İnsanlar yenilikleri eski bildik şeyler cinsinden değerlendirmeye yatkındır.
İlk otomobillere atsız araba deniyordu. Şehir efsanesine göre kamçı koyma yeri de varmış. Var mıydı? Bilmiyorum. Fakat ön cam bulunmadığını biliyoruz. Tabi ön cam olmayınca silecek hiç yoktu.
Sinemayı ilk başlarda, tiyatronun filme çekilmişi sanmış ve öyle değerlendirmiş, öyle kullanmışız. Sinemanın tiyatrodan farklı ve bambaşka bir zaman ve mekân uzayında genişleyebileceği neden sonra anlaşıldı. Yedinci sanatı epey sonra keşfettik.
Ver oradan yirmi saniye Putin
Çocukluğumda televizyonu söylenti olarak duyardık. Bir radyo varmış, üzerindeki bir delikten bakıldığında solist ve çalgıcılar görülürmüş! Dedikodu buydu. Evdeki lambalı radyolarda sinyalin gücünü gösteren, sinyal arttıkça yeşil kısmı artıp bir çembere tamamlanan bir lamba vardı. O lambaya gözümü dayayıp, şarkıcı ve çalgıcıları görmeğe çalıştığımı hatırlıyorum. Görseydim ne gürültü koparırdım, kim bilir.
Sonra televizyon geldi gelmesine de mesela uzun zaman, televizyonu, radyonun görüntülü hâli gibi kullandık. Radyoda sesine tanıdığımız spikerin şimdi artık kendisini görebiliyorduk. Hepsi buydu. Uzun yıllar televizyon haberleri böyle “konuşan kafa” şeklindeydi. Neden sonra görüntülü haberler yayımlanmaya başladı. Anlatılan olayı veya olayın kahramanlarını göstermek, o görüntüleri elde etmek ve yayına hazırlamak hiç de kolay değildi. Şimdi iletişim imkânları daha geniş ama yine de görüntüyü zamanında yakalamak ve vaka mahallinden stüdyoya nakletmek koordinasyon istiyor.
Bunun daha kolay ama pek dürüst olmayan bir yolunu bizim televizyoncular bolca kullanıyor. Putin’den bahseden bir haber mi var, genellikle Putin’in o haberle ilgili görüntüsü değil de bambaşka bir yer ve zamanda çekilmiş bir videosu konur. Biden mi? Arşivde var ya… O da Biden bu da Biden. Her hâlde programı hazırlayanlar mutfağa, 20 saniye Putin, 30 saniye Biden falan şeklinde sipariş veriyor. Ve bu devlet adamları kendi memleketlerine ait haberlere bile sık sık bizim büyük adamlarımızın eşliğinde çıkıyor; hayret! Eh normaldir. Televizyonlarımız bizim devlet adamlarını o kadar seyrek gösteriyor ki, özlüyoruz.
Telefon neye yarar?
Meşhur hikâyedir: Alexander Graham Bell, telefonu icad eder. Gazetecileri çağırır ve icadını onlara gösterir. Yan odadaki asistanını arar ve ona, “Buraya gelin Bay Watson, size ihtiyacım var“, der. Bu sözler tarihe geçti. Birkaç saniye içinde Watson içeri girer ve gazeteciler çok heyecanlanırlar. Heyecan biraz yatışınca, mucide sorarlar: Bu icadınızdan günlük hayatta nasıl yararlanılacağını düşünüyorsunuz? Bell’in bu soruya verdiği cevap da tarihe geçti: Mesela, bir konseri kulaklıkla evimizden dinleyebileceğiz.
İnternet’te de aynı yanlışı bol bol yaptık. Önce mektubun hızlısı sandık. E-posta sözü bundan mirastır. Sonra WWW çıktı ve insanlar, veb sitelerini, ticarî veya resmî broşürlerin bilgisayara konmuş şekli zannetti. Televizyon radyonun, çalgıcıların göründüğü hâliydi ya.
Tabi, kavrama yanlışlarını, aradan on yıllar hatta asırlar geçtikten sonra geriye bakıp görmek marifet değil. Marifet, şu anda olup biten içinde, şu andaki yeniliklerde buna benzer hatalar yapıyor muyuz sorusuna doğru cevap vermektir.
Uzaktan eğitim okulun televizyonlu hâli değil
Asıl dikkat çekmek istediğim nokta, uzaktan eğitim. Nasıl televizyon haberciliğini bir ara spikerin konuşan kafasını görmek diye düşündüysek, uzaktan eğitimi öğretmeni, öğrencileri, tahta ve tebeşiriyle İnternet’e yüklenmiş bir sınıf diye algılama eğilimimiz var. Aslında böyle bakarsak, uzaktan veya çevrim içi eğitim, alışık olduğumuz eğitimden daha iyi sonuç vermeyebilir. Fakat şu noktaları düşünün: Uzaktan eğitim, mekândan bağımsızdır. Bu özelliği sayesinde öğrenci, yollara düşmeden dersi izleyebilir. Fakat daha önemlisi, siz her konuyu ülkede onu en iyi anlatan öğretmenlere anlattırabilirsiniz. Ülkenin neresinde olursa olsun. Hatta dünyanın… Bu yüz yüze eğitimde ancak küçük bir azınlığın elde edebileceği olağanüstü bir avantajdır. Onlar da ancak bir ders için en iyi hocayı yakalayabilirler. Çok iyi matematik öğretmeninin o okulda olması, en iyi edebiyat öğretmeninin de orada olmasını garanti etmez.
Zamandan da bağımsızdır. Öğrenci en uygun olduğu zaman dersi izleyebilir. Hızlı geçilmişse, geri dönüp tekrar izleyebilir. Durdurup arada bir şeyleri arayabilir, bulup geri döndüğünde daha donanımlı bir zihinle izlemeye devam edebilir. Yavaş işlendiğini düşünüyorsa, atlayıp bilmediği kısımlarda daha çok vakit harcayabilir.
Bu saydıklarımın her biri, tek başına, uzaktan eğitimi üstün kılacak bileşenler.
Sınıfı da olduğu gibi, hatta olduğundan daha iyi bir şekilde taşıyanlar da var. Şu bağlantıda Harvard’ın meşhur İş İdaresi Okulu’nun Live ~ Canlı dediği sınıfını izleyebilirsiniz: https://youtu.be/Fkd2lQVgwWI Sınıf, kitap, asistanlar, teknisyenler… Her şey var. Zamandan değil ama mekândan gerçekten bağımsız. Uzaktan eğitimin potansiyelinin küçük bir kesri.
Prof. Dr. İskender Öksüz
Milli Düşünce Merkezi
https://millidusunce.com/uzaktan-egitim-egitebilir-mi/
FACEBOOK YORUMLAR