Geçtiğimiz günlerde Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan “Kasımda ihracatımız yüzde 9,49 artışla 15 milyar 532 milyon dolar oldu ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek kasım ayı ihracat değerine ulaştı” açıklamasında bulundu. Bakan Pekcan, “Böylece geçen ay itibarıyla ihracatımız 15,5 milyar dolar ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek kasım ayı ihracat değerine ulaştı. İhracatımızda bir rekor da son 12 aylık dönem itibarıyla geldi. Son 12 aylık ihracatımız ise yüzde 7,8 artışla 168 milyar 77 milyon dolara yükselirken, bu rakam da Cumhuriyet tarihinde ulaştığımız en yüksek yıllık ihracatımız oldu. Ülkemizin küresel ticaretteki rekabetçi gücünü artırmak için sürdürdüğümüz çalışmaların sonuçlarını görmek memnuniyet vericidir. 2018 yılı ihracatta rekorlar yılı olarak geçmeye devam ediyor. Yeni Ekonomi Programı'nda öngörülen yıl sonu ihracat değeri olan 170 milyar dolar hedefine ulaşacağımıza inancımız tamdır. Diğer taraftan Kasım ayında ithalatımız bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 21,5 azalarak 16 milyar 136 milyon dolar seviyesine geriledi. 2017 yılının Kasım ayında yüzde 69 olarak gerçekleşen ihracatımızın ithalatımızı karşılama oranı ise 2018 yılının Kasım ayında yüzde 96,3 düzeyine yükseldi" dedi (Cumhuriyet, 1 Aralık 2018).
Ticaret Bakanı Pekcan’ın açıklaması umut verici. Bununla birlikte Bakanın verdiği bilgiler ihracat artışına yönelik. Aylık ve yıllık rakam verilmiş. Oysa eksik olan aylık ve yıllık ithalat rakamı. Son bir yıllık ithalat rakamımız nedir? Bu konuda veriye ulaşmak kolay değil. Genel olarak kamuoyuna yönelik yapılan açıklamalar ihracat rakamlarına yönelik. Yıllık ithalat-ihracat rakamlarına, bunların birbirini karşılama miktarına kolaylıkla ulaşamıyoruz.
İhracatın ulaştığı seviye kadar ithalatı karşılama oranı da önemli. Türkiye iki birimlik ihracat yaparken üç birimlik de ithalat gerçekleştiriyor. İhracatının yarısı kadar açık vermekten kendisini kurtaramıyor. Bu aslında yeni bir durum değil. Neredeyse son 500 yıllık tarihimiz –istisnai bir dönem hariç- ithalat ağırlıklı. Ünlü iktisat tarihçimiz Mehmet Genç’in tespitiyle Osmanlı klasik sistemi üç ekonomik temel üzerine oturuyor: İaşe, vergicilik ve gelenekçilik… Halkın iaşesinin yani ihtiyaçlarının gerekirse ithalat ile karşılanması politikası olan iaşecilik sistemi, modern devlet yapılanmasının dışında ithalata dayalı bir ekonomi modeliydi. Erken Cumhuriyet dönemi hariç olmak üzere, 500 yıllık tarihimize damga vuran model bu… Osmanlı kapitülasyonları meselesine iaşenin karşılanması açısından da bakmanın gerekliliği ortada…
2002 yılından bu yana ihracatın ithalatı karşılama oranı % 65… İhracatımız 650 milyar dolar olsa, ithalatımız 1 trilyon dolar olacak demektir bu işleyişle. Oysa Almanya’ya bakacak olursak tersi bir durum var. 1 trilyon dolar ithalat, 1 trilyon 300 milyar dolar ihracat var. 300 milyar dolar fazlası var Almanya’nın…
Oysa Türkiye’nin 2002’den beri durumu şöyle (https://www.dunya.com/kose-yazisi/ihracat-rekor-kiriyor-ya-ithalat/409725):
Bu kısırdöngüden çıkmanın yolu belli aslında: Üretmek... Ama sözünü ettiğim üretim çimentoyla üretim değil sadece. İhracata dönük, katma değeri yüksek üretim. Türkiye’nin ihracatının ithalattan fazla olduğu tek dönem, 1930’lar… Yani Atatürk dönemi… Bu dönem Türkiye’si ithal ikameci bir sanayileşme politikası uyguladı. Dışarıdan aldığı malları içeride üretmeye yöneldi. Bunlar o kadar geniş bir alana yayılıyor ki… Şekerden dokumaya, kağıttan demir çeliğe kadar… Cumhuriyeti kuranlar fabrika kurmayı en temel politika olarak benimsediler. Oysa 1980’den beri Türkiye fabrika yerine AVM kurmayı, üretmek yerine tüketmeyi tercih ediyor. Bu haliyle de çokça sözü edilen orta gelir tuzağından kurtulamıyor. Kurtulamayacak da… Osmanlı modernleşmesi demiryolu yapmayı/yaptırmayı marifet bilmiş ama bunun ötesine geçememişti. Cumhuriyeti kuranlar demiryolu da yaptılar, yabancıların ellerindekileri satın alarak millileştirdiler de. Fabrika kurup otomobil ve lokomotif yapmaya da yöneldiler. Hatta uçak yapmaya da… Marifet yol yapmak değil, üzerinde gideni yapabiliyor musunuz bundan haber verin… Aksi takdirde sanayileşmiş dünyanın pazarı olmaktan kurtulamazsınız. Cumhuriyet kuranlar bunu ters yüz etmenin tarihini yazmışlardı. Onun tozlu sayfalarına dönüp bakmakta fayda var.