Menbic (bazen: Membic, Membiç, Münbic), Suriye olaylarından dolayı Türk medyasında en sık telaffuz edilen sözcüklerden biri haline geldi. Basında ve sosyal medyada pek çok kişi Menbic’in stratejik önemi üzerine konuşma yapıyorlar.
Ancak, akademik açıdan Türkiye’de Menbic üzerine yeterli çalışmaların yapıldığı söylenemez. Türk ansiklopedilerindeki bilgilerin çoğu ise Ortaçağ dönemlerine aittir. Hâlbuki Menbic ve yakın çevresi 1516 yılından 1921 yılına kadar dört yüz beş yıl bilfiil Osmanlı idaresinde kalmıştır. Menbic’in yerel yöneticileri (kaymakam, nüfus müdürü, öğretmenler vs.) bu süreç içerisinde İstanbul’dan tayin edilmiştir.
Osmanlı toprağının bir parçası olarak Menbiç, 1526 yılından sonra, idari bakımdan Halep’e bağlı bir kasaba ve bölge olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde korunan Halep sancağına ait 1536 tarihli bir nüfus defteri incelendiği zaman, Menbic’in bir Müslüman Türkmen (çoğunlukla Şii) bölgesi olduğu görülür. Burası, Oğuz boyların mensup büyük aşiretlerin yeridir. Beydili, Bayad, Avşar, Harbendelü, Pehlevanlı, Ordu, Uğurbeylü gibi isimler taşıyan bu Türkmen aşiretleri, hayvanlarını otlatmak amacıyla yaz aylarına Menbic’ten Orta Anadolu ve Orta Toros yaylalarına kadar gelirlerdi. Nitekim Menbic bölgesindeki meskûn mahal isimleri incelendiği zaman (köy ve mezraa isimleri) çoğunun Türkçe olduğu görülecektir. Osmanlı idari teşkilatında Menbic kazası veya nahiyesinin bir kısmı bugün Gaziantep il sınırları içinde kalır. Türkiye-Suriye sınırı belirlenirken, Menbic kazasının sınırlarının bir kısmı Suriye’de kalmış ve Türkmen aşiretleri parçalanmıştır. Ailelerinin bir kısmı Suriye’de bir kısmı ise Türkiye sınırları içinde kalmıştır. Bu bölgede, İlanluca, Taşluöyük, Kızılviran, Kocaboğaz, Ayas, Küçük Çamurlu, Buldum, Beylerbeyi, Şeyh Pirican, Çoban Öyüğü, Üç Kubbe, Viranköy (Türkmen Keçili aşireti tarafından kurulmuştur), Deve Öyüğü, Boz Öyüğü, Ördek, Çat Ören, Akpınar, Sabunluca, Karaviran, İncirli, Uluca, Yusuf Bey Öyüğü, Kara Yakup, Belviran, Taşkapı, Yosun Öyüğü, Kuruca Öyük gibi Türkçe yer isimleri taşıyan pek çok meskûn mahal yer alır. 1536 yılında Membic nahiyesinde 99 adet köy ile 153 adet mezraanın varlığından söz edilir. Bölgeye ismini veren Menbic köyü ise 1536 yılında 41 hanelik orta halli bir köydür. Türkmenler sadece kendi kurdukları köylerde meskûn değiller, aynı zamanda yabancı isimler taşıyan meskûn mahallerde de meskûndular. Eskiçağlarda kurulmuş ama ismi Türkçe olmayan pek köyde oturanlar ve onu tasarruf edenler de Türkmenlerdir. Örneğin Takyanus köyünün sakinleri de Türkmenlerdir. Hayvancılığın yanı sıra, eskiçağlardan beri mevcut olan su kanalları sayesinde bu bölgede sulu tarım da gelişmiştir. Bu bölgeye zaman zaman Arap aşiretlerinin de geldiği görülür. Kabeyn, al-i Amir Urban, al-Naim, al-Şebib, al-Zahid, Beni Ahmed, al-i Vehib isimlerini taşıyan Arap aşiretleri de özellikle çöl kısımları kullanmışlardır. Bölgede tek yerleşik Kürt aşireti, Dünbüli taifesidir. Tarihsel açıdan bakıldığından Türkmenler hem idareci hem de köy ve yaylaların tasarrufunu elinde tutan en önemli kesimdir. Şüphesiz bölgenin en kozmopolit yeri, Halep şehir merkezidir. Halep merkezde bir Ermeni ile bir adet Yahudi mahallesinin mevcudiyetini Osmanlı belgeleri onaylar. 70-80 kişilik küçük bir grup olan Halep Yahudileri, 1526-1536 yılları arasında şehrin nüfusundan kaybolmuşlardır. Büyük olasılıkla Avrupa’dan kaçan Yahudilerin bir kısmı Halep merkezde yerleşmiş ancak on yıl içerisinde buradan başka bir yere göç etmişlerdir. Tek bir Yahudi hanesi, el-Bab yakınında Tadif köyünde kalmıştır. Hristiyan nüfusun ise hem şehirli hem de kırsal olduğu görülür. Halep’in Kusayr, Ruc, Süveyde, Şeyzer, Sugur ve Zaviye köylerinde Hristiyanların mevcut olduğu anlaşılıyor. Tebarüz ettirelim ki, Menbic bölgesinde, bir grup olarak, ne Yunan, ne Yahudi ne de Ermeni vardı.
Osmanlı arşiv belgeleri incelendiği zaman, Gaziantep’in güneyinde kalan bu bölgeden çok sayıda Türkmen kökenli tımarlı sipahi ile az sayıdaki Kürt kökenli sipahinin 1571 Kıbrıs Seferine katıldıkları görülür. On yedinci yüzyılda bir dönem Kilis’e bağlı olan Menbic, Türkmen İlbeyli aşiretinin ‘ kadim vatanı’dır. Osmanlı idaresi, on sekizinci yüzyıl başlarından itibaren, Maraş, Behisni, Üzeyir, Adana, Antep, Gavurdağı, Kilis ve Trablusşam yörelerine dağılmış olan İlbeyli aşiretini, bu bölgeye yönelik Arap aşiretlerinin baskısını kırmak için yeniden Menbic’te iskân etmeye çalışmıştır.
Suriye’yi gezmiş olan Fransız seyyah Constantin-François Volney (1757-1820), eserinde, genel olarak Suriye Türkmenlerini över. Onun verdiği bilgilere göre, ‘bunların kökeni, Hazar Ötesi Türkmeni’dir. Dilleri Türkçe, yaşam tarzları Arap Bedevilere benzer. Hayvancılıkla uğraşırlar, Sürüler beslerler, meraları Araplarınkine göre daha zengin olduğu için daha iyi beslenirler. Reisler tarafından idare edilirler. Reisleri güvenilir adamlardır. Erkekleri silahlıdır, yorulmak bilmez askerlerdir. Aşiretlere ayrıldıkları için güçlerini tek merkezde birleştirememektedirler. Müslümandırlar ama dini kurallara tam uymazlar. Araplar gibi hırsız değildirler. Orta Anadolu ve Fırat havzasına kadar, sürüleriyle, gelirler. Halep ve Şam civarında 30. Bin Türkmen var, fanatik değillerdir’ demektedir (C. F. Volney, Voyage en Syria et en Egypte, 1. Cilt, Paris 1807 baskısı, s. 563-64). O, Menbic hakkında da şu bilgileri verir: ‘Halep'in kuzeydoğusuna iki günlük bir yolculukla, antik çağlarda Bambyce ve Hierapolis adlarıyla anılan Membic kasabasına varılır. Lucian'ın bizi tanıştırdığı o büyük tanrıçanın tapınağından hiçbir iz kalmamıştır. Dikkat çekici tek anıt, kuzeydeki dağlardan gelen suyu dört fersahlık bir mesafeye ileten bir su arığıdır. Tüm bu ülke eskiden birçok su kemeriyle doluydu; Afrinliler, Medler ve Persliler, Zerdüşt'ün emirlerine göre yaşam ve bereket ilkelerini çoğaltmak için suyu havzaya taşımayı dini bir görev sayıyorlardı: bu nedenle her adımda eski nüfusun az sayıdaki kanıtıyla karşılaşıyoruz. Halep'ten Hama'ya giden tüm yol boyunca, eski köylerin kalıntılarını, yıkılmış kaleleri ve hatta tapınak kalıntılarını görüyoruz. Özellikle, yeryüzünün doğasını ve bu topraklara bakan kanatlarını oluşturan bir miktar oval ve yuvarlak tepecik (höyük) fark ettim. Birbirinden yaklaşık bir lig uzaklıkta düzenli aralıklarla dağılmış olan bu tepecikler, kale kalıntılarıyla kaplıdır ve muhtemelen, eskilerin bilinen "yüksek yerlerde ibadet etme" uygulamasına göre, bir tanrıya tapınmaya adanmış yerlerdi. Bu varsayımlar, tüm işleri kâfirlere atfeden sakinlerin geleneği tarafından doğrulanmaktadır. Önceleri, tüketilebilecek olan bu tarımın dışında, sadece ıssız ve kurak topraklarla karşılaşıyoruz: yine de toprak iyi kalitededir ve ürettiği son az miktardaki tahıl, pamuk ve buğday mükemmeldir. Ancak, Erdek'in tüm sınırları pınarlardan ve akan sudan yoksundur. Kuyu suları tuzludur ve sakinlerin başlıca güvendikleri kış yağmurları zaman zaman yetersizdir. Ağaçsız ve yeşillik olmayan bu kurak ve sıkıntılı ovalar hüzünlü veya köylerini oluşturan düz ve toprak kulübelerin görünümünden daha sefildir. Türklerin zulmüne ve Bedevi Arapların soygunlarına aynı anda maruz kalan köylülerinkinden daha sefil bir ruh hali hayal edilemez. Ovalarda kamp kuran kabilelere Mevali denir; onlar tarıma dikkat ettikleri ve Halep'te Şam'a veya Şam'a veya Hama yoluyla Trablus'a giden kervanların ticaretine katıldıkları için Araplar arasında en güçlü ve en zengin olanlardır. (Travels Through Syria And Egypts, İngilizce baskısı, 2. Cilt, Londra, s. 164-166). Menbic’i ziyaret eden Fransız seyyahlardan M. Jean Yanosk (1813-1851), şu bilgiyi verir: ‘Membic'den Halep ülkesinin güney sınırlarına kadar, bozkır benzeri, yemyeşil uçsuz bucaksız ovalardan başka bir şey yok. Zaten çöle oldukça benziyor ve yalnızca zirvelerinde yıkılmış kaleler bulunan bir dizi höyük dikkati çekiyor. Oradaki köyler azalıyor; kabile kampları yalnızca eyalet başkentine (Halep) yaklaşırken kalabalıklaşıyor. Orada Asya'nın tüm göçebe halklarının temsilcileri buluşmuş gibi görünüyor: Türkmenler ve Kürtlerin yanı sıra Bedeviler de buluşuyor (M. Jean Yanosk, Syrie ancienne et moderne, Paris 1848, s. 249).
Osmanlı resmi bilgilerine geri dönersek, Münbic’in Karacaviran köyü 1758 yılında Türkmen Karakeçili aşireti tarafından kuruldu. 1703 yılında Adana’daki Lek aşireti (Kürt aşireti) Münbic’e sürgün edildi. 1729’da Türkmen İlbeyli aşireti yine buraya sürüldü. 1722 yılında burada bulunan Barak aşireti kargaşa çıkardı. 1747 tarihli bir belgede ise Menbic kalesinin, Antep’ten Mısır’a doğru giden hac yolunun uğrak noktası olduğu belirtilir. 1728 yılında buradaki Arap aşiretlerinin yaptığı eşkıyalığını önlemek için Osmanlı idaresi Türkmen aşiretlerini burada iskân etmeye devam etti.
On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Membic’in nüfusuna yeni farklı bir grup eklendi. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbinden sonra Kafkasya’dan Osmanlı ülkesine göç eden çok sayıdaki Çerkez burada iskân edildi. Osmanlı idaresi, 1879 yılında Çerkez muhacirlere ve Arap aşiretlerine Menbic’ten araziler verdi. II. Abdülhamid, Sünni İslam siyaseti çerçevesinde, Menbic’deki Çerkezleri himaye etmek için Menbic merkezde bir cami (Hamidiye Camii) ve bir mektep yaptırdı. Her iki yer de tefriş edildi. Buradaki Bozgiç Türbesini tamir ettirdi. Buradaki göl ile altı adet su değirmenini Emlak-ı Hümayuna bağladı. Yine buradaki Şeyh Akil Efendi Camii ile dergâhını tamir ettirdi. 1884’te Osmanlı idaresinin kendilerini Yemen’e süreceğini duyan Menbic’teki Arap köyleri dağıldı. 1895’te Adana’da olay çıkaran bazı Ermeni erkeklerini buraya sürdü. 1897 yılında Çerkezler ile Arap aşiretleri arasında arazi anlaşmazlıkları ortaya çıktı. Özellikle 1905 yılında Çerkezler ile Arap Ebu Hamid aşireti arasındaki arazi kavgaları üst seviyeye çıktı. 1903 yılında burada bir Rüştiye mektebi; 1905 Hamidiye İbtidaiyesi (İlkokul) yaptırdı. 1905’te Menbic Hükümet Konağı ile telgrafhane açıldı. 1910 yılına gelindiğinde Menbic köylerinin çoğu, Halep eşrafının eline geçmişti. 1911’de Şeyh Ukayl-i Menbicî Türbesi, Osmanlı idaresi tarafından tamir ettirildi. Osmanlı idaresi Menbic köylerinden vergi (aşar vergisi) toplayamıyor, Arap aşiretlerinin saldırılarını önlemeye çalışıyordu. 1913 yılında Membic, Dürrizadeler ile Cezzarzade ailelerinin tasarrufuna geçti. Osmanlı idaresi bir yandan da Kafkasya muhacirlerini burada iskân etmeye çalışıyordu. Menbic, 1915 Ermeni Sürgününde, ‘tehcir yolu’ üzerinde yer aldı. Sonuç olarak, Osmanlı idaresinin Münbic’e yönelik başlangıçtaki siyaseti, Sünni Kürt ve Sünni Türkmenleri, Şiilere ve Arap aşiretlerine karşı himaye etmekti. Çerkezler burada iskân edilince, Osmanlı idaresinin asli siyaseti, Sünni Çerkezleri, Şii Türkmenler ile Arap aşiretlerine karşı himaye etmeye evrildi.
FACEBOOK YORUMLAR