Cumhuriyet’in Milli Eğitim Bakanı: “Mustafa Necati”
Cumhuriyet öncesi Osmanlı modernleşmesi, 100-150 yıl boyunca düalist (ikici) bir özellik taşıdı. Bir tarafta geleneksel/dinsel eğitim kurumları, diğer tarafta modern/Batı tarzında açılmış okullar. Bu okullar birbirine düşman iki ayrı nesil yetiştirdi. Nitekim 31 Mart Ayaklanması (1909) bu iki neslin çatışmasıdır.
Cumhuriyet modernleşmesi, geleneksel toplumun kurumları yok edip yerlerine modern toplumun kurumlarını getirdi. 1920’li yıllar bunun gerçekleştiği yıllar oldu. Eğitim alanında bunun mimarı Mustafa Necati’dir. Necati, Cumhuriyet tarihinin unutulmaz üç milli eğitim bakanının ilkidir. Diğerleri Saffet Arıkan ve Hasan Ali Yücel’dir.
Mustafa Necati, 1894 İzmir doğumludur. Hukuk eğitiminin ardından eğitim de dahil çeşitli alanlarda çalışan Necati, Balıkesir’de İzmir’e Doğru gazetesini çıkardı. Yunan işgaline karşı nutuk atmaktan değil eyleme geçmekten yanaydı. Bu amaçla örgütlenme çabalarının (Müdafaa-i Hukuk) merkezinde yer aldı. 1920’de milletvekili olduğunda 26 yaşındaydı. Aynı yıl ünlü Kastamonu İstiklal Mahkemesi’nin de başkanı oldu. Ancak O, daha çok 3 yılı aşkın süre yaptığı milli eğitim bakanlığı ile tarihteki yerini aldı.
Mustafa Kemal’in Nisan 1923 tarihinde ilan ettiği 9 Umde adlı seçim beyannamesinde eğitim ile ilgili olarak yer alan “Tahsili iptidaide tedrisatın tevhidi ve bilumum mekteplerimizin ihtiyacatımıza ve asri esasata tevkifi ve muallim ve müderrislerimizin terfih ve ikdarı temin edilecektir. Vesaiti münasebe ile halkın tenvir ve talimine de tevessül olunacaktır” ilkesini uygulamaya koyacak ve eğitimdeki ikiliği ortadan kaldıracak olan Mustafa Necati’dir.
Necati’nin eğitim bakanlığı döneminde (1925-1929), öncelikle ilk sağlanan şey kademeli olarak karma eğitimin sağlandı. Öğretim Birliği Kanunu, Medreselerin kapatılması ile devam eden süreçte adım adım eğitimi laikleştirirken,
1924-25 öğretim yılında ilkokullarda,
1927-28 öğretim yılında ortaokullarda ve
1928-29 öğretim yılında liselerde karma eğitim (kız ve erkek) başladı.
Bakanlığı döneminde Maarif teşkilatına dair konun da çıkartan Necati için temel olan öğretmendi, öğretmene büyük değer vermekteydi. Nitekim söz konusu kanun ““Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” demekteydi. Öğretmenlere o kadar önem vermekteydi ki hem uzman öğretmen yetiştirmek için yurtdışına öğretmen gönderdi ve hem de köye yönelik öğretmen yetiştirmek için köy öğretmen okulları açtı. Okulundan yeni mezun olmuş öğretmeneler birer mektupla öğretmenliğin önemini anlatıyor ve hem de onlara “Beyaz Zambaklar memleketinde” ve “Mefkureci Muallim” gibi kitaplar hediye ediyordu. İdealist bir insandı Mustafa Necati… Kendi gibi idealist bir öğretmen kuşağı yetiştirmek istiyordu. Okulsuz ve öğretmensiz köy bırakmamak en büyük hedefiydi.
O’nun bakanlığı döneminde yapılan eğitim hamlelerinin en büyüklerinden biri de Yazı Devrimi’ydi. Okuma-yazma oranının bu kadar düşük olduğu bir toplumda öğretilmesi çok daha kolay yeni alfabe ile toplumu okur-yazar hale getirmek hayaliydi. Bu amaçla da Millet Mekteplerini açmak için hazırlıklara girişmişti.
1929’da, 35 yaşında iken vefat etti. Milli Eğitim Bakanı olduğunda 31 yaşında idi. Mezarı başında İnönü’nün dediği gibi bir devrimciydi Necati: “İnkılâpçıların ölürken kalanlardan ve yeni yetişenlerden bir tek dileği vardır: Cansız bileklerinde sallanan vazife bayrağının kavranıp daha yüksekte dalgalandırılmasıdır”.
Günümüz Türkiye’sinde Necati’nin mirasının giderek tahrip olduğu açıktır. Onun idealist Cumhuriyet kuşağının yerini cumhuriyetle hesaplaşmaya hevesli kindar bir nesil almaktadır. Üstelik Cumhuriyetin hesaplaştığı düalist eğitim politikaları tekrar hortlamaktadır. Bizim bugün Mustafa Necati idealizmine ihtiyacımız vardır. Necati gibi öğretmenlere büyük değer veren yöneticilere ihtiyaç vardır. Bakın ne yapmış Necati:
Şarkışla’nın İstiklal Okulu’nda başöğretmen Cengiz anlatıyor:
“Böbreklerimden çok rahatsızdım. Bir kağnı ile ve zorlukla Kayseri’ye, oradan da hemen o günlerde henüz gelmiş olan trenle Ankara’ya gittim. Ulus’ta şimdi iş hanının bulunduğu yerdeki Bakanlığı sorarak buldum. Yapının arka kapısı önündeki küçük bahçede bir tahta sıraya iliştim. Sancılardan kıvranıyor, ne yapacağımı bilemiyordum.
O sırada bir araba geldi, içinden iki kişi çıktı, bunlardan biri bana sordu:
- Siz kimsiniz?
- Muallimim,…
- Muallim burda oturmaz, dedi.
Ben yasak olduğunu sanarak, ayağa kalkarken büyük acı duyuyordum. Konuşan kişi:
- Hem de hasta muallim! Dedi. Bu iki kişi kolumdan tutarak beni içeriye götürdüler bir koltuğa oturttular. Benimle ilgilenen bu kişi meğer Bakan Mustafa Necati imiş. Çay getirttikten sonra durumumu sordu, saymanlık müdürünü çağırttı, bana para getirmesini söyledi.
- Teşekkür ederim, param var, dedim.
- Biliyorum, dedi.
Saymanlık müdürü para getirdi, o arada Demiryollarına telefon edildiğini öğrendim, yataklıda yer ayırtmışlar. Bunlar olurken anladım ki, beni İstanbul’a hastaneye gönderiyorlar. Bu sırada yazılmış bir mektubu bana verirken de:
- Bunu İstanbul’da Cerrahpaşa Hastanesi Başhekimine vereceksin, dedi.
Arabasıyla beni istasyona gönderdi. Orada beni aldılar, yataklıda ayrılan yerime yerleştirdiler. Bir demiryolu görevlisi, ne gereksinmem olursa ona bildirmemi söyledi.
Bunlar olurken böbreklerimdeki sancılar kesilmişti de. Trendeki yerimde bu düşleyemeyeceğim ilgi ve tutuştan, sevincimden ağlıyordum.
İstanbul’a varınca beni karşılayan birisi Cerrahpaşa hastanesine götürdü, başhekime tanıttı. Bakanımın mektubunu başhekime verdim, okuduktan sonra ‘Hiç kaygılanma, ameliyatın yapılacak, kurtulacaksın’ dedi. Beni çok temiz bir yatağa yatırdılar. Ameliyatın ertesi günü başhekim elindeki bir telle beni sormaya geldi; anladım ki, Bakanımız durumumu sormuş. Hastaneden çıkınca Ankara’ya geldim. Yine bakanlığın o kapısı önünde beklerken Necati Bey geldi. Bu kez ayakta ve sağlıklı idim. Beni görünce gülmeye başladı. Geçmiş olsun! dedi. Elimden tuttu, odasına götürdü, oturttu.
- Seni artık kente alalım, böbreğin tek kalmış, dedi.
- Teşekkür ederim, Efendim, Sizin idealiniz köydür, ben de köyde çalışacağım, dedim.
- Kentte de gereklisin; ya bulunduğun köyde sağlığında bir terslik olursa_
- Ne olursa olsun, köyümde çalışacağım, dedim.
- Öyleyse ufak bir rahatsızlığı olursa, doğruca bana geleceksin, dedi”.
Ülkenin içinde bulunduğu tüm olumsuz, yetersiz koşullara rağmen öğretmenine böyle değer veren bir milli eğitim bakanı idi Necati… İdealist bakanın, idealist öğretmenleri… Sanırım bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz da Cumhuriyetin idealist yöneticileri…
Başta atanamayan öğrencilerim olmak üzere tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutlarım… Cumhuriyet onlardan fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller istiyor.
Prof. Dr. Hakkı UYAR