Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

75. Yılında 12 Temmuz (1947) Beyannamesine Yeniden İhtiyaç Duymak

08 Ağustos 2022 - 18:10

II. Meşrutiyet’ten günümüze Türkiye’nin siyasal hayatına baktığımızda temelinde çatışmacı bir kültüre sahip olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bu çatışma kültürü, İttihatçıların Hürriyet ve İtilafçılarla çatışmasıyla başladı; Milli Mücadele’ye bile olumsuz anlamda etki eden bu çatışma, 1950’lerin ikinci yarısında kendisini Vatan Cephesiyle gösterdi. Onu 1960’ların ikinci yarısından 1980’e kadar süren sağ-sol çatışması izledi. 1990’larda ise Laik-İslamcı cepheleşmesi olarak kendini gösterdi. Bugün ise daha düşük yoğunluklu düzeyde olmak üzere Cumhur İttifakı-Millet İttifakı çatışmasıyla devam etmektedir. Gelişmekte olan bir ülke olarak kurumsallaşma düzeyi düşük olan Türkiye’de demokrasi kültürü zaten zayıftır; cepheleşmeler, demokratik yaşamı daha kırılgan hale getirmektedir. 
Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Mücadele’yi yürüten kadro, Cumhuriyetin ilanı sürecinde birbiriyle çatıştı. Köklü değişikliklerden yana olan Atatürk’ün liderliğindeki devrimci kanat, muhafazakar kanadı tasfiye etti. Bu, lider kadro içerisinde kanlı bir tasfiye değildi. Genel olarak biz Türkiye’de bu kadronun çatışmasına odaklıyız ve tarihe biraz da buradan bakıyoruz. Oysa 1930’lardan itibaren söz konusu çatışan kadrolar kademeli olarak barıştılar. Önce Atatürk, sonra da İnönü eski muhaliflerle barışarak, onları sisteme entegre ettiler. Bu, içeride ve dışarıda izlenen barışçı politikanın bir yansımasıydı. 
1924-25 yıllarında muhafazakar kanat muhalefet bloğu olan TpCF, şanssız bir partiydi. Ondan farklı bir ortamda kurulan SCF ise, Atatürk’ün desteğiyle kurulmuş bir partiydi. O da TpCF gibi uzun ömürlü olamadı. Ancak ilginç bir şekilde Atatürk –kendisi partili bir cumhurbaşkanı olmasa da-, CHP Genel Başkan Vekili ve Başbakan İnönü ile SCF lideri Fethi Okyar arasında, hakemlik yapmaya gayret etti. Çankaya’daki sofrasını bu amaçla kullandı. Atatürk, iki parti arasında hakemlik yapmayı, kontrollü ve zaman içerisinde kurumsallaşabilecek çok partili bir rejimi hayal etmekteydi. SCF her ne kadar güdümlü bir muhalefet hareketi olsa da, kitleselleşmeye çok açıktı. Deneyimin kontrolden çıkma eğilimi ve içerisinde barındırdığı riskler, partinin kısa ömürlü olmasına ve çok partili rejim deneyiminin bir başka bahara ertelenmesine yol açtı. 
Atatürk’ün tamamlayamadığı çok partili rejim hayalini gerçekleştiren İnönü oldu. Üstelik 1930’da Çankaya’da Atatürk’ün SCF-CHP arasında yapmaya çalıştığı hakemliği bu kez 1947’de İnönü yaptı. Oysa İnönü de partili cumhurbaşkanıydı. Şüphesiz partili cumhurbaşkanlığı demokratik rejim açısından sakıncalı bir uygulamadır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki önce Atatürk, sonra da İnönü sıradan birer cumhurbaşkanı olsalardı ne devrimler yapılabilir ne de çok partili hayata geçilebilirdi. Elbette ki onlar karizmatik liderler olarak güçlerini Milli Mücadele’yi kazanmış olmaktan alıyorlardı. Ancak 1923 sonrasında doğrudan hakem cumhurbaşkanlığına yönelmiş olsalardı devrimler gerçekleşemezdi, köklü çağdaşlaşma hareketlerine girişilemezdi. Onlar manevi otoritelerini ve partiye egemen olmalarını kullanarak ülkeyi dönüştürebildiler. Bu fiili rejim onlar açısından geçici bir uygulamaydı. Çok partili hayata geçiş sonrasında İnönü, partili genel başkanlığı bırakmayı hayal etse de bunu gerçekleştiremedi. Ancak devlet başkanı olarak CHP’li başbakan Recep Peker ile DP lideri Celal Bayar arasında hakemlik yaptı. DP’nin bir muhalefet partisi olarak varlığının kabulü, kendilerine gereken desteğin yapılması amaçlanıyordu. 1946 seçim yolsuzlarının ardından İnönü iki parti arasında diyalog ortamı yaratabilmişti. Diyalog ve uzlaşma, iki partideki sertlik yanlılarının tasfiyesine imkan sağlamıştı. İnönü de çıktığı yurt gezilerinde yanına DP’den milletvekili alıyor ve DP örgütlerini de ziyaret ediyordu. 
Tarihe 12 Temmuz Beyannamesi diye geçen belge, İnönü’nün Bayar ve Peker ile yaptığı uzun görüşmelerin neticesinde ortaya çıkmıştı. İnönü, beyannamede iki parti arasında güven ortamının sağlanacağına, muhalefet partisinin yasalar çerçevesinde hareket edeceğine ve iktidarın da muhalefetin varlığına ve çalışmalarına saygı göstereceğine dikkat çekti. İnönü, kendisinin partiler üstü olduğunu ve iki partiye de eşit davranacağını belirtmişti. Muhalefetin eleştirilerinin abartılı olabilse bile haklı olabileceğini ifade eden İnönü’nün de muhalefetten beklentisi ihtilalci bir yapı değil, kanuni sınırlar çerçevesinde hareket eden bir muhalefet partisiydi. Her iki partiden de yardım isteyen İnönü’nün yapıcı ve uzlaşmacı tavrı Türkiye’de 1950’de iktidar değişikliğine imkan sağlayabilmişti. 
Türkiye’de beklentimiz partili cumhurbaşkanlığının değil, uzlaşmacı ve hakem cumhurbaşkanlığının kalıcı olmasıdır. Türkiye’de bunun önünü açan İnönü olmuştur. Ne yazık ki 27 Mayıs öncesinde Bayar, İnönü’nün sergilediği tavrı sergileyememiştir. Geçmişte yaşananlardan ders çıkararak ilerlemek ülkemizin geleceği açısından hayati önemdedir.  
 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum