İyimserle kötümserin bayramı
Telefonla Hüsnü Bey’e bayram tebrikinde bulundum.
“Can bula cananını / Bayram o bayram ola/ Kul bula sultanını/ Bayram o bayram ola” diyecektim ki Hüsnü Bey sözümü kesti: -Ne bayramından bahsediyorsun Hasan Bey! Bayram mı kaldı seyran mı kaldı, dedi. Ve başladı konuşmaya: Kutlanacak bayram nerede! İki aydır eve tıkılıp kaldık. Ne gelen vara ne giden. Dostları, arkadaşları nasıl da özledim! Evet telefon diye bir alet var, ama yüz yüze görüşmenin yerini tutar mı? Eskiler boşuna dememişler, “gözün de bir hakkı var”. Hanım akıllı telefonuyla ara sıra torunlarla görüntülü olarak görüştürür bizi. Ama el kadar âlette görünenlerin ne kıymeti olacak.
Bakıyorum yerinde duramayan resimler, gidip gelen sesler, görüşme tat vermiyor. Ekranda kendi resmim de çıkıyor; ne o öyle patlak bir surat, gıdık desen kocaman olmuş, ben bile kendimi tanımakta zorlanırım. Koskoca mübarek Ramazan geldi geçti, hiçbir lezzet alamadım. Ne camiye gidebildim, ne cemaate. Ramazanda cumalar ne coşkulu olurdu. Hele teravih namazlarını nasıl özledim. Bayram namazına birlikte giderdik, uzaktan gelen torunların ellerinden tutar, sabahın serinliğinde yola çıkardık.
Dönüşte boyoz, simit alır ne güzel kahvaltı yapardık. Ardından bayramlaşma… Evimiz evlatlar ve torunlarla dolduğu için şen şatır karşılıklı hediyeler alıp verirdik. Bu yıl sadece telefonla görüştük. Hiç telefon el öpmelerin, kucaklaşmaların, hasretle boyna sarılmanın yerini tutar mı? Velhasıl bayramın tadı tuzu olmadı.
DOĞAL FELAKET
Bıraksam Hüsnü Amca dakikalarca konuşacak. Araya girip hemen sözü aldım: -Hüsnü Bey, çok haklısın, anlaşılan “Evde kal Türkiye” sizin için ev hapsine dönmüş, sizin epey canınızı sıkmış, içinize daral gelmiş. Halbuki siz “olanda hayır vardır” sözünü zaman zaman tekrarlardınız. Evet, milletçe sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz.
Ama sadece biz değil, bütün dünya aynı durumda. Bu doğal bir felaket; deprem gibi, sel baskını gibi.
Bereket Türkiye olarak tedbirlere biraz daha erken başvurduk, kurallara geniş çapta uyduk ve daha az hasarla atlatmak üzereyiz.
Doğrudur, korona birçok maddi-manevi sıkıntılara yol açtı.
Belki en büyük darbe ekonomik hayatımıza oldu. Ama bu millet bundan daha ağır nice badireler atlattı. İnşallah tamamen düzlüğe çıktıktan sonra zararı kısa zamanda telafi edeceğiz.
ŞERDEKİ HAYIR
-Hüsnü amca gene siz söylerdiniz “her şerde bir hayır var” diye. Korona günlerinde bunun pek çok canlı örneğini gördük.
Milletimiz toplum olarak felaket günlerinde daha çok birlik ve dayanışma halinde olur. Bu defa bunun misallerine çokça şahit olduk. Bilinen bilinmeyen nice yardımlar yapıldı. Elimizdekinin kıymetini öğrendik. Hani derler ya, “Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler.” Devamlı su içinde yaşayan balıklar suyun değerini bilemezler, denizden çıkarlarsa sudan çıkmış balığa dönerler.
Biz de kısmen öyle olduk.
Meğer sokaklarda yürümek, günün her saatinde istediğimiz yere gidebilmek ne büyük imkanmış.
Seyahat etmek, eş dost ziyaretinde bulunmak, maç seyretmek, konser dinlemek, ibadetini camide yapmak birer nimetmiş de farkında değilmişiz.
BU DA GEÇER YA HU
Evde kalmaya mahkum olmak birçoğumuza tefekkür etmek, düşünmek fırsatı verdi. Bitip tükenmez ihtiraslar peşinde koşmanın, tolumda acı çekenleri hiç hatıra getirmeyip pahalı eğlencelere dalmanın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anlaşıldı. “Virüs” denen gözle bile görünmeyen bir nesnenin hayatı nasıl alt üst ettiğini görüldü. Böylece sağlıklı yaşamanın kıymeti fark edildi. İnsani değerlerin önemi kavrandı. -Evet Hüsnü Bey, atalarımız “Bu da geçer ya hu” levhalarını duvarlara boşuna asmamışlar. Bak bugünden itibaren artık dışarıya çıkabileceğiz.
Dileğim hayata kaldığımız yerden fakat bu defa yaşadığımız süreçten ibret alarak, daha bilinçli şekilde devam etmektir.
Prof. Dr. Mehmet Demirci