Nasıl düşünürdük?
Televizyon dizilerinde, bir dostun diğerine söylediği klişe bir söz var: “Ne düşünüyordun?” Biri, öyle olmayacak bir hata yapmıştır ki nasıl yaptığı, yaparken aklının nerede olduğu merak edilir. Bu ifade, İngilizce “What were you thinking?” sözünün tercümesi. Türkçesi, “Aklın neredeydi?” olmalı.
Bilim felsefesi, bilim tarihi okuyup öğretirken benim zihnimi kurcalayan soru da buna benziyor: Bilim yokken akılları neredeydi? Ne düşünüyorlardı? Daha da ilginci: Nasıl düşünüyorlardı?
Öyle ya, bilim, gerçeği bulmak için sonradan keşfettiğimiz bir alet. Peki, bilim yokken gerçeği merak etmiyor muyduk? Muhakkak ediyorduk. Zaten cinsimizin ismi, Homo Sapiens. “Farkında insan.” Mesela Neanderthal kuzenlerimize Homo Neanderthalis diyoruz. Farkındalığı onlara layık görmemişiz. Hatta kendimizi anlatmak için alt tür niyetine bir sapiens kelimesi daha ekliyorlar. Homo Sapiens Sapiens. “Farkındalığının farkında insan.” Farkındaysanız merak edersiniz. Hatta merakınızı da merak edersiniz. Şu andaki gibi.
Soruma döneyim. Bilim metodunu keşfimiz nispeten yeni. Hani “Bilim Devrimi” diyoruz ya. Batı’ya ve taş çatlasa 16. yüzyıla ve sonrasına tarihleniyor. Katiyen öncesine değil. Sosyolojide de biyolojide de devirlerin öyle yaprak çevirir gibi değiştiği kesin tarihler yok. Bilim Devrimi 16. asırda ve Bacon’la başlıyorsa 14. asrın İbni Haldun’unu nereye koyacağız? Sosyolog Gellner, Haldun’u, sosyolojinin taşıyıcı sütunlarından Weber’le karşılaştırır ve Haldun’u daha bir bilim adamı bulur.
Fısıltılar-Rüyalar
Tak diye sayfa çevrilmemiş. Yine de bir geçiş var. Bugün merakımızı tatmin ve sorularımızı cevaplandırmak için “daha ziyade” bilime başvuruyoruz. Şu kadar asır önce ise “daha ziyade”, hikmetinden sual edilmeyen otoritelere müracaat ediyorduk. “Daha ziyade”yi Haldun gibi istisnaları düşünerek kullanıyorum.
Sapiens ile başladım. Sapiens kitabında, otoritenin gerçeğinden gerçeğin otoritesine geçişi, Yuval Noah Harari pek güzel anlatır. Batı’da, Katolik Kilisesi’nin hâkimiyetinde gerçeği bulmak kolaydı. Papazınıza sorardınız. O, bilmiyorsa gidip başpapaza, o da bilmiyorsa kardinale falan sorardı… Bilginin peşinde koşu Vatikan’a kadar devam edebilirdi ama bu pek olacak iş değildi. Vatikan da sorunuzun cevabını bilmiyorsa demek ki merak ettiğiniz şey merak edilecek önemde değildi.
Peki, papaz, başpapaz, kardinal veya Vatikan doğruyu nereden biliyordu? Eskilerden. Hem eski din kitaplarından hem de doğruya ilahi bir yolla nüfuz etmiş seçkinlerden. Mesela Hermes Trismegistus’tan. Doğudan öğrendikleri Aristo ve Eflatun da bu kutsal kaynaklarla eşdeğer gibiydi. Peki, onların yazıp çizdikleri “gerçek” nereden geliyordu? Hikmetinden sual olmaz! Öyle anlaşılıyor ki gerçek bazı seçkin zevatın kulağına fısıldanıyor veya uyurlarken rüya şeklinde gösteriliyordu.
Eskilerden… Eskiler de daha eskilerden
Bu değerlendirmeler aşağı yukarı bütün eski düşünce cinslerini kapsıyor. Seçkinlerden alıntı. Ancak herkesin seçkini farklı. Mesela Batı’da ve bizde Aristo ve Eflatun’a itibar edilir. Bize onları bizimkiler, Farabi, İbni Sina ve diğer Orta Asya’nın düşünürleri öğretti. Batı da onları bizimkilerden öğrendi. Fakat mesela İmam Rabbani’ye, Gazali ve takipçilerine göre bunlar kâfirdir, cehennemliktir. Said-i Nursi’ye göre aynı insanlar, İslam öncesi cennetlik olan pek az sayıda kişiden birkaçıdır.
Bunları nereden biliyorlar. Bu haberleri nereden alıyorlar?
Eskilerden. Eskiler de kendi eskilerinden.
Mesela İmam Rabbani, Hazreti İsa’nın Eflatun’u hak yoluna davet ettiğini, onun da cevaben, “Biz, temiz, olgun, ilerici insanlarız. Bize doğru yol gösterecek kimseye ihtiyacımız yoktur.” diye peygamberin davetini reddettiği için cehennemlik olduğunu anlatıyor.
İsa, İsa’dan dört asır önce doğmuş!
Şimdi şaşırmayın. İsa ne zaman, Eflatun ne zaman diye hayrete düşmeyin. Ben de ilk okuduğumda bu soruları sorup hayret etmiştim. Anlaşıldığı kadarıyla İsa, Eflatun’la çağdaş olmalı. Evet, İsa’nın doğumu milattan önce 384 imiş! Burhân-ı Kâtı’da da öyle yazıyormuş. Oraya da herhâlde Rabbani’den nakildir.
Peki, İmam Rabbani bunları nereden biliyor? Eflatun İsa’ya bunları söylerken yanlarında zabıt kâtipleri mi varmış? Hayır. Ama İmam Rabbani de kendinden önce gelen sır sahiplerine dayanıyor. İbn-i Asâkir’e mesela. Asâkir 12. asır. O da daha eskiye…
Bilgi eskiden geliyor. Eskiden gelmeyen bilgi, bilgi değil. Ne kadar eski, o kadar güvenilir. O günlerde “ilim” denilen şey eski kaynaklara hâkimiyetten ibaret. O hâkimiyetin en garantili yolu da eski kaynakları ezberlemek.
Bugünkü “bilim” ise tam tersi. Bilimde en yeni görüş en doğrusudur. Çünkü yeni, eskiyi düzelte düzelte gelmiştir. Eskiyi yanlışlaya yanlışlaya. Bilim yanlışlanır. İlim yanlışlanmaz.
İlk yayın yeri:https://millidusunce.com/nasil-dusunurduk/
FACEBOOK YORUMLAR