Mehmed Akif iyi bir musiki dinleyicisi idi. Güzel sesli arkadaşları gelince, onlara gazel, şarkı, kaside ilahi, mutlaka bir şeyler okuturdu.
Mithat Cemal anlatır: “Neyzen Tevfik, Tanburi Aziz, Bursalı Hafız, Udi Asım, Hafız Kemal, en güç parçaları çalmak, okumak için Akif’in arzusunu beklerlerdi.”
Hasan Basri Çantay ilave eder: “Bir musiki eserinin icrası sırasında, havayı zedeleyici en ufak yabancı sese bile tahammül edemezdi. Neyzen Tevfik’in ney üfleyişini dinlerken gözlerinden sessizce yaşlar dökerdi.”.
Akif gençlik zamanlarından beri, musiki üstadlarının meclislerinde yüksek eserler dinledi ve birçok parçalar belledi. Tanburi Ali ve Aziz’den istifade etti. Milli Mücadele yıllarında, Ankara’daki ikametgahı olan Taceddin Dergahı adeta edebiyat ve musiki merkezi oldu. Edibler, san’atkarlar gelir; şiirler okunur, ilmi sohbetler yanında sazlar çalınır, neyler üflenir, gazeller söylenirdi.
Taceddin Dergahı şeyhinin akrabalarından bir Mevlevi Dedesi vardı. Güzel ney üflerdi. Akif ve arkadaşları, ney dinlemek üzere bazen bu Dede’nin evine giderler, bazen de onu çağırırlardı.
Itri‘nin Segah Beste’sini çok severdi. Şerif Muhyiddin ve Tanburi Cemil’in plakları onu mest eder, Hafız Kemal’in mevlid plakları kendisine ruhani bir zevk verirdi.
ŞERİF MUHYİDDİN
Onun hayranlık duyduğu musıkişinaslann en başında Şerif Muhyiddin gelir. “Şerif” yani Hz. Hasan soyundan gelme. Şerif Muhyiddin Targan (1892-1967), Türk ud virtüözü, viyolenselci, bestekar. 1924’te konserler vermek için Amerika’ya gitti ve geniş ilgi gördü. 1934’te Irak Devlet Konservatuvanı kurdu. İstanbul Belediye Konservatuvarı san’at kurulu başkanlığı yaptı. Yirminci asır Türk müziğinin yetiştirdiği en büyük ud san’atçısı olarak anılır.
Akif, Safahat’ın yedinci kitabı olan “Gölgeler”i bu musiki üstadına şu ifadelerle ithaf etmiştir: “Şark’ın tek dahi-i san’atı Şerif Muhyiddin Beyefendi’ye hatıra-i ta’zim.”
Türk Din Musikisi içerisinde İlahiler önemli bir yer tutar. Mehmet Akif’in ilahilere hayranlığını biliyoruz.
Hafız Kemal’den her zaman istediği, bizzat kendisinin de dilinden düşürmediği ve okudukça heyecan duyduğu bir ilahi şudur:
“Gözüm ki kane boyandı şarabı neyliyeyim/ Ciğer ki odlara yandı kebabı neyleyeyim.”
NEY ÜFLERDİ
Akifın musiki ilgisi sadece dinleyicilikten ibaret değildir. O aynı zamanda bizzat söylemektedir de. Elleri ile usul vurarak şarkı geçerdi.
Şairimiz ney üflerdi. Neyzen Tevfık’ten ney ve nota meşk etmiş, onun pejmürde han odasında ders görmüş, sonunda, amatörce de olsa, bu aleti belli seviyede üflemesini öğrenmiştir.
Akif seviyeli musiki üstadlarma oldukça cömert görünüyor: Sadi Işılay, henüz 20 yaşlarında iken (1919), Üsküdar Toygar Rifai tekkesi şeyhi Hazım Efendi’nin vefatının kırkıncı günü dolayısıyla tekkesine gider. Hamid, Celal Sahir, Akif, Gökalp de oradadırlar. Mevlidden sonra, istek üzerine Sadi Işılay’ın kemanı ile çaldığı parçalar herkese çok tesir eder. Akif de bu usta san’atkara şu mutasavvıfane medhiyeyi yazıp verir:
“Bütün eşya Huda’yı zikreder, bu bir sırr-ı hikmettir/ Kemanın, bi-güman, Allahü Ekber’den ibarettir/ Hulusumla seni tes’id etsem çok mu Sa’di/ Tecelli eyleyen kudret elinde başka halettir.”
Bu dörtlük Rüştü Eriç tarafından Suzinak makamında bestelendi.
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
http://www.mehmetdemirci.org/