Osmanlı Devleti yenik çıktığı savaşta birçok cephedeki kayıplarıyla önemli bir nüfusunu hem de genç nüfusunu kaybetmişti. Savaşı sonlandıran Mondros Anlaşması bir mütareke sözleşmesinden ziyade bir teslimiyet ve işgal metniydi.
Ve geride yıkık bir ülke, eğitimden sanata kadar pek çok alanda hizmete ulaşamayan bir halk ve %9’larda olduğu ifade edilen okuma-yazma oranı…Yoksulluk, yorgunluk ve ağır hastalıklar bilhassa kırsaldaki halkı derinden etkiliyordu. Sadece toprakları değil ülkenin ekonomisi, kültürü de bir işgale uğruyordu. İstanbul’dan Karadeniz'e, Batı Trakya’dan Anadolu’ya kadar ülkenin demografisi de etkilenmiş ve işgal kuvvetlerinden güç alan ayrılıkçı kitleler bu demografide giderek alan genişletiyordu.
İstanbul’daki idarenin batılı devletlerden daha fazla borç bulabilme ve bu yolla günü kurtarabilme çabası içişlerinde hareket kabiliyetini kısıtlarken, yabancı himayesine yatkın bir düşünce kendisini hissettiriyordu. Yorgun ve yokluk içindeki halkın da ümitsizliği ülke sathına yayılıyordu.
İşte böyle bir ortamda Yıldırım Ordularının dağıtılmasıyla birlikte İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemal 13 Kasım 1918’de Adana’dan trenle Haydarpaşa’ya geldi… Bu sırada M.Kemal’i karşılayan Cevat Abbas o anları şöyle anlatıyordu: “M. Kemal ve ben askeri ulaşımın bir köhne motoru ile deniz ortasına yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. M. Kemal’in dudaklarından 'geldikleri gibi giderler' cümlesini işitince, derin ve hüzünlü umutsuzluğu unuttum. 'Size nasip olacak siz bunları kovacaksınız Paşam!' dedim. Gülümsedi, daldı ve sonra bakalım” dedi.
16 Mayıs 1919’a kadar burada kaldı M. Kemal ve birçok görüşme yaptı. Neticede vatanın kurtuluşunun ancak ve ancak Anadolu’dan başlatılabileceğine karar verdi. Bu, "memleketi yine memleketin azim ve kararlılığı ile kurtaracak" düşüncesinin eseriydi.
Böyle bir iklimde M. Kemal Samsun’a varmasının ardından Milli Mücadeleyi ete kemiğe büründürecek sivil ve askeri faaliyetleri örgütlemeye başladı. Böylece milleti de bir tercihe sürüklüyordu… Ya milletten ve istiklalden kopuk, işgalcilere teslim olan bir anlayışa ya da 19 Mayıs ruhuna destek verecekti Türk milleti…
Ne mutlu ki sonunda 19 Mayıs ruhu galip gelmişti!
M. Kemal Nutuk’ta 19 Mayıs’a anlam kazandıran birçok detaydan söz etmektedir. Ancak bunlardan üçü dikkat çekicidir. Birincisi Samsun’a Ordu Müfettişi olarak görevlendirilmesini büyük bir stratejik akıllar tasarlamasıdır. Zira “Bu geniş yetkilerin beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından, bana nasıl verildiğini garibinize gidebilir.” demektedir.
Cevabı da kendisi vermektedir: Derhal ifade etmeliyim ki, bana bu yetkileri onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Ne olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı arzu edenlerin içre ettikleri sebep, “Samsun ve civarındaki asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak için gitmekti. Ben bu vazifenin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm.”
İkinci önemli husus ise 19 Mayıs’a giden o günlerde kendisine önerilen çareler ve onun kararıdır. İngiliz himayesi, ABD mandası ya da mahalli kurtuluş çareleri…
M.Kemal aldığı nihai kararı yine Nutuk’ta şöyle anlatmaktadır: Ben bu karaların hiçbirinde isabet görmedim.(…) Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimiydi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım sözlerden ibaretti. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için yardım talep ediliyordu? (…) Efendiler bu vaziyet karşısında tek bir karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti tesis etmek!
Üçüncüsü de M. Kemal bu kararı daha İstanbul’dan çıkmadan vermişti.
Bu sebeple diyorum ki, 19 Mayıs 1919’a giden süreçte neyle karşı karşıya kalındığını ve Samsun’a çıkan vatanseverlerin iradesini, karşı duruşu anlamayanların Kuvayı Milliye ruhunu da anlayabilmesi mümkün değildir…
FACEBOOK YORUMLAR