Bugünlerde önemli iletişim hataları yapıldığını görüyoruz. Bunlardan biri de Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde hazırlanan bir reklam videosunda gerçekleşti. Bakanlığın ülkeyi tanıtmak için kurduğu sosyal medya hesabından paylaşılan bu videoda turizm sektöründe çalışanların yüzlerinde “Keyfini çıkarın, ben aşılıyım” yazan maskeler dikkat çekti. Gelen yoğun tepkiler üzerine paylaşım tamamıyla kaldırıldı.
İnsanlar tepkilerinde çok haklılar… Böyle bir yaklaşımın kabul edilebilir bir yanı yok. Zira devlet öncelikle vatandaşını gözetir ve bu duruşunu da her platformda hissettirir. Videodaki bu temel yanlışın yanı sıra sunuluşu açısından da ciddi bir mantık hatası barındırıyor. Öyle ki esasında aşı, aşılanan kişiyi de koruyan bir ayrıcalık.
Dünyada hızla resmiyet kazanan aşı kartı vb uygulamalarla bir ülkede aşılananların sayısı ve dağılımı seyahat edebilirlik için ilk sırada yer alıyor.
Pek muhtemel ki bu tanıtım videosunu hazırlayanlar gerekçelerini bunun üzerine kurmuşlar. Fakat bakanlığın diğer bir adının “Kültür” olduğunu unutmuşlar! Ortaya başarısız bir iş çıkmış.
Hal böyle olunca salt turist çekmek için hazırlanan video saatler içerisinde silindi. Hiçbir şeye yaramadığı gibi güven unsurunu da zedeledi.
Yaşanan bu olay bana bir şeyi daha hatırlattı. O da gelinen koşullar bakımından Bakanlığın ikiye ayrılması zorunluluğu…Tabi liyakat ilkesi işletilmediğinde bu da bir çözüm olmayacağını ekleyelim.
Nasıl mı?
Belirli alanlarda kesiştikleri düşünülse de mevcut rekabet ortamında Kültür ve Turizme ilişkin iş ve görevlerin çehresi farklılaşmaktadır. Kültür Bakanlığı denildiğinde her türlü eser, müzik, sinema, tiyatro, kongre, kütüphane gibi çok geniş bir sahada farklı disiplinleri ve uzmanlık alanlarını ilgilendiren iş ve görevlerden bahsedilmektedir. Turizm Bakanlığı ise dünyanın değişen dinamikleri ve Türkiye’nin ekonomik kaynakları bakımından daha çok tanıtım, markalaşma ve pazarlama konularının öne çıktığı turizm ekonomisini de içine alan faaliyetleri içermektedir.
Turizm boyutu daha hızlı ve sonuç odaklı bir yapılanma ve çalışma anlayışını vazgeçilmez sayarken, kültür boyutu ilmi yönü daha ağır basan hassas, soğukkanlı ve derinlikli bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.
Kültür eksenindeki faaliyetler ve sebep-sonuç ilişkileri ticari ve ekonomik kaygıların ötesinde bir öneme sahipken turizmde ister istemez verimlilik/kârlılık gibi performans kriterleri kendisini gösterir. Bir önceki yıl turist sayısı ve/veya turizm gelirlerinde düşüş yaşanması turizm bakanının doğrudan bir başarı ölçütüdür artık…Kültür bakanı ise geçmişi ve geleceği bir arada kucaklayan, milletin ortak hafızasını ve duruşunu ete kemiğe büründürebilme, dış dünyayla etkileşime geçirebilme sorumluluğunu esas almalıdır.
Bununla birlikte yukarıdaki faaliyetlerin uyumlaştırılmasına gelindiğinde Bakanlığın mevcut teşkilat yapısının da büyük ve kontrolünün zor olduğu söylenebilir. Merkez teşkilatının genişliği bir yana il müdürlükleri ve yurtdışındaki 51 müşavirlik dikkate alındığında bahsettiğim anlayış farklılığın dışında yapısal olarak da kontrolü zor bir görünüm arz ediyor. Yurtdışındaki temsilciliklerin adının “Kültür ve Tanıtma Müşavirliği” olması bile turizm boyutunun farklı bir eksende yürütülmesi gerektiğinin belirtisidir. Bir başkası, örneğin merkez teşkilatında gözüken Yunus Emre Enstitüsü, “bağlı ve ilgili kuruluşlar” haline getirilen TİKA, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Yurtdışı Türkler Başkanlığı gibi kuruluşlar adeta ayrı bir bakanlık özeni istemektedir.
Doğrusu bu tablo, hükümet programını uygulaması gereken bakanlar açısından da hayli zorlayıcıdır. Özellikle iş dünyasından seçilen bakanların tüm bu faaliyet ve amaç dengesini götürebilmesi kolay gözükmemektedir. Sözün özü bakanlık yine ikiye ayrılmalı, “Kültür Bakanlığı” yanında “Tanıtma ve Turizm Bakanlığı” kurulmalıdır. Ve her iki bakanlık da Türkiye’nin yeni dönemdeki iç/dış politika ihtiyaçlarına uygun şekilde daha dinamik ve etkili bir hüviyete kavuşturulmalıdır.
FACEBOOK YORUMLAR