bin senede bir kültür ve irfan birikimi oluştu. Bizi birbirimize bağlayan işte bu birikimdir. Amacım bağcı dövmek değil üzüm yemek yani, millet olarak ortak değerlerde buluşmaktır.