I. Türk Dili Kurultayı (1932) konusunda İngiliz Büyükelçisi George R. Clerk’in raporu
26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında İstanbul’da yapılan I. Türk Dili Kurultay’ı ile ilgili bilgileri, İngiliz büyükelçi Clerk, çok önceden haber almış ve 29 Ağustos 1932’de Londra’ya bir rapor yazmıştır. Onun raporu, 9 Eylül’de Londra’ya ulaşmıştır. Demek ki Dil Kurultayı yapılmadan çok önce İngiliz diplomatlar bu konudan Dil Heyetinde yer alan birilerinden haber almışlardır. İngiliz Dışişleri belgeleri arasında bulunan ‘Türk Dili Konferansı (bu sözcük raporda bazen kongre olarak da geçer), Gazi'nin etnolojik çalışmaları ve konferansın düzenlenmesine sebep olan sonuçlar hakkında raporlar. Gazi, sonuçları yurtdışında alay konusu olabilecek çalışmalarına kafayı taktığından üzüntü duyuyor’ başlıklı raporda (FO 424/277, s. 15-16), Gazi’nin sunacağı tez ve bunun akademik geçerliliği hakkında ilgi çekici bilgiler verilmiştir. Hemen söylemek gerekirse, ileri sürülen tezler büyükelçi tarafından akademik bulunmamıştır. Elçi tarafından ileri sürülen görüşler özetle şöyledir: Gazi’nin Türk diliyle ilgili olarak yaptığı çalışmalar, Türk tarih tezinin bir uzantısıdır. Tezin özü: ‘Nasıl ki kadim Türk kültürü Avrupa medeniyetinin anası ise, kadim Türk dili de bütün Avrupa dillerinin anasıdır’. Büyükelçi, Buharî Şeyh Süleyman Efendi’nin Lugat-ı Çağatay ve Türki-i Osmani’sinden alınan sözcüklerden yapılan etimolojik tetkiklere de katılmamaktadır. I. Türk Tarih Kongresi zabıtlarını İngilizceye çevirip yayınlamak isteyen Atatürk hayranı ABD’nin Ankara büyükelçisi Bay Sherill’in de bunu yapmasını istememektedir. En ilgi çekeni de, İngiliz istihbaratının Dil Heyetinde yer alan ama ismi açıklanmayan birinden bu konuyla ilgili bilgi almasıdır (Gazi'nin en güvenilir akademik çalışma arkadaşlarından birinin bana teyit ettiği) ile (çok az sayıdaki gerçek Türk aydınlarından birinin ekibimdeki bir üyeye ifade ettiği) cümleleri bu durumu teyit etmektedir. Bu kişinin kim olduğu ayrıca incelenmelidir.
Sir G. Clerk'ten Sir John Simon'a (9 Eylül’de alındı)
İstanbul, 29 Ağustos 1932,
Efendim,
Gazi'nin en güvenilir akademik çalışma arkadaşlarından birinin bana teyit ettiği, basındaki bir duyuruya göre, yakında İstanbul'da bir Türk Dili Kongresi yapılacağını bildirmekten onur duyuyorum. Bu kongrenin kökeninin aşağıdaki gibi olduğunu düşünüyorum:
21 Temmuz tarihli 249 sayılı yazıda, Gazi'nin ilhamıyla başlatılan ve hemen hemen bütün Türk intelligentsia’sı tarafından coşkuyla takip edilen, Türk ırkının tarihin bütün seçkin şahsiyetleriyle özdeşleştirilmesi ve bunun sonucunda geçmişin ve günümüzün büyük medeniyetlerinin kadim Türk kültürüne atfedilmesi yönündeki bir hareketi anlatıyordum. Bu sonuçların, eğer bir doğrulama gerekiyorsa, dil alanında buna karşılık gelen bir keşifle doğrulanması kaldı ve cumhurbaşkanının dehasının evrenselliği sayesinde, bu keşfin fiilen yapılmış olduğu ve kongrenin bu teoriye mührünü vuracağı söylenebilir.
Hatırlanacağı üzere, Gazi'nin daha geçen yılın baharında yaptığı etimolojik araştırmalar, Kent, Taşkend ve Semerkand'ın Türk dilinde ortak bir kökene sahip olduğu ve Karadeniz kıyılarındaki Uz boyunun çeşitli İngiliz Ouse'larına isimlerini verdiği gibi önemli bir sonuca varmasını sağlamıştı. Bu arada, 'uz' kelimesinin Türkçe'de 'nazik' veya 'yumuşak' anlamına geldiği ve Karadeniz kabilesi olmasının dışında bile, bu sıfatların, aynı adı taşıyan başlıca İngiliz nehrinin çarpıcı bir özelliği olduğu belirtiliyor.
Gazi'nin boş zamanları o zamandan beri çoktur, çünkü görünüşe göre güncel işleri giderek daha fazla bakanlarının eline bırakma eğilimindedir ve daha sansasyonel reformlar için ne imkân ne de para vardır. Ekselanslarının filoloji çalışmaları, daha gösterişli bir mesleğin olmayışından faydalanmış ve şimdi ilk kez tüm dünya, Türk basını aracılığıyla, zamanı gelince ortaya çıkacak olan biriken hazineye bir göz atma fırsatına kavuşmuştur. Gazi'nin sadık gazetecilerinden Yunus Nadi Bey, Büyük Rehber ile yaptığı özel bir söyleşinin ardından kaleme aldığı bir dizi yazıyı Cumhuriyet gazetesinde yayımladı. Bu yazıda, gelecekte neler olacağı açıkça vaat ediliyor ve edebiyat dünyasını bekleyen şey, bunun sadece bir hipotez değil, kesin bir gerçek olacağıdır. Nasıl ki kadim Türk kültürü Avrupa medeniyetlerinin anası ise, kadim Türk dili de bütün Avrupa dillerinin anasıdır. Yunus Nadi'nin saygı dolu ve müjdeyle haber verdiği, Gazi'nin yaklaşan keşfi, işte budur. Şimdilik olumlu bir kanıt yok, ancak bu kadar cazip bir teorinin (hala kabul edildiği gibi) kanıta pek ihtiyacı yok ve Gazi'nin ulaştığı tarihi ve etnolojik sonuçlarının, hiçbir Türk'ün, kamuoyunda ve çok azının özelde sorgulamaya cesaret edemeyeceği bir otorite kazanması için hiçbir kanıta ihtiyacı yoktu. Bununla birlikte, mutlak bir kanıttan yoksun olan Yunus Nadi Bey, Buharî Şeyh Süleyman Efendi (1821-1890) tarafından 1882'de (Hicri 1298) İstanbul'da yayınlanan Türkçenin Çağatay Lehçesi sözlüğü (Lugat-ı Çağatay ve Türki-i Osmani) çalışması sırasında Gazi'nin aklına gelen bazı fiil türetmelerini okuyucularına aktarır. Alıntıladığımız ilk örnek tam anlamıyla sansasyoneldir. İngilizce sözlüklerin Latince 'colere' fiilinden türetmekle yetindiği Avrupa kökenli 'kültür' kelimesinin gerçek kökeni artık ortaya çıkmıştır. Çağatay Türkçesi sözlüğünde 'getirmek, hazırlamak, başarmak, sebep olmak, yürütmek, değiştirmek, düzeltmek' anlamlarına gelen 'kilturmak' kelimesi yer almaktadır. Gazi, fiilin mastar hali olan '-mak' ekini çıkarınca ne bulursunuz diyor? ‘kiltur’, ‘kültür’. Kültür, yukarıda verilen anlamların bir derlemesinden başka nedir ki? Yunus Nadi, filoloji gibi basit bir ilmin bu örneğinden ilham alarak kendisi için de benzer keşiflerde bulunmuştur. Mesela, 'taosmak' kelimesi, 'sevinç ve coşku içinde olmak, birinin şerefine içmek' anlamlarına gelmektedir. Daha önce olduğu gibi '-mak'ı kaldırınca geriye ne kalıyor? Taos, 'Tost'. Böylece genel Avrupa kullanımı ve istisnasız moderniteye ait bir başka kelimenin de Türk kökenli olduğu ortaya çıkıyor. Bir diğer parlak keşif ise 'pijama'nın kökenidir. Şimdiye kadar Farsça olduğu sanılan bu kelime, daha da belirgin bir şekilde Avrupa ve modern çağrışımlarla, artık Farsların bu kelimeyi eski Türklerden ödünç almaları dışında Farsça olarak kabul edilmemelidir. py=pi=bey değil midir ve tartışmalı olarak, jama=djame=giyme? Bey-giyme, Bey'in elbisesi. Her neyse, gayet açık Farsçanın harfi harfine tercümesi olan 'giysi ayağı' şeklindeki bariz açıklamadan daha vakur bir açıklama.
Ama bütün bunların Gazi'nin ve sözcüsünün ciddi kanaatlerinden ayrı, ciddi bir yanı da vardır. Amerikalı meslektaşımın, yakın zamanda gerçekleştirilen Türk Tarih Kongresi'nin bildirilerinin İngilizce'ye çevrilmesini ve kendi masraflarını karşılayarak ABD'de yayınlanmasını, Amerikan üniversiteleri ve kütüphaneleri arasında dağıtılmasını teklif ettiğini bildirdim. ABD Büyükelçiliği Müsteşarı, Türk basınında yer alan bu haberin tamamen doğru olmadığını personelimden birine bildirdi. Bay Sherill'in kendi masrafıyla tercüme ettirip yayımlatmayı teklif ettiği şey aslında, bu ülkedeki bütün öğretim kurumlarına dayatılan Türk Tarihi Araştırma Komisyonun'un dört ciltlik resmî tarihinin henüz var olmayan bir özetidir. Her halükarda, bu tür teorilerin, ister tarihsel ister dilsel olsun, İngilizce dilinde yayınlanmasından doğabilecek tehlikeler, ilk bakışta göründüğünden daha gerçek olabilir. Yeni Dünya'nın daha az tanınmış akademik kurumları tarafından bile eğlenceli bir küçümsemeyle karşılanacakları varsayılmamalıdır. Avrupa'da ve özellikle İngiltere'de, eğitimli profesörlerin, kendilerine karşı konulamaz derecede komik gelen bir ifade veya çıkarımla alay etmek için Times gazetesine mektup yazdıklarını hayal etmek zor değildir. Aksi takdirde zararsız olan bu tür olayların, Yunus Nadi ve onun kâtiplerinin hevesle ülke çapında bir yangına dönüştürecekleri resmi Türk öfkesinin alevini ateşleyeceğine güvenilebilir. Yabancı düşmanlığı şu anda oldukça sakin görünüyor, ama zaman zaman en ufak bir bahaneyle alevlenmeye hazır olduğuna dair belirtiler var ve hiçbiri Gazi'ye yönelik yabancı bir eleştiri veya ulusal gurura yönelik bir küçümseme kadar etkili olamaz. Çok az sayıdaki gerçek Türk aydınlarından birinin ekibimdeki bir üyeye ifade ettiği görüşe katılıyorum; Cumhurbaşkanı'nın, ülkenin karşı karşıya bulunduğu acil mali ve ekonomik sorunları tamamen ihmal etme saplantısına saplanıp kalması hem şaşırtıcı hem de üzücüdür.
George R. CLERK
FACEBOOK YORUMLAR