Türkiye ekonomik sıkıntıların ağırlaştığı bir dönemden geçiyor. Bu sıkıntıların bugüne ulaşmasında dünyadaki gelişmelerin, küresel krizlerin, salgın sürecinin, yanı başımızdaki savaşların etkisi olduğu gibi içeride atılan yanlış adımların ve hatalı politikaların da etkisinin olduğu açıktır. Dövizdeki, enflasyondaki yüksek artışları “ne yapalım dünyada da böyle” diyerek geçiştirmek yanlışı bir başka yanlışa ortak etmek demektir. Aynı şekilde dünyadaki kırılgan ve kaotik gelişmeler olmasaydı Türk ekonomisi bu kadar büyük bir sıkıntıya girer miydi, sorusuna da kulak tıkamak doğru değildir.
Doğrusu uzun süredir her ikisinin de göz ardı edilmeden bir değerlendirme yapılabildiğini düşünmüyorum. Kaldı ki bu ilkesel bağlamda duranların sesleri de yeterince duyulamıyor. Çünkü hem siyasal kutuplaşma üst seviyelerde cereyan etmekte hem de artık seçim sathı mahalline girilmiş durumdadır.
Buna karşın aslında Türkiye Cumhuriyeti, kendi tarihi süreci içerisinde kutlu yükselişleri ve hazin düşüşleri defalarca yaşamış bir milletin son yüzyıldaki kutup yıldızıdır.
Görünen bir gerçek var ki, Jean Paul Roux'tan okuyalım: “Göktürk İmparatorluğundan Türk halkı doğmuştur. O güne kadar Hint-Avrupalı olan bozkırların Türkleşmesini büyük ölçüde sağlayan bu imparatorluktur. Eğer Göktürkler var olmasaydı Selçuklular, Osmanlılar, Altınordu, Özbekler, Timur İmparatorluğu ve Hindistan’daki Büyük Moğollar da var olamazlardı.”
Göktürkler’in Büyük Hun İmparatorluğunun, Uygurlar'ın da onların bir devamı olduğu şeklinde benzer bir görüşü Prof.Dr. Bahattin Ögel’de ifade eder.
İşte bu sebeple o dönemi çok daha fazla hatırlamalı ve tahlil etmeliyiz. Zira Millet kavramı bilimlik araştırmaların konusu olmakla birlikte bana göre aynı zamanda bir ontolojik gerçekliktir.
Zamanı ve mekanı aşarak benzer kaide, ilke ve değerlerle yoğrulmaya muhtaçtır. Tüm gelişim ve yenilikçilik çabaları bir ideal olmakla birlikte özü kaybeden milletler yenilikçi değil taklitçi haline gelirler. Ergenekon destanında demir dağları eriten bir milletin kahramanlığının altında yatan buluş demir oklarla düşmanı diz çöktürmeleridir.
Ancak bugün içeride öyle hatalarla yüzleşiyoruz ki, bu gidişat, dış tehditlerin gözünü diktiği bir memba haline geliyor. İşte bu yüzden “Titre/Kendine Dön” ifadesinin anlam kazandığı Göktürk çağının ekonomik milliyetçiliğine bir göz atmak istiyorum. Bu konuda en esaslı kaynak elbette Orhun Yazıtları ve kimi Çin kaynaklarıdır. Düşünsenize 25 Kasım 1893'te dilbilimci V.Thomsen tarafından bu yazıtlar okunmamış olsaydı biz bu tarihi dayanağın hala farkında olmayacaktık.
Thomsen ilk olarak Tengri kelimesini okudu. Ardından Türk ve Kağan geldi. Bu diziliş bile bir işaretti.
Gök Türkler dönemi iki dönem halinde anlatılmaktadır. Bumin Kağan öncülüğündeki Birinci İmparatorluk (552) ve çöküşe doğru uzanan gelişmeler, ikinci dönemde de Kutluk (İlteriş Kağan) ile yeniden yükselişin başladığı (682) süreçten söz edilmektedir.
Öncelikle metnin tümüne bakıldığında İmparatorluğun nihai sınırlarına ulaştığı dönemde siyasal anlamda bir milliyetçilik anlayışının devlette hakim olduğu söylenebilir. Elbette o dönemin koşullarının doğurduğu bir milliyetçilikti bu…Buna rağmen kapsayıcı ve birleştiricilik üzerinde odaklanılmaktadır.
“Dört yandaki Milleti düzene soktum…”
“Düzene sokup, tertipleyip, hem aldım hem tabi kıldım..”
“Doğuda gün doğusuna güneyde gün ortasına kadar onun içindeki milletin hep kendisine tabi olduğu gururlandırmaktadır.”
O dönem Çin tarafından da oyunlarla arası açılmak istenen Türk milletinin unsurları için bir araya gelmek bir Kızıl Elma’dır.
İktisadi anlamda da milliyetçilik anlayışı dikkat çeker ve bu olmadan siyasal bir birliğin mümkün olmadığı yazıtların ruhunda belirir:
“Ötüken Ormanından iyisi yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Burada oturup Çin milleti ile anlaştım. Çin milletinin sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş, Tatlı sözle, yumuşak ipekle aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Sonra kötü şeyler düşünürmüş…”
Burada Ötüken Ormanı “İl” yani devlettin mekanıdır. Ana hedef bu devlette üretmek, kimseye muhtaç olmamak ve böylece oyuna gelmemektedir.
Bir başka ifade de şöyledir:
“Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntı yoktur. (…) Sarı altınını, beyaz gümüşünü, ipeğini, tahıl içkisini, aygırını, kara samurunu, Türk Milletime kazanıverdim., tanzim ediverdim, milletimi kedersiz kıldım.”
Yani kendi kaynaklarının dışında millet için savaşılmış ve gerektiğinde milletin aç kalmasına da izin verilmemiştir.
Ve Kağan…
”Türk Milleti aç idi. O at sürüsünü alıp besledim. Fakir milleti zengin kıldım. Az millet çok kıldım.”
İşte 1400 yıl önce taşa kazınan cümlelerde yazanlar böyle...
O halde yine bu yazıtların sözüyle diyorum ki; “Ey Türk Milleti titre ve kendine dön…”
FACEBOOK YORUMLAR