Korona salgını canımızı yakmaya devam ediyor. Alınacak tedbirlerle zararı en aza indirmek mümkünse de insanımızın dikkatsizliği, aldırmazlığı ve bilinç yetersizliği, salgınla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak edecek misin Allah’ım?” (A’raf, 155) ayetini hatırlama zamanı. Herkes aşıya ümit bağlamışsa da aşının yaygın olarak kullanılmasına kadar, koronadan hayli zarar görecek gibiyiz. Tarihteki büyük salgınlardan biri İspanyol gribi veya İspanyol nezlesi denen hastalıktır. Bu, 1918-1920 yılları arasında çıkan ölümcül bir grip salgınıdır. 500 milyondan fazla kişiye bulaşması sonucu 18 ay içinde 50 milyon dolayında insanın ölümüne sebep oldu. İspanyol gribinin bir özelliği, zayıf, yaşlı ve çocuklardan çok, sağlıklı genç erişkinleri etkilemiş olmasıdır. Bütün dünyayı tesiri altına almış, hatta bazı tarihçilere göre dört yıl süren I. dünya savaşının sona ermesinde etkili olmuştur.
SALGIN İSTANBUL’DA
İspanyol nezlesi salgınını çocukluk yıllarında yaşayan Samiha Ayverdi’den takip edelim, “İki Aşina” adlı kitabında anlatır: “Bu yıllarda İstanbul, iki ayrı salgının pençesinde çok sıkıntılı ve tehlikeli bir devrede bunuyordu. Bunlar, İspanyol nezlesi denen virüslü bir hastalıkla, tifüs salgını denen ve canlara kasteden iki afet idi. Mesela günün birinde bizim ev halkı da o mahut İspanyol nezlesine yakalandı.
Ateşimiz otuz dokuzdan aşağı düşmüyor, kimsenin yerinden kalkmaya mecali kalmamış bulunuyordu. Kapıya gelen sütçüye tencereyi uzatacak ve bir kase çorba pişirecek kimse yoktu.
Mahallemizde halim selim bir babanın Hayrettin isimli oğlu, bir Rum kızı ile evlenmişti ki bizim yardıma ihtiyacımız olduğunu duyan Hayrettin, annesine “Git söyle, bizim Eleni’yi göndereyim, o hastalıktan filan korkmaz. Hastalık benden korkar kaçar diyor” diyerek karısını bize yolladı. Kadın gerçekten hamarat ve işgüzar idi. (Biraz eli uzunsa da) bizden bol bahşiş alıp giderken, evde pek fazla ziyan olmadığını büyüklerimiz söylediler ve müşkül günlerde ettiği hizmeti de teşekkürle karşılayarak kadını uğurladılar. Zamanla hepimiz yavaş yavaş iyileştik. Evin düzeni yerine gelerek herkes geniş bir nefes aldı. Fakat bu ara evde bir acı haber de çınlamıştı. (Komşularımızdan Nihat kibar, asla şımarık olmayan, güzel, terbiyeli nazik ve herkes tarafından sevilen bir kızdı.) İşte bu Nihat da aynı hastalıktan yatmış fakat ne çare ki bir daha kalkamamış ve o güzel kız, İspanyol nezlesi denen afetin pençesinden sağ selamet çıkamamıştı.
TİFÜS VE İŞGAL ZULMÜ
Ayrıca şehri kasıp kavuran tifüs, bizim mahalleye de uğramış bulunuyordu.
Temizlikte eşi az bulunan Türk evlerinde sabun bulmak artık bir hayal olmuştu.
Maarif müfettişlerinden bir öğretmenin doktor olan kocasının da bitin taşıdığı o yaman hastalığa tutulmuş olduğunu duyduğumuz zaman, bu genç adamın bir küçücük böceğin taşıdığı mikropla kısa bir süre sonra öleceğini kimse aklına getirmemişti. Ne çare ki koskoca adamı da tifüs denen afet ilip götürmüştü. İstanbul halkını bir yandan hastalıklar elekten geçirip törpüleyerek yerle bir ederken, bir yandan da işgal kuvvetlerinin insaf dışı kaba ve sert tutumları, boynu bükük ve eli kolu bağlı halkı hem gururundan yaralıyor, hem de Kroker otelinin zindanlarındaki işkence ve zulümleri ile şaşkına çeviriyordu.” (İki Aşina, Kubbealtı yayını)
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
http://www.mehmetdemirci.org/
FACEBOOK YORUMLAR