Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

[email protected]

Sahte medeniyet

24 Ocak 2019 - 11:35

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Doç. Dr. İbrahim Kalın iyi yetişmiş bir entelektüeldir.
Ağır resmi işleri sırasında okumaya ve yazmaya devam etmektedir.
Son kitabının adı ‘Barbar, Modern Medeni’ (İnsan Yayınları). Bu kavramları Doğu ve Batı kaynakları eşliğinde geçmişten günümüze getiriyor. Canlı örneklerle ‘medenilik ve modernite’nin sahte yüzünü ortaya koyuyor. Bugün köşemi bu kitaptan birkaç alıntıya bırakıyorum.

İnsanlık tarihinde evrensellik iddiasıyla emperyalizmin atbaşı gittiği en başat örnek, Aydınlanma sonrası Avrupa devletlerinin izlediği politikalardır. 19. ve 20. yüzyıl Avrupa devletleri, bir tarafta akıl, bilim, inanç özgürlüğü ve çoğulculuk fikirlerini savunurken diğer tarafta İslam dünyasını, Afrika’yı, Hint alt kıtasını, Asya’yı ve dünyanın diğer bölgelerini sömürmekte bir beis görmeliler. Felsefi ve bilimsel açıdan tartışmalı olan evrensellik iddialarını, Batı emperyalizmini meşrulaştırmak için kullandılar.


SÖMÜRGECİLİK SÖZDE MEDENİYET
Avrupa malları için yeni pazarlar açılması, medenileşmenin temel işlevi ve sonucudur. Bu Avrupa-merkezci bakış açısı, ekonomik yahut kültürel etkileşimin ötesinde bir noktaya işaret eder: ‘Yarı-barbar’ toplumlar ancak Avrupa’nın bir pazarı oldukları zaman medeni milletler kulübüne dahil olabilirler.

Macaulay’ın İngilizleştirme önerisi, medenileştirme misyonunun bir başka versiyonudur.
Hindistan’da yaşayan büyük kitlenin kanını, ırkını ve rengini değiştirmek mümkün değildir. Fakat onları medeniyet seviyesine çıkaracak temel özelliklerini yani ‘zevklerini, kanaatlerini, ahlaklarını ve akıllarını’ eğitim yoluyla dönüştürmek ve İngilizleştirmek mümkündür. İngiliz dilini dönüştürücü bir araç olarak kullanan Macaulay, dil ile kültürel değişim ve sömürgecilik arasındaki yakın ilişkiyi şu şekilde formüle eder: “İngilizce eğitimi alan hiçbir Hindu’nun dinine samimi olarak bağlı kalması mümkün değildir. Kesin inancım odur ki eğer eğitim planlarımız uygulanırsa, otuz yıl içinde saygın sınıflar arasında tek bir puta tapıcı kalmayacaktır.

Özünde çatışmacı, dışlayıcı ve asimile edici bir medeniyet tasavvurunun barış, huzur ve istikrar üretmesi mümkün değildir. Gerçek bir medeniyet kurabilmek için, medeniyet adına ortaya atılan sahte kimlikleri, imajları ve barbarlıkları aşmak zorundayız. Medeni olunmadan medeniyet kurulamayacağını, bunun için de insanın kendisini sorumsuz bir yarı-ilah olarak görmekten vazgeçmesi gerektiğini idrak etmek zorundayız.

İslam ülkelerinin Batı’yla baş edebilecek askeri, teknolojik ve ekonomik gücü olmamasına rağmen ‘İslam tehdidi’ tezinin sürekli gündemde tutulması, Batılı toplumların sahip olduğu ‘ben’ tasavvuru ve medeniyet mefhumuyla yakından ilgilidir.
‘Barbarlar geliyor!’ naralarıyla Batı toplumlarını İslam’a ve Müslümanlara karşı kışkırtan çevrelerin başlıca hedefi, bir korku, şüphe ve nefret iklimi yaratarak kendi inanç sistemlerini sorgulanamaz kılmaktır.
Onlara göre ‘medeniyeti’ ayakta tutmak için güç kullanmaktan ve dünya düzenine hakim olmaktan başka bir yol yoktur.

BEŞERDEN İNSANA
Simone Weil’in güzel benzetmesiyle söyleyecek olursak bir ağacın derin köklere sahip olmasını sağlayan enerji, semadan mütemadiyen gelen ışıktır. ‘Ağacın kökleri gerçekte göktedir.’ Gök ile bağını koparanın, kökleri de kurumaya mahkumdur.

Kur’an’da sıkça geçen ‘beşer’ ve ‘insan’ kavramları, Ademoğlunun iki varlık mertebesine atıfta bulunur. Beşer insanın maddi, hazzi ve sonlu yönünü işaret ederken hayvan ile insan arasında kalan bir idrak ve var olma düzeyine gönderme yapar.

Adem olarak insan, sonlu ve fani bir dünyada sonsuz ve baki olan hakikate kement atmış kişidir. Onun dünyada kurduğu yaşam alanı (habitat), herhangi bir yer yahut mekan değil, insanlığını gerçekleştirdiği varlık mertebesidir. Kültür sanat, bilim, estetik, şehir hayatı, medeniyet ve bunların beslediği zevk-i selim ve letafet duygusu, bu var olma biçimini beslediği oranda anlamlı ve değerlidir. Bu manada beşeriyetten insaniyete geçiş ve insanlığımızı adem mertebesinde yaşamak, yatay bir evrim sürecini değil dikey bir tekamül halini ifade eder. Bu idrak düzeyinde tarih, arkamızda değil ayaklarımızın altındadır.

Medenileşme, değer ve ahlak merkezli bir süreçtir ve beşer olmaktan insan olmak mertebesine yükselme sürecinin adıdır.

Kaynak:http://www.mehmetdemirci.org/sahte-medeniyet/