6-7 Eylül Olayları, DP’nin organizasyonuydu!
Kıbrıs sorununun görüşüldüğü Londra Konferansı’nın (1955) çıkmaza girdiği günlerde 6-7 Eylül olayları yaşandı. İstanbul’da Rum kökenli vatandaşların işyerleri ve evleri tahrip edildi. Olaylar diğer gayrimüslimlere de yöneldiği gibi, İzmir’e de yansıdı. Hükümetin Londra Konferansı’nda elini güçlendirmek ve kamuoyu desteğinin arkasında olduğunu konferans heyetine göstermek için tertiplediği bu organize olaylar tam bir felakete yol açtı. Hükümet de işin içinden çıkmak için olayın sorumlusu olarak komünistleri gösterdi. Yayınlanan Hükümet bildirisi şöyle idi:“Kıbrıs meselesi etrafında cereyan eden hadiseler dolayısıyla aylardan beri umumi efkarda hasıl olan şiddetli heyecana inzımamen Selanik’te aziz Atatürk’ün evine ve konsolosluğumuza karşı tertiplenen suikast, kısmen maksatlı ve haiane, kısmen de idrak ve şuurdan mahrum tahrikçilerin de tesiriyle büyük kitlelerin vücuda getirdikleri nümayiş hareketlerine sebep olmuş ve bu hal bilhassa İstanbul’da gecenin geç saatlerine kadar devam etmiştir. Bu esnada büyük ekseriyeti Rum vatandaşlarımıza ait olmak üzere dükkan ve mağazalara girilmek suretiyle büyük tahribat yapılmış olduğunu en derin teessür ve teessüflerimizle ifade etmek isteriz.
Denilebilir ki dün gece İstanbul ve memleket esas itibarıyla ağır bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır.
Bu şuursuz ve memleketin yüksek menfaatlerine kastedici hareket, bir kısım milli serveti yok etmekle beraber, bütün hakları Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun teminatı altında bulunan Türk vatandaşlarından bir kısmını da telafisi ağır zararlara uğratmış ve büyük bir felaket halini almış bulunuyor. Bu vatandaşlarımızın maruz kaldıkları zararları süratle telafi ve tazmin hiç şüphe yok ki, devletlik vasfın icaplarındandır. Ve bu icap yerine getirilecektir.
Bu hadiselerin şiddetle ihmal ettiği amme huzur ve asayişini yeniden ve derhal tesis için bütün gerekli tedbirler alınmış ve alınacaktır. Hadiselerin cereyanı sırasında en acil bir tedbir olmak üzere İstanbul ve İzmir’de fevkalade halin mevcudiyeti ilan edilmiş ve fakat, hükümet kuvvetlerinin vaziyete hakim olmaları üzerine kaldırılmıştır.
Maksatlı veya şuursuz tahriklerin de büyük tesiri bulunan bu çok acıklı hadisenin doğrudan doğruya alet ve failleriyle bunu tertip ve tahrik edenler mutlaka ve süratle cezalandırılacaklardır. Şimdiye kadar birçok tahrikçiler yakalanmış ve bunlar hakkında kanuni takibata başlanmıştır.
Şuur ve idrak sahibi, memleketin yüksek menfaatlerine hürmetle bağlı bütün vatandaşlarımızın hükümet icraatına yardımcı olmaları bugün en mühim vatan vazifesidir”.
6-7 Eylül olaylarından sonra -1 Kasım’a kadar tatile girmiş olan- TBMM, iktidarın çağrısı ile olağanüstü olarak toplandı. Olayların üzerinden henüz birkaç gün geçmiş olmasına rağmen İnönü, olayların arkasında DP ileri gelenlerinin olduğunu anlamıştı. Konuşmasında bunu açık bir şekilde ifade etmese de hissettirmekteydi. Masum vatandaşların canlarına, mallarına ve şereflerine yönelik yapılan saldırıları “milli bir felaket” olarak tanımlayan İnönü, “Cemiyet hareketlerinde taşkınlıklar çıkabilir, bunlar birtakım zararlara da meydan verebilirler. Ancak bu hareketler vatandaşı koruyan kanun kuvvetlerinin kudretli müdahalesi ile karşılanır. 6-7 Eylül hadiselerinin çok hazin tarafı tecavüz edenlerin coşkun hissiyatı ile kendini kaybetmişler halinde değil, adeta hiçbir mani karşısında bulunmayan, rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir” dedi. Bu sözleriyle de olayların arkasında iktidarın olduğunu ima etmekteydi. İnönü’nün iması bununla kalmadı:
“Hadiselerin her tarafı karanlıktır. Bu kadar tertipli ve teçhizatlı bir tecavüz ne vakitten beri, nasıl hazırlanmıştır? 6 Eylül saat öğleden sonra 5-6’dan itibaren vahim tabiatta tecavüzler serbestçe nasıl gelişiyor? Nihayet askeri kuvvetler, sivil idarenin talebi ile derhal yardıma gelebilirdi. Hadise yerleri de büyük askeri merkezlerdir”.
Hükümetin İstanbul ve İzmir’in yanı sıra Ankara’da da sıkıyönetim ilan etmesine itiraz eden İnönü, Ankara’da sıkıyönetime gerek olmadığını ve sıkıyönetimin bir an önce de kaldırılmasını istedi. Gerçekler ivedilikle ortaya çıkarılmalıydı:
“Hakikatlerin ne kadar acı, hatta ne kadar utandırıcı olsa bile olduğu gibi gösterilmesi büyük milletimize karşı temize çıkmanın tek çaresidir. Asil milletimize karşı şeref borcu ancak bu şekilde ödenebilecektir. Biz amme hizmetinin yolunda bulunan insanlar da ancak bu suretle vebalden kurtulabiliriz”.
İnönü, güvenliğin sağlanmasını ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istedikten sonra TBMM’nin dağılmayarak açık kalmasını da istedi. Çünkü görüşmeleri tamamladıktan sonra olağanüstü toplantıya çağırılan Meclis’in tekrar 1 Kasım’a kadar tatile girmesi söz konusuydu.
13 Eylül günü de 6-7 Eylül olaylarının konuşulduğu oturum devam etti. Tekrar söz alarak kürsüye gelen İnönü, ilk olarak Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün yaptığı konuşma sırasında deyim yerindeyse ağzından kaçırdığı sözlere dikkat çekti:
“Sayın Köprülü beyanatında, hadiseden haberimiz vardı, ne yapılacağını bilmiyorduk, dedi. Bu kaydolunacak bir keyfiyettir. Biz hiç haberleri olmadığını zannediyorduk bu bir.
İkincisi, tahkikat başlamıştır, bir kısmını biliyoruz ama söyleyemeyiz, dedi. Hakları vardır. İhtimal ki, elde ettikleri malumatı henüz Büyük Millet Meclisi’ne veya umumi efkara arzedecek zaman gelmemiştir”.
İnönü’ye göre, Başbakan Menderes’in de beyanatından olayların başından itibaren haberdar olduğu anlaşılmaktaydı. Tüm bu gelişmelerin ışığında TBMM de açık kalmalı ve gelişmeleri yakından izlemeliydi.
Sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından muhalefet partileri sıkıyönetim süresince propaganda faaliyetlerini durdurma kararı aldılar. Bu karar, sadece sıkıyönetimin ilan edildiği 3 il için değil, tüm ülke için geçerliydi.
İnönü, 19 Eylül 1955 tarihinde Ulus gazetesinde “Çetin İmtihan” adıyla 6-7 Eylül olaylarını ele alan bir yazı yazdı. Yazıya göre, 6-7 Eylül olaylarının çözmeye mecbur olduğumuz karanlık bir işti. Bu olaylarla Türkiye’nin iç ve dış politikası çok önemli bir döneme girdi. Olayların yarattığı etkiler henüz tam olarak kavranmamıştı. Türkiye bu etkilerden uzun yıllar kurtulamayacaktı. TBMM’nin Eylül ayı sonunda tekrar toplanmasını isteyen İnönü, “İktidar Grupunun bu mevzuu düşünmelerini isteriz. İcra Vekilleri sık sık değişiyor, Meclis murakabesi fiilen kesilmiştir. Örfi İdarenin temas ettiği mercilerin mütemadiyen değişmesi umumi dikkatten uzak kalamaz. Bugün Hükümet Büyük Meclis’e hesap vermek durumunda olarak ayrılmıştır” diye yazdı. İnönü’nün bu yazısından dolayı Ulus gazetesi sıkıyönetimce süresiz olarak ve bu yazıyı aktaran Hürriyet ve Tercüman gazeteleri de 15 gün süreyle kapatıldı.
29 Kasım tarihli DP Meclis Grubu toplantısı, DP Tarihi’nin en büyük Meclis Grubu ayaklanmasına tanık oldu. Bu toplantıda bütün bakanlar istifa ettirildi. Menderes, sadece şahsı için güvenoyu alabildi ve birçok kez kürsüye gelerek Meclis Grubu’nu okşayıcı konuşmalar yaptı. Bunlardan birinde şunları ifade etti:
“Arkadaşlar, ben Demokrat Partinin Genel Başkanı olduğum için partimizin prestiji bakımından istifa etmiyorum. Ancak, bunu yerimde kalmak istediğim manasında kabul etmemenizi rica ederim. Sizin vereceğiniz karara her zaman memnuniyetle boyun eğerim. Siz, Türk milletinin mukadderatına sahipsiniz. Her şeye muktedirsiniz. Kuvveti, asil milletimizden aldığınıza göre, burada yapamayacağınız şey, alamayacağınız hiçbir karar yoktur”.
Hükümet DP Meclis Grubu tarafından düşürülünce Bayar, hükümeti kurma görevini yeniden Menderes’e verdi. Hükümet Programı üzerine 16 Aralık’ta CHP adına TBMM’de konuşan İnönü, 6-7 Eylül olaylarına değindi ve Menderes’i eleştirdi:
“… 6-7 Eylül vukuatından vahim bir surette mesul olan Bay Adnan Menderes’in hükümetin başından ayrılması gerekir.
(…)
Üçüncü Adnan Menderes Hükümeti hakkında er geç Meclis tahkikatı açılması, zaruri ve mukadderdir. Bu vaziyette iken onun dördüncü kabinesini de teşkile memur edilmesi de bir talihsizliktir”.
Menderes’in kendisine cevap vermesi üzerine tekrar kürsüye gelen İnönü, Menderes’in yeniden hükümet kurmasını memleket menfaatlerine uygun bulmadıklarını söyledi. İnönü’ye göre iktisadi çöküntüden, demokratik rejimin gördüğü bütün zararlardan, 6-7 Eylül olaylarından ve dış politikadaki icraatlardan tamamıyla Menderes sorumluydu. 6-7 Eylül olaylarından belki DP suçlu değildi ama –Menderes dahil- Bakanlar Kurulu üyelerinden sorumlu olanlar vardı. DP Meclis Grubu da, tarih önünde Adnan Menderes’in bu olaylardaki sorumluluklarına ortak olmamalıydı. Ancak CHP, CMP ve Hürriyet Partisi’nin muhalefetine rağmen, Hükümet, DP milletvekillerinin oylarıyla güvenoyu aldı.
6-7 Eylül olayları sırasında görevde bulunan Başbakan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında tahkikat açılması için CHP milletvekillerinden Mehmet Hazer’in verdiği önerge, 13 Ocak 1956 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Oturum bir hayli tartışmalı geçti. Menderes’in birkaç kez kürsüye geldiği oturumda CHP adına Nüvit Yetkin, Hürriyet Partisi adına Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve CMP adına Osman Bölükbaşı konuştu. Yetkin konuşmasında olayların önceden organize edildiğine dair şunları söyledi:
“Hadisenin İstanbul ve İzmir’de bir anda başlaması, hadisenin içinde olanların nakil vasıtalarını bir anda bulabilmesi, tahrip için aletlerin hazır olması şüpheleri caliptir. Bu şüphelerin sebeplerinin bilinmesi lazımdır.
Rivayetlere göre, bir hafta evvel muhtarlardan bazı kimselerin hüviyetleri sorulmuştur. Hadise günü 5-10 ekip aynı zamanda harekete geçmişlerdir. (…)
Polis vakayı önlememiştir. (…)
İstanbul Valisi, ‘Halk şarj olmuştur, merak etmeyin, deşarj olacaktır’ diyor”.
Menderes ise, olaylarda hükümetin parmağı olmadığını, iddiaların devlete zarar verdiğini ileri sürerek, muhalefetin Menderes’i başbakanlıktan indirmek istediğini ileri sürdükten sonra “Fakat siz avucunuzu yalayın. Size o fırsatı vermeyeceğim” dedi. Yapılan oylamada, DP’lilerin oylarıyla önerge reddedildi.
1955 sonundaki DP Meclis Grubu’ndaki isyan neticesinde Menderes bakanlarını feda ederek kendini kurtarmıştı. Ayrıca DP Meclis Grubu’na antidemokratik kanunların değiştirilmesi gibi vaatlerde bulunmuştu. Ancak yeni hükümetin kurulması ve Meclis Grubu’nun desteğinin sağlanmasının ardından demokratikleşme konusu da tavsadı. Muhalefet partileri DP içerisindeki gelişmeleri sessizce ve bu konuda pek de yorum yapmadan izlediler.
DP iktidarı, kendi içerisindeki muhalefeti etkisiz hale getirdikten sonra tekrar otoriterleşme eğilimine yöneldi. Bu konudaki yasal düzenlemelerin TBMM gündemine gelmesi üzerine İnönü, 1 Haziran 1956 tarihli Ulus ve Dünya gazetelerine bir başmakale yazdı. Bu yazıyı iktidara gelenlerin otoriterleşme eğilimlerine ve ideallerinden uzaklaşmalarına dikkat çekerek, iktidarı destekleyenleri uyararak bitirdi:
“1908 meşrutiyet inkılâbını yapanlar, tarihimizin en temiz inkılâpçılarıydılar. 5-6 senede kendilerinden başka kimsede liyakat olmadığını sanır hale gelmişlerdir. (…)
İktidarı destekleyenleri uyandırmak isterim. Gidiş tehlikedir. Mesuliyetinizi biliniz”.
Kaynak: Hakkı Uyar, Yenilgiden Umuda, CHP Tarihi (1950-1960), (yayınlanmamış çalışmadan derlenmiştir).
İlk yayın yeri:https://www.egemeclisi.com/6-7-eylul-olaylari-dpnin-organizasyonuydu
FACEBOOK YORUMLAR