Cuma yazımda müziği, edebiyatı, diğer sanatları, toplumu millet yapan unsurlar diye saymıştım. Yazımı Yahya Kemal’in Itri şiirinden bir alıntıyla bitirmiştim. Itrî’nin hikâyemizi ihtiyar çınarlardan dinleyip bize aktardığını söylüyordu. Onun o şaheser şiiri de, Itrî’nin musikisi gibi bizi biz yapan muazzam yapıya bir tuğla daha ekliyordu.
Pek güzel, pek âlâ… Ancak aynı şiirin sonunda bir serzeniş, bir ağıt vardır. Itrî’nin binin üstünde bestesinden elimizde kala kala kırk adedi kalmış. Ne vahim, ne utanç verici bir savrukluk! Şöyle yanıyor Yahya Kemal:
Belki hâlâ o besteler çalınır
Gemiler geçmeyen bir ummanda
Boş bir ümit tabi… Ne öyle bir umman var, ne de o besteler geri döner.
MEHTERİ YOK ETMEK PİRÎ'Yİ SOFRAYA YAYMAK
Niçin böyle savruğuz? Batı Türkleri’nin kültürde öne çıktığı iki alandan biri müzik, diğeri mimaridir. Rahmetli Öztuna, musikimiz için, “Dünyanın iki klasik müziğinden biri” derdi. Kadir biliyor muyuz? Günahtır demişiz, Itrî’nin kayıp bestelerinin yanına mehterinkileri de göndermişiz. Bugün mehter diye çaldıklarımızın büyük kısmı, İttihat-Terakki zamanında yazılıp bestelenmiş. Onların da çoğu İsmail Hakkı Bey’in eseri. Diğerlerini Vakayı Hayriye sırasında imha etmişiz. Padişahların mehter besteleri var; onlar saray arşivinde bulunmuş.
Savrukluğumuzun bir başka örneği, Piri Reis haritasıdır. Haritayı okuyucularımın çoğu görmüştür. Hani Batı Avrupa, Batı Afrika ve en şaşırtıcısı, Amerika kıtasının epey doğru resmedildiği harita… Colomb’un keşfinin henüz yepyeni olduğu çağda, bu kadar detaylı ve büyük çapta doğru Amerika haritası insanları şaşırtır. Eric von Daniken, Pirî Reis haritasını uzaylıların, uzaydan dünyayı gözleyerek çizdiği fantezisini bile yazar. Hiç merak ettiniz mi haritada Asya niçin yok diye? Çünkü haritayı ortasından cart diye yırtmış ve sofraya yayıp üstünde yemek yemişiz! Elimizdeki yarısının üstünde bulunan ekmek kırıntılarından biliyoruz. Benim bir hayretim de asırlar boyu Sümer, Akad, Asur, Babil medeniyetlerinin üstünde oturduğumuz halde bunların ortaya çıkarılmasında bir tek Türk’ün dahli olmaması! Tıpkı Orhun ve Yenisey Bengü taşlarını bulan ve çözen Thomsen, Radloff ve başkaları gibi, hepsi yabancı. Biz ne yapıyorduk acaba? Bu günlerde çok duyduğum, “Öbür tarafta bunu mu soracaklar?” mı diyorduk?
Osmanlı böyle de Cumhuriyet nasıl?
Önce iyi tarafında bakalım, Cumhuriyet devrinin bilim adamları, başta Prof. Ahmet Bican Ercilasun, Divan-ı Lugat-it-Türk’ten Bengü Taşlara, Oğuznamelere, Kutadgu Bilig ve daha nicelerine, o güne kadar gösterilmeyen ilgiyi gösterdiler; yayımladılar. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu da, hiç olmazsa zaman zaman, aynı çabayı ve verimi gösteren tüzel kişilikler.
MUHAFAZAKAR, MUHAFAZA EDER Mİ?
Buna karşılık Türk müziğinin yayımlanmasına İnönü Hükümeti’nin koyduğu yasak, başlangıçtaki Öz Türkçe çılgınlığı ve başta Menderes zamanında İstanbul’a reva görülen mimarlık ve tarih katliamı. Yağmur Tunalı, sadece Unkapanı- Bizans Su Kemeri arasında yıkılmış 53 eski eser sayıyor. İlber Ortaylı da hem yıkılan eserleri hem de mahvedilen İstanbul siluetini sıkça anlatır. Nedense iktidarlar muhafazakârlaştıkça muhafazanın tam tersini yapıyorlar. Muhafazakârlaştıkça cehaletin artmasından mıdır?
Ve bugün… Cehalet olmasa, gelen nesiller kayıpları telafi edebilir. Fakat cehalet, kartopu gibi yuvarlanarak büyüyor. Tahsil edememiş öğrenciler büyüyüp öğreteceklerinden habersiz öğretmenler, profesörler hâline geliyor ve onların öğrencileri çifte kavrulmuş cahiller hâlinde bu emme-basma deveranı güçlendiriyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın felsefe kitabında Aristo anlatılırken dört element diye Hava, Su, Toprak ve Tahta sayıldığını hatırlarsınız. Düşünün ki bunu yazan bir felsefe öğretmenidir!
Bir kısmını hatırladığım bir şiiri bulmak için hafızamdaki mısraı Google’a yapıştırırım. Öyle yaptım. dogm.eba.gov.tr ve acikders.ankara.edu.tr çıktı. Resmî siteler… Güvenilir herhâlde.
Eba’nınkinden (https://bit.ly/3Cwkred ) Itrî şiirinin ilk mısralarını yapıştırıyorum:
Büyük Itrî’ye eskiler derler, Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Bizim öz mûsıkîmizin pîri; Belki binden ziyâde bestesini,
Herhâlde biri şiiri ortadan kesmiş, bir başkası da karmış; iskambil destesi gibi. Aslında “bizim adamlar”dan biri siteyi yapıyor ve web sayfası kodundan habersiz. Ama olsun, sağlam arkadaşımızdır mutlaka. Bu arada metnin altında şiirin bestelendiğini de öğreniyoruz. Bakınız ne yazıyor:
4.sEgâH-HÜZZAM MAkAMI
segâh Makamı
Tahminim şu: Müellif alfabeyi öğrenmiş. Fakat sıra henüz küçük- büyük harf ayrımına gelmemiş. Zarar yok, G ile Ğ’yi ayıramayan başbakanlar, aksakallar görmedi mi gözlerimiz.
SEN ÇOCUĞU BÜYÜTÜRSÜN, BİZ EBLEH YAPARIZ
Ankara üniversitesinin sitesinde çıkan sayfada (https://bit.ly/3csBUtv ) Itrî şiiri düzgün görünüyor. Fakat hemen altında Arif Nihat Asya hocamızın şaheserlerinden San’at şiiri var. Şöyle başlatmışlar:
Sen, mermi yaratırsın;
Ben, ondan saray yaparım!
Şiirin aslını hatırlamayanlar için, doğrusu, “Sen mermeri yaratırsın;/ Ben, ondan saray yaparım!”.
Bakınız, bunlar bir ortaokul öğrencisinin acele karalamaları değil. İki kocaman kurumun ders malzemesi diye öğrenciye sundukları. Aylardır, yıllardır orada duruyorlar, öğrenciler de bunlardan öğreniyor!!! Dediğim gibi, sonra o öğrenciler diploma alacak. Bir kısmı öğretmen, bir kısmı akademisyen olacak ve sonunda büyüyüp profesör olacak ve bu sayfaları hazırlayacaklar. Allah sonumuzu hayretsin.
Kocaman eğitim – öğretim çarkımız anne babalara şöyle mi sesleniyor: “Sen çocuğu büyütürsün; Ben ondan ebleh yaparım!”
Gelecek Çarşamba öğretmenler günü. Benim gibi üzülen öğretmenlere kutlu olsun.
https://millidusunce.com/biz-genci-ebleh-yapariz/
FACEBOOK YORUMLAR