Orman ve ağaç sevgisi Türk tarihinde büyük bir önem taşır. Bugün çoğunlukla dini dayanaklarıyla açıklanan ağaç sevgisinin İslamiyet öncesinde Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğu görülmektedir.
Türkistan coğrafyasının günümüzdeki temsilcileri olan Türk devlet ve topluluklarında süregelen uygulamalara bakıldığında Türk kültür sisteminde bir ağaç veya orman kültünden bahsetmek mümkündür.
Yani "kült" derken, ağaç ve onun bir ruhsal bütünlük içerisinde değerlendirilebildiği ormanlar, Türk tarihinde yüce ve kutsal bir kavram/mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu şaman inancına odaklamak da bakış açımızı kısıtlar, zira Uygurlardan Kırgızlara, Yakutlardan Başkurtlara kadar geniş bir coğrafyada ağaç, hem bir varlık objesi hem de bir inanış felsefesidir.
Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti't-Türk adlı eserinde, Dede Korkut kitabında ağaç kutsal bir inancın taşıyıcısıdır.
Örneğin Türeyiş efsanesinde ağaç farklı bir anlam kazanır. Uygurların türediği ağaç iki nehrin ortasında bulunan bir alandadır. Oğuz Han savaşta mağlup olduğunda bu alana sığınmak zorunda kalır. Böyle bir esnada bu ağaç kovuğunda bir çocuk dünyaya gelir ve “Kıpçak” adı verilir...
Bir diğeri, Hayat Ağacı olarak sembolize edilen ve ölümsüzlüğün ifadesi olan yaklaşımdır. Bugünkü Kazakistan'ın başkentinin sembolü şehrin tam ortasında duran ve Bayterek Ağacını temsil eden anıt yapıdır. Yine eskiden özellikle kısır kadınların çocuk doğurabilmek için tek başına bir elma ağacının altında yerde yuvarlanmaları vb ağaç kültünün yansımalarıdır.
Bunların belki de en çarpıcı olanı Orhun Abidelerinde rastlanan Ötüken Ormanı yaklaşımıdır. Bu müstesna belgede Ötüken Ormanından uzaklaşan -ki sadece mekan değil o yaşayışın temel unsurlarından ve değerlerinden, Türklerin zor günler geçireceği, başlarına çeşitli belâların geleceği belirtilmektedir. Yine Ötüken’i yurt bilip burada yaşamaya devam ederse Türk milletinin huzur ve sükûn içerisinde kalacağı vurgulanmaktadır.
Kül Tegin yazıtı olarak bilinen ve 732 yılında dikilen bu taşta aynen şöyle yazar:
"Doğuda Şantung ovasına (Çin’in batısı) kadar ordu sevk ettim, denize pek az kala durdum; güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e pek az kala durdum; batıda İnci (Sir Derya) ırmağını geçerek Demir Kapı’ya (Orta Asya) kadar ordu sevk ettim, kuzeyde Yir Bayurku topraklarına kadar ordu sevk ettim, bunca diyara kadar ordularımı yürüttüm (ve sonunda anladım ki) Ötüken Ormanından daha güzel yer asla yok imiş! (Türk milletinin yurt edineceği ve) yönetileceği yer Ötüken ormanı imiş…”
Bu tespiti yapan Bilge Kağan’ın Ötüken’i işaret etmesi sıradan bir olay değildir. Coğrafyası ve güzellikleri kadar önemlisi, buranın stratejik konumudur. Bu yönüyle Ötüken, sadece bir Orman ya da yaşam alanı değil Türklerin ontolojik açıdan millet olma bilincini sembolize etmektedir.
Zira yazıtta şöyle devam eder: “(Ey) Kutsal Ötüken ülkesinin milleti, (başını alıp her yere) gittin! (…) Ötüken topraklarında oturup kervanlar gönderirsen, herhangi bir sıkıntı olmaz. Ötüken ormanlarında oturursan ebedi il (devlet) sahibi olacaksın.”
Burada anlaşılan odur ki; Ötüken ifadesi orman ve ağaç sevgisinin kutsal sayıldığı bir mekan ve aynı zamanda Türk milletinin birlik ve beraberlik içerisinde olmasını, toprağına, taşına, değeler manzumesine sahip çıkması gerektiğini gelecek nesillere öğütleyen vazgeçilmez bir çağrıdır.
Dolayısıyla ciğerlerimizin, milli hazinemizin yandığı, milli değerlerimizin, kaynaklarımızın talan edildiği günlerde herkese ne yapması, nerede durması gerektiğini hatırlatan bir başucu kaynaktır!
FACEBOOK YORUMLAR