Her yıl 24 Nisan geldiğinde benzer bir tartışma yapılırdı Türkiye’de… Ermenilerin gerek nüfusları gerekse lobi çalışmaları açısından dünyada en etkin olduğu ABD’de başkan kim olursa olsun 1915’deki olayları nasıl tanımlayacağı merak edilirdi.
Aslında dolaylı da olsa “soykırım” kelimesini ilk kullanan ABD Başkanı Ronald Reagan’dı. Reagen, 22 Nisan 1981’de Holokost anma mesajında “Kendisinden önceki Ermenistan soykırımında olduğu gibi…” ifadesine yer vermiştir.
Ondan sonra gelen hiçbir ABD başkanı bu ifadeyi kullanmamıştır. Ta ki Biden’a kadar…Gerçi önceki ifadelerde de içerik olarak farklı bir yaklaşım olduğu söylenemez.
25 Mart’taki yazımda bunun gelmekte olduğunu detaylarıyla açıklamıştım. Bu ifade değişikliği engellenebilir miydi? Kanaatimce iki ülkenin mevcut ilişkileri bu eşiği çoktan aşmıştı. Ve Biden Türkiye ile yeni bir ilişki modelini devreye koymak istediğimi daha seçim öncesi ortaya koymuştu.
24 Nisan tercihi de bu iradenin bir ürünüdür. Artık bu meselede cin şişeden çıkmış ve her yıl tekrarlanan baskılama oyunu son bulmuştur. Elbette Biden'ın böyle bir yalana sarılması tarhi gerçekleri değiştirmeyecektir. İlgili AİHM kararı orada durmaktadır.
Ancak bunun sıradan birşey olduğunu söylemek de mümkün değildir. Meselenin sebep ve sonuçları, başta Türkiye-ABD ilişkileri ve bağlantılı diğer konuları soğukkanlı biçimde irdelememizi gerekli kılmaktadır.
Hatırlarsanız Obama döneminde de benzer baskılar olmuştu fakat “büyük felaket” sözü tercih edilmişti. Biden da Obama’nın başkan yardımcısı idi. O dönem Obama’nın ulusal güvenlik kadrosunda yer alan Rhodes bu tercihi yapma sebeplerini “Türkiye, uğraştığımız bazı sorunlar için hayati önem taşıyordu.” şeklinde ifade etmişti. Bir anlamda Türkiye'nin stratejik önemi karşısında 24 Nisan ertelenebilir bir meseleydi.
Peki ne oldu da Biden tercihini “soykırım” ifadesinden yana kullandı?
İşte meselenin en önemli yanı da burasıdır. Bu tercih Biden açısından seçim öncesinde verilen bir sözün yerine getirilme zorunluluğu mu yoksa Rhodes’in ortaya koyduğu gerekçede bir değişme ya da aşınma mı meydana gelmiştir? Biden’ın göreve başlamasından 93 gün sonra gelen telefon ve görüşmeden yansıyanlar yukarıdaki iki gerekçenin de bir arada olabileceği izlenimi vermektedir. Kimi haber ajanslarınca Biden’ın önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefon görüşmesinde bu konuyu ilettiği iddiası ise çarpıcı bir soru işareti...
Öyle anlaşılıyor ki, Biden bir yandan bu sözü kullanacağını işaret ederken, bir yandan da “yapıcı ikili ilişkilerin geliştirilmesi” şeklinde bir rota çizilmiştir. İlk kavşak noktası olarak NATO zirvesinin belirlenmesi ise S400’ler ve Türkiye-Rusya ilişkilerine yönelik bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Rusya-Çin yakınlaşmasında Türkiye'nin konumu daha da önemli hale gelmektedir. Biden özellikle s400 ve Ukrayna konusunda Türkiye'yi daha fazla zorlayacak gibi gözükmektedir. Dolayısıyla yakın gelecekte bu gündem maddeleri ABD-Türkiye ilişkilerindeki kırılmanın ana eksenini meydana getirecektir.
Bu eksen üzerinde Suriye, Irak, YPG/PKK meselesi, FETÖ, Libya ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ilerleyişin hızı ve ölçüsüne doğrudan etki edecektir.
24 Nisan açıklamasının temeline bakıldığında bu kampanyanın Ermeniler açısından öne çıkan iki amacı vardır. Öncelikle 1915 olaylarının dünyada soykırım olarak tanımasının sağlanması, ikincisi de belirli bir aşamada Türkiye’nin bu “yalanı” tanımaya zorlanmasıdır. Şimdi bir üçüncüsü daha eklenmiştir. Biden’ın attığı bu adım, Ermenistan-Karabağ-Azerbaycan hattına da etki etmeye yöneliktir.
Daha açıklama gelmeden Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Adonts "ABD Başkanı soykırım terimini kullanırsa, dünyanın geri kalanı için bir örnek teşkil edecek." dedi. Aynı zamanda Minsk gurubu üyesi olarak Karabağ’daki süreçte devre dışı kalan ABD, yeni başkan Biden ile sahaya girmek niyetindedir. 24 Nisan öncesi Biden’a mektup gönderen 100’den fazla ABD’li milletvekilinin başını çeken Adam Schiff bunu açıkça dile getirmektedir.
Ermenistan, Karabağ’da kaybettiği savaştan sonra en çok da bu olaya odaklanmıştı. Zira bu yolla hem Türkiye’nin sıkıştırılması hem de Hankendi merkezi Dağlık Karabağ’ın tanınmasının sağlanarak yeni bir cephe açmanın yolu aranmaktadır.
Şimdi (1) Türkiye'de siyaset üstü görülmesi gereken bu karar karşısında başta siyasi iktidar olmak üzere siyasi parti liderlerine sorumluluk düşmektedir. Öyle ki bu konu bağlamında olabildiğince milli bir birlik meydana getirilmelidir. Gerekirse TBMM toplanmalıdır. Örneğin dün HDP’nin yaptığı açıklama, (artık hiçbirimizi şaşırtmasa da) kesinlikle kabul edilebilir değildir. Çok açık söylemek isterim ki; bunun adı düşünce hürriyeti galan değildir. Düpedüz yalandır, iftiradır ve hasmane tutumdur. (2) Tüm kurum ve kuruluşlar kamu diplomasisi açısından taarruz stratejisini öncelemelidir. (3) Bu yapılırken disiplinlerarası bir yaklaşım sergilenmeli ve dar bir kadro/çevre yerine tüm kesimlerin katkısı harekete geçirilmelidir. (4) Bu çerçevede Türkiye ve Azerbaycan diaspora konusundaki tüm imkanlarını birleştirmelidir. Dünya çapında bir sinema filmi çekilmeli ve diğer benzer materyaller hızla artırılmalıdır. 5) Her ne kadar Türkiye’nin görüşü "parlamentolar bu işe karışmasın" şeklinde olsa da Hocalı’nın "soykırım” olarak tanınması ve hatta KKTC’nin Azerbaycan tarafından tanınması seçeneği artık masada ciddi bir şekilde konumlanmalıdır.
FACEBOOK YORUMLAR