Halk Türküleri İzleğinde: Sobalarında Kuru Meşe mi Yanar Yürek mi? [1]
(Yanmak/Yakmak ve Ateş Kavramları Çerçevesinde Bir Deneme)[2]
0.Giriş
İnsanın beş duyusu içinde en önemlisini belirlemek için bir sıralama yapmak bilimsel olarak imkânsızdır. Çünkü her duyunun yerine getirdiği işlev, kendi alanı bakımından hayatidir. İnsanın evrendeki var oluşunu sürdürebilmesi ve dünya hayatını bir başkasının yardımı olmaksızın geçirebilmesi için bu beş duyunun her işlevinin yerine getirilmesi gereklidir. Görmek / duymak / tatmak, koku almak / koklamak, hissetmek /dokunmak duyularından birinin eksikliği, hayatın sürdürülmesi esnasında pek çok zorlukla karşılaşmak anlamına gelmektedir. Görmezse, yönünü tayin edemeyecek, nereye gideceğini bilemeyecek, evrenin ve içinde bulunduğu/yaşadığı yerlerin nitelik ve niceliğinin farkına olamayacak; tatmazsa yediğinin ne olduğunu bilemeyecek, faydalı mı zararlı mı olduğuna karar veremeyecek; koklamazsa yiyeceklerin vasıflarını anlayamayacak, iştah ve yeme isteği olmayacak, dokunmazsa eşya ve nesnenin sertliğini / yumuşaklığını, katılığını / esnekliğini, sıcaklığını / soğukluğunu bilemeyecektir. Bütün bu olumsuzluklar, hayatta kalmayı, hayata tutunmayı zor hale bazı durumlarda da imkânsız hale getirecektir. Bu bakımdan beş duyusundan birinden veya ikisinden mahrum insanlar hayatlarını çoğunlukla yakınlarının desteğiyle sürdürebilmektedir. Bu somut duyusuzluk veya beş duyudan mahrum olma hali dışında, insanın soyut olarak beş duyusuna dayanarak pek çok mahrumiyet hali, yakınma sebebi, olumsuzluklara dayanamama halleri ürettiği ve bunları da çoğunlukla sözün gücüne ve anlam aktarımlarına dayanarak yaptığı bilinmektedir.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiirinin “Gökyüzünün başka rengi de varmış!/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu / Su insanı boğar, ateş yakarmış / Her doğan günün bir dert olduğunu / İnsan bu yaşa gelince anlarmış/ Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar!/ Her yıl biraz daha benimsediğim” (Kaplan,1990:86-87). dizelerindeki taşın sertliği, suyun insanı boğması (göl, deniz, gölet), ateşin yakması; ayvanın sarı, narın kırmızı olması tamamen görme ve dokunma duyularıyla algılananların, bu somut algılayış basamağından metaforik bir kıvrıma dönerek hayatın zorlukları ve bu zorlukların anlaşılması için geçen sürenin vahametine işaret eder. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Dizesinde ise “görme” duyusunun salt ve somut görme eylemiyle fark edilen renklerin, bu eylemin dışına çıkılarak zihinde oluşan yeni kaygı ve endişelerle eşleştirilmesi, maviden laciverte, griden siyaha bütün renk tonlarının insanın kederini ve üzüntülerini yansıtabilecek bir bakışa dönüştüğünü göstermektedir. Bir noktada şairin dizelerinin aslında bir hayat dersi belki de hayatın özeti olduğu düşünülebilir. Bir çocuğun daha öğrenim yıllarının başında evinde ve okulunda öğrendiği beş duyunun somut işlevsel bilgileri, yaşanılan hayat süresince soyut anlamlara evrilecek, zorluklar taşın sertliğiyle, aşk acıları ve gönül yaraları ateşin yakıcılığıyla ifade edilmeye çalışılacaktır. Bu ifade biçimlerinin ortaya çıkabilmesi için anadilini konuşanların eğitimli veya eğitimsiz olması, duygularını yazıyla anlatma tecrübesi kazanıp kazanmaması gibi hususların hiçbir önemi kalmayacak; salt gerçeklik ve somut algılayışın insanın hayat karşısındaki tecrübelerini ifade etmesine yetecektir.
Beş duyu içinde insanın en hızlı algıladığı ve beyne acı sinyallerinin hemen gönderildiği duyu dokunma duyusudur. Bu, tene/deriye/cilde değen bir nesnenin, sıcaklık ve soğukluğun hemen hissedilmesidir. Yanma ve donma dışarıdan yani deriden içeriye, iç organlara doğru olur. Bilimsel verilere göre bir insanın herhangi bir yerindeki sıcaklık 44 dereceye ulaştığında derideki proteinlerin üç boyutlu yapısı bozulmaya başlar. Hücre zarında, sinirlerde ve organlardaki düzen, proteinlerin dağılması ve işlevsizleşmesi sebebiyle yıkılır. 60 dereceye ulaştığında artık hücreler ölür. Bunların ardından derinin iltihaplanması, su toplaması ve yanık hücrelerin temizlenmesi gibi tedavi süreçleri başlar. Derinin yanıkları bütün bir vücuda yayılmışsa ve tedavi hemen başlamamışsa bu, canlılığı sürdürememek anlamına gelir. Derinin yanması esnasında beyin bir savunma mekanizması oluşturarak aşırı hormon salgılamaya başlar ve katekolamin ve kortizol hormonlarının seviyesi artar; bu da yanmadan kurtulduktan sonra yıllar süren bir hiper metabolik problemlerle karşı karşıya kalınması anlamına gelir (https://evrimagaci.org/ . Görüldüğü gibi, beş duyu içinde somut acı ve hasar yönünden insana en çok zarar veren şey derinin yanmasıdır. İşte bu acı ve hasar nedeniyledir ki halk arasında ve halk türkülerinde sürekli olarak yan- ve yak- fiillerine dokunulmaktadır. Anadolu coğrafyasının pek çok yöresinde üretilen türkülerin dizelerinde yan-, yak- fiilleri pek çok kez kullanılmıştır. Ayrıca yanmanın temel kimyasal oluşturucusu ateş kelimesinin geçtiği pek çok dize de vardır.
I.Yanmak, Yakmak ve Ateş
Örneklere geçmeden önce tarihsel olarak yan-, yak- ve ateş kelimelerinin anlamlarına bakmak, dizelerin yorumunu yapmak bakımından yararlı olacaktır. Yan- ve yak- fiillerinin ve ateş adının köken bilgisi sorgulamasına ayrıntılı olarak girilmeyecektir; ama genel olarak bu kelimeler hakkındaki ortak görüşlere değinilecek, tarihsel süreçten günümüze kadar anlamlarının pek çok farklı kullanış özellikleri ile ayırt edici inceliklerle işlenmiş oldukları verilmeye çalışılacaktır.
I.1.Yanmak
Kȃşgarî’de yan- fiilinin anlamları yanmak anlamı dışında üç farklı biçimde verilmiştir: Geri dönmek; vazgeçmek, kusmak ve tehdit etmek (Ercilasun-Alkoyunlu, 2018:948). Yanıt ve yankı kelimelerinin geri dönmek ve vazgeçmek anlamlarına bağlı olarak oluştuğu bilinmektedir. Kusmak anlamının da geri dönmekle bir bağı olduğu görülmektedir. Ateş olarak yanmak ise iki nesnenin yakınlaşmasıyla ilgilidir. Yak-fiilinin anlamı ise “(bir yere) yanaşıp yaklaşmak; yaklaşmak; (zaman) yaklaşmak; yakı ile kapatmak, yakı yakmak; dokunmak ve yakmak biçiminde verilmiştir (Ercilasun-Alkoyunlu, 2018:943). Bu anlamlarda da temel olarak bir yakınlık söz konudur. Fiilin, acı veren ve ateşle meydana gelen bir eylemle oluşması dokunmak ve iki şeyin yakınlaştırılması manasıyla ilgilidir. Nitekim, ateşin oluşması iki yanıcı nesnenin birbirine dokunması ve sürtünmesi neticesindedir. Burada köken bilgisel olarak ortak bir ya- köküne gidilebilir elbette ve hem yan- hem de yak- fiilinin bu ortak ya- kökünden türediği ileriye sürülebilir. Ancak, konunun temelinde fiillerin soyut anlama bürünmeleri olduğu için bu yapısal değerlendirmeyi bu kadar bilgiyle tamamlamak gerekir. Yalnız bu kelimelerle ilgili yapılmış bir çalışmadan söz etmeden geçmeyelim: Atay, Belleten dergisinde 2006 yılında “Türkçede *Ya- (Parlamak) Kökü ve Türevleri” başlıklı yazısında *Ya- kökünden doğmuş bütün kardeş kelimeler uzak ya da yakın ortak anlamı devam ettirmektedirler. Elbette ki bu türevlerde Türk milletinin düşünce tarzı ve mantık sistemi önemli rol oynamaktadır der ve bu kökün türevlerinin zannedildiğinden çok olduğunu, Türk dilinin çeşitli devirlerinde lehçe ve ağızlarında y’li ve y’siz biçimlerinin görüldüğünü belirtir ve anlamlarına temas eder (2006:7-28).
Çağbayır, yan- fiilinin günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan anlamlarını tarihsel süreçten de yararlanarak “tutuşmak; ateş durumuna geçmek; alev alıp tutuşarak büyük zarar görmek, yanma sonucu yok olmak; ateş için alev saçmak, ısı ve ışık veren konuma geçmek, tutuşmak; ışık kaynağı için ışık vermek, ışık enerjisine dönüşerek tükenmek; vücut ya da organ için ateş ya da yüksek ısıdan etkilenmek; aşırı sıcaklıktan yara olmak, zarar görmek; parlamak, parıldamak” gibi otuza yakın anlam vermiştir (2007:5203). Son safhada ise yanıp tutuşmak fiilini de vermiş ve ayrıca madde başı yaptığı üçüncü yan- fiili için de “sevdalanmak, âşık olmak; candan içten üzülmek” anlamlarını vermiştir (2007:5204).
I.2.Yakmak
Meninski, yak- fiilinin karşısına ihrak. suhten biçimini Arap harfleriyle vermiş ve ykrak. suchten biçiminde Latin harfleriyle de okumuştur(2000:5547).Arapça olan ihrak , yakma yakılma anlamlarında, Farsça olan suhten yanmış, tutuşmuş, anlamındadır. Çağbayır suhten fiilini somut anlamda “yanmış, tutuşmuş yanık” olarak vermiş mecazi anlamda ise “bağrı yanık, kederli, kaybolmuş, harcanmış” anlamlarıyla göstermiştir (2017:1496). Kubbealtı Lügatinde yak-, “yanmasını sağlamak, tutuşturmak; ateşe vermek, ateşle yok etmek; ısı veya ateş etkisine maruz bırakıp hasar görmesine yanmasına sebep olmak; fazla ısıya maruz bırakarak kömürleşmesine, kavrulmasına sebep olmak” anlamlarıyla verilmiş ve bunlardan başka ona kadar anlam da sıralanmıştır (2008:3393). Çağbayır, yak- madde başını üç anlamlı olarak ayrı ayrı sıralamış; birinci yak- fiilini tarihsel metinlere dayanarak “sürmek, yağlamak, mesh etmek, kına yakmak, dokunmak, kendini ovmak”, ikinci yak- fiilini yā- kökünden getirerek “ateş oluşturmak, alev almasını sağlamak, tutuşturmak, ateşin etkisiyle yok etmek ya da zarar vermek, güçlü ısı etkisi ile birinin bedenini yaralamak, acı vermek”, üçüncü yak- fiilini de yine tarihsel metinlere dayanarak “yaklaşmak, hoşa gitmek, yakışmak, iz bırakmak, tesir etmek, isnatta bulunmak, türkü ve ağıt için bir duyguyu dile getirmek için beste yapmak, düzenlemek, söylemek” biçiminde anlamlandırmıştır (2007:5168). Gülensoy, yak- fiilini yanmasını sağlamak veya tutuşmasına yol açmak, tutuşturmak; ateşle yok etmek; ışık vemesini sağlamak; ısı etkisiyle bozmak; keskin, sert ve ısıtıcı bir duyum vermek; yanıyormuş gibi etki yapmak; (mec.) güçlü sevgi uyandırmak gibi anlamlarla birlikte (mec.) yıkma, zarara yol açmak, büyük bir zarara uğratmak, mahvetmek ve (türkü, ağıt vb. için) düzenlemek, bestelemek anlamlarıyla verir (2007:1033). Fiilin kökünü ise hipotetik bir *yā- köküne dayandırır ve kökün anlamını da “alevlendirmek, ışık saçmak, parlatmak, aydınlatmak” olarak verir, -k- ile genişlemiş biçimi de bütün Türk lehçelerindeki değişkeleriyle gösterir. Kökün ya-N-DIR-biçiminde genişlemiş olduğunu da belirtir (2007:1033-1034). Gülensoy, yalabık maddesinin kökeniyle ilgili bilgileri verdikten sonra da yine< *yā- köküne dayanarak ‘yanmak, parlamak, alevlenmek’ anlamlarını vererek bu kökten alev anlamına gelen +-l ekiyle genişlemiş yal sözüne işaret eder (2007:1040).
Yukarıdan beri verilen örneklerden de anlaşıldığı üzere, yan-, yak-, yal, yalın, yalabık, yaru-, yaruk, yaşuk ve şimşek anlamına gelen yaş sözleri Gülensoy’un da belirttiği gibi parlamak, ışıldamak, yanıcı olmak, ışık kaynağı olmak anlamlarına gelen *yā- köküne dayanmaktadır. Gerek sözlük gerekse makale ve kitap çalışmalarında ya- kökünün parlamak, ışık vermek, parıldamak anlamlarında kullanıldığı ve bu kökten türeyen adların ve fiillerin de bu anlamlar çerçevesinde genişlediğini göstermektedir. Kubbealtı Lügatinde benzer anlamlar verilmiş fakat iç maddelerde Yandım (Allah) biçimi örneklenmiştir. Bu örneğin, büyük bir sıkıntı veya acıyı ifade etmek için ve vuruldum manasında kullanıldığı belirtilmiştir (2008:3406).
I.3.Ateş
Ateş kelimesi Türkçe sözlüklerin çoğunda ilk ünlüsü uzun olmak üzere Farsça kabul edilmektedir (https://sozluk.gov.tr/; Çağbayır 2007, Kubbealtı 2008). Eren de sözlüğünde kelimeyi Farsça kabul etmiş ve “Farsça ātaş eski Türkçe od’un yerini almıştır” diyerek Türkçe olabilme ihtimalini dışlamıştır (2020:31). Ancak Gülensoy sözlüğünde bu kelimenin Türkçe olduğu görüşünü ortaya koymuştur. Açıklaması ise şöyledir: “ateş ‘Ateş’ < od ' a te ş ' ota - ısınmak , odun yakmak >Tü. otaş, ataş [> Fars. Ataş < atiş >Tü. ateş.]” Aslında Gülensoy’un bu açıklaması akla uygun görünmektedir. Çünkü Farsça’ya geçen Türkçe kelimeler daha sonra Farsça söyleyişleriyle Türkçeye yeniden girmiş ve bu kelimeler Farsça kökenli zannedilmiştir. Cihangir Kızılözen günümüzde Farsça kökenli kabul edilen bazı kelimelerin yazı öncesi Türkçeden Farsça’ya geçtiğini tanıklarla göstermiştir (2019:183-244).
II. Türküler
Boratav, türküyü “düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere (zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir ezgiyle koşularak söylenen şiirler” olarak tanımlar (2013:171). Elçin, türkü kavramıyla ilgili verdiği bilgilerde sözlü edebiyatta duyulan, söylenen veya görülen türkülerin atasözü, masallar, bilmeceler ve maniler gibi yaygın mahsuller olduğunu, Batı Türklerinin Türk kelimesinden doğan ve Türklere mahsus ezgi (melodi) anlamına gelen “türkü”yü kullandıklarını, bu kelimeden de icad etmek manasına gelen “türkü yakmak” deyiminin türediğini ifade etmiş ve türkülerin herkesin anlayabileceği ortak, sade ve tabii bir dille ve hece vezniyle yazılıp söylendiğini ama aruzla oluşmuş örnekleri olduğunu da belirtmiştir (1981:189). Elçin’in türkü konusunda söylediği hususların en önemlilerinden biri, bunların başlangıçta ferdî birer yaratma eseri oluşu; zaman ve muhite bağlı olarak da anonim hale gelişleridir (1981:189).
Türkülerin en önemli özelliği elbette musikili oluşlarıdır. Anadolu’nun ve Türkçe coğrafyasının hemen her yerinde icra edilen türkülerin bazen motif ve melodileri farklılaşmakta sözler ve dizeler aynı kalmakta, bazen de aynı musikiyle farklı sözler ve dizeler dile getirilmektedir. Türk insanının irfanı, hayat karşısındaki konumlanışı; zorluklar, mücadeleler, acı ve ıstırapların insan bünyesindeki etkileri; sevinç ve mutlulukların paylaşımı gibi insanı insan yapan bütün somut ve soyut izler türkülerde işlenmekte, geçmişten bugüne derin ve geniş bir çizgide devam etmektedir.
Yazının bundan sonraki paragraflarında yukarıda anlatılanlar çerçevesinde, halk türkülerinden tespit edilebilen yan- ve yak- fiillerinin ve ateş sözünün geçtiği dizeler, anlamsal bir yorumlamayla ele alınacak ve değerlendirme bu örnekler üzerinden yapılacaktır. Türkülerle ilgili kaynak olarak ise Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun Türk Halk Müziği repertuarında yer alan karma türküler esas alınmıştır.Yan-, yak- ve ateş kavramlarının geçtiği dizeler ve anlamsal olarak bu kavramlarla inşa edilen türküler aşağıdaki yörelere aittir:
Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Amasya, Ankara/Beypazarı, Ankara / Kalecik, Ardahan, Ardahan/Çıldır, Artvin, Aydın, Balıkesir / Erdek, Bayburt, Bilecik, Bolu, Burdur/Tefenni, Denizli/Tavas, Denizli/Çivril, Diyarbakır, Erzincan/Kemaliye(Eğin), Erzincan/Tercan, Eskişehir/Sivrihisar, Giresun, Hatay/Antakya, İçel/Silifke, İzmir/Bergama Kastamonu, Kastamonu/Cide, Kayseri/Bünyan, Kırklareli, Kocaeli/Kandıra, Konya/Seydişehir, Malatya, Manisa/Demirci, Muğla, Muğla/Bodrum, Nevşehir, Nevşehir/Avanos, Ordu, Rize/Çayeli, Rumeli/Manastır/Pirlepe Sivas, Tokat, Uşak/Eşme, Van, Van/Erciş, Yozgat/Boğazlıyan.
Dizeler örneklenirken anlamsal değerlendirmede coğrafyaya yönelik bir farklılık aranmadığı için bunların hangi yöreye ait olduğu bilgileri gösterilmemiştir. Ancak benzer kelime grupları ve söz kalıpları birbirinden çok uzak coğrafyalarda bile farklı tını ve motiflerle söylenen türkülerde yaşamaya devam etmektedir.
III. Dizelerde Yanmak
Yanmak fiili, türkülerin dizelerinde çoğunlukla mecazi anlamda ve metaforik olarak kullanılmaktadır. Ancak nesne ve eşya yanmak anlamında kullanıldığı da olmaktadır. Bunun en güzel örneği bu makaleye başlık olan Sobalarında kuru da meşe yanıyor/Mehmet Ağam da üşümüş de donuyor dizesidir. Burada, kış mevsiminin tam ortasında olunduğu soba ve sobada yanan meşe odunuyla anlaşılmakta ve Mehmet Ağa’ya gönderme yapılmaktadır. Türkünün yöreden derlenen ilk biçimi Zobalarında guru da meşe yanıyor efem/Yanıyor ya Memet ağam da üşümüş de donuyor şeklinde kayda geçmiştir. Daha sonra radyo ve diğer yayın organlarında Sobalarında kuru da meşe yanıyor/Mehmet Ağam da üşümüş de donuyor biçiminde notalı olarak söylenmeye başlamıştır. Bu arada ayrıca “sobada yanan kuru meşe”sıfat grubuna anlamsal olarak dikkat çekmek gerekir. Halk arasında verdiği ısı yönünden en kaliteli odun olarak meşe odunu bilinmekte ve bu odunun közü uzun süre dayanmaktadır. Meşe odununun, dağlardan getirilerek kış için kesilip istif edildiği de görülmektedir. Türküde, sobada yakılanın meşe odunu oluşunun vurgulanması, türküdeki kahraman Memmet Ağanın bu odunun ısısıyla çabucak ısınacağına ve oda ortamının oldukça sıcak oluşuna işaret etmektedir.
Yanmak fiilinin soyut olarak kullanıldığı dizelerde fiil, sevme eyleminde aşırılık hali, bu halden ve sevgisinden karşılık bulamamaktan dolayı çaresizliğe düşme anlamıyla kullanılmıştır. Türkülerdeki doğal akışta erkeğin kadına âşık olması ve sevmesi olağandır; bazen de kadın erkeğe âşık olur ve kadının dilinden yanmak ve çaresiz kalmak ifade edilir: Oğlan Men Men Men Men /Neden de Sen Yandım Ben/Ben Yanıyorum Aman/Men Men Mendili De/ Yandım da efeler yandım abalı da zeybeğe /yandım da dostlar yandım abalı da zeybeğe.Bu dizelerde birinci kişi ağzından yanmanın tamamlanmış hali olarak yandım ben, ben yanıyorum, biçimi görülmektedir. Nakarat olarak kullanılan oğlan sana yandım/ yar yandım/ben yandım / yar yandım imanım gibi kalıplaşmış ifadeler, sevgiliye tutkun olma, ulaşamama, sevileni eller alması gibi durumlarda otaya çıkan ifadelerdir. Bunların dışında yine halk arasında çok kullanılan yanıp kayır- birleşik fiili de türkülerde kullanılmakta ve başkalarını düşünmek yerine kendi sevdasını düşünmeyi kendisine öğütleme biçiminde görülmektedir. Yan- fiili, teklik birinci kişi ağzından görülen geçmiş zamanla kullanıldığında aşka düşme veya birine tutulma halinden ne kadar çok etkilenildiğinin habercisi olarak dizelerde karşımıza çıkar: Yandım Melikem/ Öldüm Melikem/ Yandım cilveli gızlar. Ayrıca, hareket halini ifade eden ve emir kipiyle söylenen yürü yürü üzerine yandım oy eklenmekte ve bu içinde bulunulan ruh haline gönderme yapmaktadır. Bu, gönderme çaresizlik psikolojisinin son safhası olarak algılanmaktadır.
Yine kendisiyle kuşları özdeşleştiren aşık Üç kuşuduk aman uçarıdık havada yandım/ Avcı da vurdu yandım yandım kavurdular kara gözlüm tavada/ Ne talihsiz aman kulumuşum dünyada yandım dizelerinde hem avcı ateşiyle somut bir yanmadan hem de aşk ateşiyle soyut bir yanmayı anlatmaktadır. Bir de sevgilinin, âşık olunan kızın kendisi değil, yüzündeki veya bedenindeki herhangi bir organ da yanmanın nesnesi olarak kullanılabilir. Yandım çatık kaşına dizesinde, aşığı etkileyen ve ilk bakışta yürekte iz bırakan çatık kaştır.
IV. Dizelerde Yakmak
Yak- fiili ise sevildiği tarafından yüreği ve gönlü yaralanan aşığın feryadı olarak karşımıza çıkar. Burada da çoğunlukla genç yaşta yakılmaktan söz edilir ah anneciğim vah anneciğim yaktın ya beni /bu genç yaşta denizlere attın ya beni. Veya sevdiği gelin tarafından allı gelin paçaların yaş gibi/ yaktın beni kara kara taş gibi dizelerinde olduğu gibi kara bir taş gibi yakılmayı ifade eder. Aslında bütün türkülerin bir hikayesi vardır ve bu hikayeler yörelere göre benzerlikler ve bazen de farklılıklar gösterir.
Yakmak fiili ayrıca yanıcı bir nesnenin yanmasını da ifade etmektedir: Yakmış kandili de /Bulmuş dengini de oğlan men men. Buna benzer dizeler halk türkülerinde pek çoktur. Elektriğin henüz olmadığı dönemlerde aydınlanma aygıtı olarak kandil, lamba, mum ve benzer araçlar kullanılmıştır. Kandili yakmak, mumu yakmak bazen asıl söylenmek istenen ve kastedilen anlama geçiş için de kullanılır. Burada somut olarak bir nesneyi yakmak söz konusudur. Ama sevilenin işmarları yüzünden sevgili ciğerinden de yakılır ve artık bu nesnenin yanması gibi görünse de soyut bir yakılmaya işaret eder: Senin o işmarların (yürü yürü yandım oy oy)/ Beni ciğerden yakar/Gülcan öldürdün meni.
Yine başkasına yar olmuş sevgiliye ağıt olarak Allı gelin paçaların yaş gibi /Yaktın beni kara kara taş gibi (de kara taş gibi) dizelerinde sevenin veya aşığın, sevgili tarafından kara taş gibi yakılması söz konusudur. Aslında burada kara taş gibi yakılmak eyleminde benzetilen nesnenin kara taş olması, yanma sonucunda taşın görüntüsüyle ilgilidir. Bu büyük ölçüde volkanik taşların veya kalıntıların çağrışımını yapmaktadır. Aşığın kendisini yakılma bakımından böyle kara taşlara benzetmesi, uzun bir sevda süreci geçirişine işaret etmekte ve nihayetinde ortada sadece işe yaramayan bir nesnenin kalışını çok etkili bir şekilde anlatmaktadır. Bunlardan başka, özellikle genç kızların istemedikleri birine verilmesi veya zorla evlendirilmeler yine yak- eylemiyle anlatılmaktadır. Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni/bu genç yaşta denizlere attın ya beni dizelerinde, genç kızın annesi tarafından yakılması, istemediği birine zorla verilmesidir.
Halk türkülerinde gençlik çağına, bu çağda başa gelenlere işaret eden pek çok söz kalıbı vardır. Çoğunlukla da gençlik çağı, en değerli nesne ve varlıklarla eşleştirilir. Gençlik mevsimi, açmış bir güle benzetilir ve tam da etrafa koku ve renk verilen bir çağda, aşık gül iken yakıldığını ifade eder: Köprünün altı diken (amman) / Yaktın beni gül iken (yavrum)/allah da seni yaksın (amman) / üç günlük gelin iken (yavrum); Entarisi pembeden / nikah oldu giymeden/dünyada yaktın beni / on beşine girmeden. Dizelerde görüldüğü gibi “gül iken” gençliğin en güzel çağı, henüz derilip toplanmamış ve başkasının olmamış çağıdır; on beş yaş da çocukluktan gençliğe adımın atıldığı ve hayatın toz pembe görüldüğü zamanlardır. Bu konuda bilim insanlarının insan beyniyle ilgili yaptığı araştırmaların sonuçlarına özet olarak değinmek yerinde olacaktır: Beyindeki nöronların hareketleri ve yerleşmeleri otuz yaşlarına kadar devam etmektedir. Bu da insanın olgunlaşması ve karakter olarak belirli özellikler veya yerleşiklikler kazanmasının bu yaşlara kadar sürdüğünü göstermektedir. Bundan dolayı halk arasında gençler için kullanılan başında kavak yelleri esmek ifadesi, aslında nöronların henüz tam olarak yerleşmediğine, hareketliliğinin devam ettiğine bir delildir (Greenfield, 2000:1-157).
Halk türkülerinde gençlik çağlarındaki isabetsiz evlenmelerin, sevgiliye kavuşamamanın en veciz ifadeleri yine yak- fiiliyle yapılır ve Di gel ağam di gel paşam /Yeter ağlatma beni di gel vardım di gel canım/Yaktın kül ettin beni dizelerinde yakıp kül et- biçimiyle çaresizliğin son noktasına nasıl varıldığını gösterir. Yakıp kül et- yapısının söz dizimi açısından bir değişkesi de başka bir türküde şöyledir: Entarisi pembeden (de) / yakışır mı giymeden / yaktın beni kül ettin (de)/on beşime değmeden. Görüldüğü gibi ilk örnekte Yaktın kül ettin beni, ikinci örnekte yaktın beni kül ettin biçiminde ben zamirinin yeri değişmiştir.
Aşağıdaki örnekte ise iki farklı yöreden hemen hemen aynı biçimde oluşan dizelerde yine gül iken yakılmak söz konusudur ancak yakılma vakti ilk örnekte üç günlük gelin iken, diğerinde ise üç yıllık gelin ikendir: Köprünün altı diken / Yaktın beni gül iken /Allah da seni yaksın / Üç günlük gelin iken; Köprünün altı diken/yaktın beni gül iken/Allah da seni yaksın / Üç yıllık gelin iken .Burada üç günlük veya üç yıllık bir gelinlik yani evlilik süresi geçirmiş olmak her hâlükârda erken bir zamana işaret etmektedir. Bu zamansal değişme, türkü derleyicilerinden kaynaklanabileceği gibi anonim kaynaklardaki tasarruflarla da bağlı olsa gerektir. Türkü dizelerinde üç günlük veya üç yıllık yanmak anlatılırken bir başka örnekte üç günlük gelin iken yakılmak kargış olarak kullanılmıştır:Meşelikde yavrum meşelikde /Yaktın beni gençlikde /Allah da seni yaksın / üç günlük gelinlikde. Bu örneklerden başka sevgilinin edasından ve nazından da aşık yine sevdiği tarafından yakıldığını düşünür: Ahdim olsun konuşmayım kızınan /Yaktı beni edayınan nazınan. Bazen de sevgilinin adıyla veya mahlasıyla ona seslenir aşık: Yaktın beni Suna can diyerek: Şükür rahm etmezsin benim özüme /aşkınla ateşler yaktın özüme hop tello can tello can tello / yaktın beni suna can.
Yak- fiilinin bulunduğu dizelerde yakan özneler, ormancı, gavurun kızı, güzel, yosma, sevdalım, kaymak kız, Türkmen kızı, zalim subaşı, zalimin kızı olarak adlandırılan öznelerdir. Yakılma vakti olarak da bu gece, üç günlük gelinken zarf grupları kullanılmıştır. Bunların dışında Yak- ve yan- fiillerinin olumsuzluk eki -mA ile genişlemiş biçimlerinin kullanımına dizelerde çok az rast gelinir. Bir dizede yan- fiilinin yerel söyleyişle 2.çokluk kişiye olumsuz emir çekimiyle seslenildiği görülmektedir: Sen gidersen benim yârim kim olsun/ Yanman da kızlar yanman benim yoluma.
V. Dizelerde Yakmak Yandırmak/Yandırmak Yakmak
Yan- fiilinin, -DIr ekiyle genişleyerek geçişli yapıyla tek başına kullanıldığı da görülür: Sen beni sevseydin arar bulurdun/Zülfünün telinden bağlar dururdun/
Madem ayrılıkmış senin muradın/Niçin beni ateşine yandırdın. Ancak yandır- fiilinin bu haliyle kullanıldığı dizeler azdır. Türkülerde yan- ve yak- fiillerinin tek başlarına çekimli olarak kullanıldığı örnekler dışında yak- yandır biçiminde anlam pekiştirmeli biçimde kullanıldığı görülür. Her iki fiile göre bu yapının kullanılması türkü coğrafyasında çok yaygın olmasa bile, anlam etkisi bakımından oldukça kuvvetlidir. Bu yapıyı sıralı fiil olarak kabul etmek gerekir. Türkü dizelerinde yak- ve yan- fiillerinin basit çekimli örneklerinden sonra böyle bir sıralı fiil olarak kullanılan yaktın yandırdın yapısının dizelerdeki kullanımı aşağıda verilecektir. Ancak bu kullanımları örneklemeden önce sıralı fiil kavramıyla ilgili Manisa Ağızları’nda yaptığım bir açıklamayı burada vermek istiyorum: “Sıralı fiiller, hareketin vuku buluşuna göre belli bir “ölçüde/sırada” dizilirler. Bu fiillerin kendi aralarında “başlama ve devam etme” açısından bir düzen söz konusudur (2017:474). Türkü dizelerinde de görüleceği gibi, yakınan, zulme uğrayan, sevmiş ama karşılığını alamamış özne, içinde bulunduğu bu hali ayrıntılı ve etkili bir şekilde verecek bir yapı seçer anadili ambarından. Burada, yak- fiili geçişsiz, yandır- fiili geçişlidir. Aynı anda hem geçişli hem de geçişsiz fiilin kullanılması anlam etkisi yönünden dinleyenin/okuyanın üzerinde oldukça derin bir iz bırakır. Şimdi örneklere bakabiliriz:
Uy amman yar amman / Yaktın yandırdın amman; Neredesin nerede/On yedi benlim nerede/Yaktın yandırdın beni/Sen düşürdün aman da bu derde; seni gidi mavilim seni / yaktın yandırdın beni /üç beş gün arasında/gül gibi soldurdun beni. Şu dizede yandır- ve yak- fiilleri yer değiştirmiştir: yandırdın yaktın beni / zalım aldattın beni.
VI. Dizelerde Ateş
Halk türkülerinde ateş sözünün geçtiği dizelerde, bazen aşka düşünce gönül, ateşten bir gömlek olur: maviler giymez idim (mavili mor) /gönüller bilmez idim/gönül ateşten gömlek (mavili mor) /bilseydim giymez idim. Yârin ateşine düşer seven: Ey Ferrahî yandım (yandım) yâr ateşine /Neler gelir gariplerin başına. Sevenin yüreğinde bir ateş vardır, sönmez: Çok uğraştım gönül senden geçmiyor/ciğerimde bir ateş var sönmüyor. Kalp, ateşe atılıp köz haline gelir: Düşmandan öcünü alıp/Vücut ruhsuz hissiz kalıp/Kalbimi ateşe salıp/Köz oldu duydun mu bülbül. Yine halk arasında yaygın olarak bilinen sözler, türkülerin dizeleri olmuştur: Aşkın ateşiyle dikilen dikiş/kıyamete kadar sökülmez imiş (aman). Sevilenin ateşi sineyi yakar: Sevdiğim seyrana çıkar/Ateşi sinemi yakar.Ayrılık ateşi cana düşer: Mezarım yol üstüne kazsınlar/Tasvirimi başucuma assınlar / Gelen geçen buna n’olmuş desinler/Ayrılık ateşi de düştü canıma. Ateş almak birleşik fiili tam olarak somut anlamda kullanılır: Attım tabancamı da ateş almadı/Fani dünya kimselere kalmadı. Sevgilinin bir an huri mi yoksa ateş mi olduğunun farkına varamayan aşık bilmem huri midir yoksa ki ateş (yakar baktığını nara gözlerin diye sorar. Yine ateş düş- fiili mecazi olarak kullanılmış Gar mı yağdı Kütahya'nın dağına (aman)/Ateş düştü ciğerimin (efem) bağına dizeleriyle ciğerinin bağına düşen ateş anlatılmıştır. Ciğerin bağı da en verimli, nefes almayı sağlayıcı en önemli hücreler olsa gerektir. Bunların dışında hem halk türkülerinde hem de bestelenen şarkılarda sıkça karşımıza çıkan aşk ateşi
tamlaması da bazen belirtili bazen de belirtisiz tamlama şeklinde kullanılır: Yatamadım gasavattan meraktan (vay)/Aşk ateşi çıkmaz oldu yürekten (vay); Yandım insaf eyle zâlim el aman hâlim yaman/Sönmez aşkın ateşi hiçbir zaman hiçbir zaman.Ateş sözü türkülerde nesne olarak da kullanılmaktadır: Ateş attım samana (da)/Bak dumana dumana Senin zalim ananı/Ben getirdim imana. Tarihsel metinlerde ateş anlamında kullanılan Türkçe od kelimesi de türkülerin dizelerinde ateşle birlikte kullanılmaya devam eder: Geldim ki sözü gandürem/Ciğerim ode yandürem / Geldim ateşin söndürem /Yar niçün dersin ki gelme.
Bunlardan başka birleşik fiil olarak ateş al- fiili de türkü dizelerinde zor durumda kalmak, çaresiz olmak, bir şeyler yapmaya çalışmak anlamlarında kullanılmaktadır: Ateş aldı elimi de kolumu /Devletin fermanı büktü benim de belimi/ Kim ağlatmış benim nazlı yârimi. Birkaç örnekte de ateş sözü “problem, dert, süregiden mesele” anlamında kullanılmıştır. Bunu örnekleyen dizeler şöyledir: Yezit nedir ne kızılbaş /Değil miyiz hep bir gardaş/Bizi yakar bizim ateş /Söndürmektir çaresi.
Bu dizelerden sonra anlamsal bazı bilgilere değinmek gerekir. Ateş, somut olan yakıcı olma, yanma ve yakma işlevlerinden başka, yanıcı birden fazla nesnenin de kimyasal bir eyleme girerek tutuşması, bu tutuşma neticesinde alevlerin ortaya çıkması olarak tanımlanabilecek bir sonucun da adıdır. Buradan hareketle denebilir ki ateş hemen görünen bir kimyasal olaydır. Çünkü havaya ihtiyacı vardır. Kapalı yerlerden sadece duman tüter; ateşin alevleri çıkmaz. İşte bu noktadan sonra da mecazi olarak ateş kavramı çerçevesinde pek çok anlam genişlemesi meydana gelmiştir. Âşık olan/seven ve böylece yanan yürekten de ateş çıkmaktadır ve bu ateşin görülmesi gerekmektedir başka gözlerce. Bu aynı zamanda yanmaktayken özgeler tarafından da görünür olmayı istemektir inceden inceye. Onun için söze asılmıştır ateş, yanmakla ilgili kimyasallar söze tutulmuştur. Hidrojen ve oksijen, sözle ateşe dönüşmüştür ve bu söz ateşinin duyulmasını ister yüreğinde yangın olan. Dışarıya çıkarsa oksijenle buluşursa sönmeye başlayacaktır çünkü. Bu noktada, evrensel bir bilgiyi de burada tekrar etmek isterim: Ateş, kâinatın yaratılışındaki dört unsur/elementten biridir. İslam kültüründe enasır-ı erbaa adıyla yaygınlaşmıştır. Toprak, su, hava ve ateş veya terra, aqua, aire, fuego. Ateş, hava olmadan oluşamaz; hava su olmadan, toprak hava ve su olmadan; su da hava olmadan. Bu dört unsur, bir yönüyle birbiriyle olmak mecburiyetindedir. Tıpkı, kalbin/yüreğin/gönlün aşksız sevgisiz olamayacağı; sevenin sevgilisiz kalamayacağı, genç kızların/delikanlıların gençlik çağlarında aşksız ve sevgisiz olamayacakları gibi.
Yukarıda, ateşin bir kimyasal olarak havaya ihtiyacı olduğunu ve yeterli hava olmadığı zaman dumanın tüttüğünü ifade ettiğimiz paragrafa benzer bir türkü dizesi vardır; onu da burada verelim: Ateşim yanmadan tütünüm tüter (ah)/İrem bahçasında bülbülller öter/(ey) Bana bir iş oldu ölümden beter (ah.) Görüldüğü üzere aşık/seven, içindeki aşkı henüz ilan etmemiş, etrafa duyurmamış yani içinde yanan bir ateş olduğunu dış dünyaya göstermemiştir; tam yanma haline, ateş olma haline varmadan dumanı tütmektedir. Bu da katlanılması zor bir durumdur aşık için. Başına gelen bu işin ölümden beter olduğunu da kendisi söylemektedir.
Aşığın ve sevenin yukarıdan beri yan-, yak-, yak- yandır-, yandır- yak biçimindeki fiillerle ve ateş sözüyle sevgiliye yönelişleri ve pek çok mecazi, istiareli ve metaforik ifadelerle kendilerini anlatmalarından başka birkaç dizede ana/oğul veya ana/evlat ilişkisini anlatan sözler de kullanılmıştır. Bunlardan birinde annenin ateş olup yanmasını anlatan türkünün dizeleri şöyledir: Askerim gideyirum da uğradım handan hana/Ateş oldi yanayi da bizi doğuran ana.
VII. Dizelerde Soba
Yukarıdan beri açıklana gelen bu üç söz dışında son olarak soba kelimesine de değinmek gerekir. Bu yazının başlığına ilham kaynağı olan türkü daha önce de ifade edildiği gibi “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem” idi. Soba sözü, türkülerde çoğunlukla somut anlamıyla kullanılmakta, sobanın üstünde kavrulan, sobanın içinde yanan nesnelerden söz edilmektedir. Bir de bazı durumlarda sobanın cinsinden ve nasıl yapıldığından de söz edildiği olur: Kestaneyi kavurdum soba üstünde / Kabuğunu soydurdum sofa üstünde; Sobacılar sobayı nasıl yaparlar / Şöyle yaparlar böyle yaparlar.
Bunların dışında soba sözüne karşılık bir Rumeli türküsünde koftor kelimesi kullanılmaktadır. Sözün geçtiği dize şöyledir: Hafızların odasında eski bir koftor/ Herkes kenara çekilir yetişir doktor. Koftor kelimesi Arnavutça’da soba anlamındadır.
VIII. Sonuç ve Değerlendirme
Halk türküleri izleğinde değerlendirilmeye çalışılan yak-, yan-, yandır- fiilleri ve ateş sözü, Türklerin özellikle Anadolu coğrafyasında bütün bir ömürleri boyunca çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa evrilen hayatlarında insan ilişkilerinde, evlilik ve sevgililik süreçlerinde başlarından geçen olayları anlatmak için kullandıkları en önemli kavramlar olmuştur. Bu kavramların bir yandan yapısal özellikleri ve göstergeleri bir yandan mecazi ve metaforik anlamları, onları hayat içerisindeki zorluk ve mücadeleyi anlatmaya elverişli sözler haline getirmiştir. Bu noktada şunu söylemek veya ileriye sürmek doğru olabilir: yak-, yan-, yandır- ve ateş sözlerinin yayıldığı coğrafyada soyut anlamlara evrilmesi, insanın sosyal bir varlık olarak karşı cinsten etkilenmesi, bu etkilenmenin çok istendiği halde hayat içindeki birçok maniden dolayı maddi veya somut olarak yakınlaşmayı getirmemesi, engeller sebebiyle sevilenden uzaklaşılması ve birbirine dokunacak yakınlaşacak iki varlığın/insanın, uzaklaştıktan sonraki ruh halinin bir yansıması neticesinde olmuştur. Böylece, yakın olunacakken uzak kalmak, taraflardan birinde başka bir yakınlığı, yürekte ve gönülde oluşan acıyı anlatmak üzere yak- ve yan- filleriyle anlatılabilmiştir.
Bütün bu örneklerden sonra şöyle bir konuya girmek isterim. Bize, aşığın/sevenin dilinden dökülen yan-, yak-, yandır, yan- yakıl- fiilleri aslında doğrudan insan biyolojisindeki değişime de işaret ediyor olabilir. Çünkü bilim insanlarının son yıllarda yaptığı araştırmalarda heyecan, korku, aşırı derecede bir davranışın ve sözün etkisi altında kalma durumunda vücuttaki kimyasalların değiştiği, hormonların ve diğer yapı maddelerinin farklı biçimlerde etkileşme girdiği ortaya konmuştur. Sevenin/aşığın yüreğinde hissettiği acı, yanma, ateşe atılma hissi hiç de soyut olmayabilir. Bunun elbette soyut yönleri de vardır ama karşılıksız ve çaresiz seven özne, içinde meydana gelen bu kimyasal ve metabolik değişmeleri de bu şekilde ifade edebilir. Günümüzde gelinen teknolojik bulgular noktasında, artık aşıklar, karşılığını bulmadan sevenler, sonsuz bir umutsuzluğa düşen delikanlılar/genç kızlar kalp ritimlerinden, kan kimyasallarının değişmesinden kendilerine ayna tutabilecekler belki de yanmayı ve yakılmayı artık çaresizlik olarak kabullenmeyeceklerdir. Ama her halükârda uzaklarda bir yerlerde sobada kuru meşeler yanarken, yüreklerde de aşk ateşi yanmaya devam edecektir. Aşk ateşi bazen yüreği, bazen ciğeri yakacak, yanmak ve yakmak hayatı devam ettiren bir ışık ve aydınlık olarak kalacaktır.
KAYNAKLAR
Atay, Ayten (2006). Türkçede *Ya- (Parlamak) Kökü ve Türevleri, Belleten Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, cilt:54, sayı:2, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Ayverdi, İlhan (2008). Misalli Büyük Türkçe Sözlük Kubbealtı Lugatı, Redaksiyon-Etimoloji: Ahmet Topaloğlu, Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, Kubbealtı Yayınları İstanbul.
Boratav, Pertev Naili (2013). 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Bilgesu Yayınları, Ankara.
Çağbayır, Yaşar (2007) Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Çağbayır, Yaşar (2017) Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Elçin, Şükrü (1981). Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Türk Halk Kültürü Eserleri Serisi, Ankara.
Ercilasun, Ahmet B.-Akkoyunlu, Ziyat (2014). Kaşgarlı Mahmud Divanu Lugati’t-Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Eren, Hasan (2020) Eren Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü (ETDES), Hazırlayan: Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Greenfield, Susan (2000) İnsan Beyni, Çevirmen: Burcu Çekmece, Varlık Yayınları, İstanbul.
Gülensoy, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
İlker, Ayşe (2017). Manisa Ağızları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Kaplan, Mehmet (1990). Cunhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Kültür eserleri Dizisi, Ankara.
Kızılözen, Cihangir (2019). Farsçada Türkçenin En Eski İzleri, Akçağ Yayınları, Ankara
Meninski, Franciscus à Mesgnien (2000). Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicae. Arabicae.Persicae, Türk Dilleri araştırmaları Dizisi, Yayımlayan: Mehmet Ölmez, Simurg Yayınları, İstanbul.
TRT Türk Halk Müziği Repertuarı Karma Türküler
GENEL AĞ KAYNAKLARI
(https://evrimagaci.org/bir-insanin-vucudu-yanarken-neler-olur-neler-hisseder
Güncel Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr/
(Yanmak/Yakmak ve Ateş Kavramları Çerçevesinde Bir Deneme)[2]
0.Giriş
İnsanın beş duyusu içinde en önemlisini belirlemek için bir sıralama yapmak bilimsel olarak imkânsızdır. Çünkü her duyunun yerine getirdiği işlev, kendi alanı bakımından hayatidir. İnsanın evrendeki var oluşunu sürdürebilmesi ve dünya hayatını bir başkasının yardımı olmaksızın geçirebilmesi için bu beş duyunun her işlevinin yerine getirilmesi gereklidir. Görmek / duymak / tatmak, koku almak / koklamak, hissetmek /dokunmak duyularından birinin eksikliği, hayatın sürdürülmesi esnasında pek çok zorlukla karşılaşmak anlamına gelmektedir. Görmezse, yönünü tayin edemeyecek, nereye gideceğini bilemeyecek, evrenin ve içinde bulunduğu/yaşadığı yerlerin nitelik ve niceliğinin farkına olamayacak; tatmazsa yediğinin ne olduğunu bilemeyecek, faydalı mı zararlı mı olduğuna karar veremeyecek; koklamazsa yiyeceklerin vasıflarını anlayamayacak, iştah ve yeme isteği olmayacak, dokunmazsa eşya ve nesnenin sertliğini / yumuşaklığını, katılığını / esnekliğini, sıcaklığını / soğukluğunu bilemeyecektir. Bütün bu olumsuzluklar, hayatta kalmayı, hayata tutunmayı zor hale bazı durumlarda da imkânsız hale getirecektir. Bu bakımdan beş duyusundan birinden veya ikisinden mahrum insanlar hayatlarını çoğunlukla yakınlarının desteğiyle sürdürebilmektedir. Bu somut duyusuzluk veya beş duyudan mahrum olma hali dışında, insanın soyut olarak beş duyusuna dayanarak pek çok mahrumiyet hali, yakınma sebebi, olumsuzluklara dayanamama halleri ürettiği ve bunları da çoğunlukla sözün gücüne ve anlam aktarımlarına dayanarak yaptığı bilinmektedir.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiirinin “Gökyüzünün başka rengi de varmış!/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu / Su insanı boğar, ateş yakarmış / Her doğan günün bir dert olduğunu / İnsan bu yaşa gelince anlarmış/ Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar!/ Her yıl biraz daha benimsediğim” (Kaplan,1990:86-87). dizelerindeki taşın sertliği, suyun insanı boğması (göl, deniz, gölet), ateşin yakması; ayvanın sarı, narın kırmızı olması tamamen görme ve dokunma duyularıyla algılananların, bu somut algılayış basamağından metaforik bir kıvrıma dönerek hayatın zorlukları ve bu zorlukların anlaşılması için geçen sürenin vahametine işaret eder. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Dizesinde ise “görme” duyusunun salt ve somut görme eylemiyle fark edilen renklerin, bu eylemin dışına çıkılarak zihinde oluşan yeni kaygı ve endişelerle eşleştirilmesi, maviden laciverte, griden siyaha bütün renk tonlarının insanın kederini ve üzüntülerini yansıtabilecek bir bakışa dönüştüğünü göstermektedir. Bir noktada şairin dizelerinin aslında bir hayat dersi belki de hayatın özeti olduğu düşünülebilir. Bir çocuğun daha öğrenim yıllarının başında evinde ve okulunda öğrendiği beş duyunun somut işlevsel bilgileri, yaşanılan hayat süresince soyut anlamlara evrilecek, zorluklar taşın sertliğiyle, aşk acıları ve gönül yaraları ateşin yakıcılığıyla ifade edilmeye çalışılacaktır. Bu ifade biçimlerinin ortaya çıkabilmesi için anadilini konuşanların eğitimli veya eğitimsiz olması, duygularını yazıyla anlatma tecrübesi kazanıp kazanmaması gibi hususların hiçbir önemi kalmayacak; salt gerçeklik ve somut algılayışın insanın hayat karşısındaki tecrübelerini ifade etmesine yetecektir.
Beş duyu içinde insanın en hızlı algıladığı ve beyne acı sinyallerinin hemen gönderildiği duyu dokunma duyusudur. Bu, tene/deriye/cilde değen bir nesnenin, sıcaklık ve soğukluğun hemen hissedilmesidir. Yanma ve donma dışarıdan yani deriden içeriye, iç organlara doğru olur. Bilimsel verilere göre bir insanın herhangi bir yerindeki sıcaklık 44 dereceye ulaştığında derideki proteinlerin üç boyutlu yapısı bozulmaya başlar. Hücre zarında, sinirlerde ve organlardaki düzen, proteinlerin dağılması ve işlevsizleşmesi sebebiyle yıkılır. 60 dereceye ulaştığında artık hücreler ölür. Bunların ardından derinin iltihaplanması, su toplaması ve yanık hücrelerin temizlenmesi gibi tedavi süreçleri başlar. Derinin yanıkları bütün bir vücuda yayılmışsa ve tedavi hemen başlamamışsa bu, canlılığı sürdürememek anlamına gelir. Derinin yanması esnasında beyin bir savunma mekanizması oluşturarak aşırı hormon salgılamaya başlar ve katekolamin ve kortizol hormonlarının seviyesi artar; bu da yanmadan kurtulduktan sonra yıllar süren bir hiper metabolik problemlerle karşı karşıya kalınması anlamına gelir (https://evrimagaci.org/ . Görüldüğü gibi, beş duyu içinde somut acı ve hasar yönünden insana en çok zarar veren şey derinin yanmasıdır. İşte bu acı ve hasar nedeniyledir ki halk arasında ve halk türkülerinde sürekli olarak yan- ve yak- fiillerine dokunulmaktadır. Anadolu coğrafyasının pek çok yöresinde üretilen türkülerin dizelerinde yan-, yak- fiilleri pek çok kez kullanılmıştır. Ayrıca yanmanın temel kimyasal oluşturucusu ateş kelimesinin geçtiği pek çok dize de vardır.
I.Yanmak, Yakmak ve Ateş
Örneklere geçmeden önce tarihsel olarak yan-, yak- ve ateş kelimelerinin anlamlarına bakmak, dizelerin yorumunu yapmak bakımından yararlı olacaktır. Yan- ve yak- fiillerinin ve ateş adının köken bilgisi sorgulamasına ayrıntılı olarak girilmeyecektir; ama genel olarak bu kelimeler hakkındaki ortak görüşlere değinilecek, tarihsel süreçten günümüze kadar anlamlarının pek çok farklı kullanış özellikleri ile ayırt edici inceliklerle işlenmiş oldukları verilmeye çalışılacaktır.
I.1.Yanmak
Kȃşgarî’de yan- fiilinin anlamları yanmak anlamı dışında üç farklı biçimde verilmiştir: Geri dönmek; vazgeçmek, kusmak ve tehdit etmek (Ercilasun-Alkoyunlu, 2018:948). Yanıt ve yankı kelimelerinin geri dönmek ve vazgeçmek anlamlarına bağlı olarak oluştuğu bilinmektedir. Kusmak anlamının da geri dönmekle bir bağı olduğu görülmektedir. Ateş olarak yanmak ise iki nesnenin yakınlaşmasıyla ilgilidir. Yak-fiilinin anlamı ise “(bir yere) yanaşıp yaklaşmak; yaklaşmak; (zaman) yaklaşmak; yakı ile kapatmak, yakı yakmak; dokunmak ve yakmak biçiminde verilmiştir (Ercilasun-Alkoyunlu, 2018:943). Bu anlamlarda da temel olarak bir yakınlık söz konudur. Fiilin, acı veren ve ateşle meydana gelen bir eylemle oluşması dokunmak ve iki şeyin yakınlaştırılması manasıyla ilgilidir. Nitekim, ateşin oluşması iki yanıcı nesnenin birbirine dokunması ve sürtünmesi neticesindedir. Burada köken bilgisel olarak ortak bir ya- köküne gidilebilir elbette ve hem yan- hem de yak- fiilinin bu ortak ya- kökünden türediği ileriye sürülebilir. Ancak, konunun temelinde fiillerin soyut anlama bürünmeleri olduğu için bu yapısal değerlendirmeyi bu kadar bilgiyle tamamlamak gerekir. Yalnız bu kelimelerle ilgili yapılmış bir çalışmadan söz etmeden geçmeyelim: Atay, Belleten dergisinde 2006 yılında “Türkçede *Ya- (Parlamak) Kökü ve Türevleri” başlıklı yazısında *Ya- kökünden doğmuş bütün kardeş kelimeler uzak ya da yakın ortak anlamı devam ettirmektedirler. Elbette ki bu türevlerde Türk milletinin düşünce tarzı ve mantık sistemi önemli rol oynamaktadır der ve bu kökün türevlerinin zannedildiğinden çok olduğunu, Türk dilinin çeşitli devirlerinde lehçe ve ağızlarında y’li ve y’siz biçimlerinin görüldüğünü belirtir ve anlamlarına temas eder (2006:7-28).
Çağbayır, yan- fiilinin günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan anlamlarını tarihsel süreçten de yararlanarak “tutuşmak; ateş durumuna geçmek; alev alıp tutuşarak büyük zarar görmek, yanma sonucu yok olmak; ateş için alev saçmak, ısı ve ışık veren konuma geçmek, tutuşmak; ışık kaynağı için ışık vermek, ışık enerjisine dönüşerek tükenmek; vücut ya da organ için ateş ya da yüksek ısıdan etkilenmek; aşırı sıcaklıktan yara olmak, zarar görmek; parlamak, parıldamak” gibi otuza yakın anlam vermiştir (2007:5203). Son safhada ise yanıp tutuşmak fiilini de vermiş ve ayrıca madde başı yaptığı üçüncü yan- fiili için de “sevdalanmak, âşık olmak; candan içten üzülmek” anlamlarını vermiştir (2007:5204).
I.2.Yakmak
Meninski, yak- fiilinin karşısına ihrak. suhten biçimini Arap harfleriyle vermiş ve ykrak. suchten biçiminde Latin harfleriyle de okumuştur(2000:5547).Arapça olan ihrak , yakma yakılma anlamlarında, Farsça olan suhten yanmış, tutuşmuş, anlamındadır. Çağbayır suhten fiilini somut anlamda “yanmış, tutuşmuş yanık” olarak vermiş mecazi anlamda ise “bağrı yanık, kederli, kaybolmuş, harcanmış” anlamlarıyla göstermiştir (2017:1496). Kubbealtı Lügatinde yak-, “yanmasını sağlamak, tutuşturmak; ateşe vermek, ateşle yok etmek; ısı veya ateş etkisine maruz bırakıp hasar görmesine yanmasına sebep olmak; fazla ısıya maruz bırakarak kömürleşmesine, kavrulmasına sebep olmak” anlamlarıyla verilmiş ve bunlardan başka ona kadar anlam da sıralanmıştır (2008:3393). Çağbayır, yak- madde başını üç anlamlı olarak ayrı ayrı sıralamış; birinci yak- fiilini tarihsel metinlere dayanarak “sürmek, yağlamak, mesh etmek, kına yakmak, dokunmak, kendini ovmak”, ikinci yak- fiilini yā- kökünden getirerek “ateş oluşturmak, alev almasını sağlamak, tutuşturmak, ateşin etkisiyle yok etmek ya da zarar vermek, güçlü ısı etkisi ile birinin bedenini yaralamak, acı vermek”, üçüncü yak- fiilini de yine tarihsel metinlere dayanarak “yaklaşmak, hoşa gitmek, yakışmak, iz bırakmak, tesir etmek, isnatta bulunmak, türkü ve ağıt için bir duyguyu dile getirmek için beste yapmak, düzenlemek, söylemek” biçiminde anlamlandırmıştır (2007:5168). Gülensoy, yak- fiilini yanmasını sağlamak veya tutuşmasına yol açmak, tutuşturmak; ateşle yok etmek; ışık vemesini sağlamak; ısı etkisiyle bozmak; keskin, sert ve ısıtıcı bir duyum vermek; yanıyormuş gibi etki yapmak; (mec.) güçlü sevgi uyandırmak gibi anlamlarla birlikte (mec.) yıkma, zarara yol açmak, büyük bir zarara uğratmak, mahvetmek ve (türkü, ağıt vb. için) düzenlemek, bestelemek anlamlarıyla verir (2007:1033). Fiilin kökünü ise hipotetik bir *yā- köküne dayandırır ve kökün anlamını da “alevlendirmek, ışık saçmak, parlatmak, aydınlatmak” olarak verir, -k- ile genişlemiş biçimi de bütün Türk lehçelerindeki değişkeleriyle gösterir. Kökün ya-N-DIR-biçiminde genişlemiş olduğunu da belirtir (2007:1033-1034). Gülensoy, yalabık maddesinin kökeniyle ilgili bilgileri verdikten sonra da yine
Yukarıdan beri verilen örneklerden de anlaşıldığı üzere, yan-, yak-, yal, yalın, yalabık, yaru-, yaruk, yaşuk ve şimşek anlamına gelen yaş sözleri Gülensoy’un da belirttiği gibi parlamak, ışıldamak, yanıcı olmak, ışık kaynağı olmak anlamlarına gelen *yā- köküne dayanmaktadır. Gerek sözlük gerekse makale ve kitap çalışmalarında ya- kökünün parlamak, ışık vermek, parıldamak anlamlarında kullanıldığı ve bu kökten türeyen adların ve fiillerin de bu anlamlar çerçevesinde genişlediğini göstermektedir. Kubbealtı Lügatinde benzer anlamlar verilmiş fakat iç maddelerde Yandım (Allah) biçimi örneklenmiştir. Bu örneğin, büyük bir sıkıntı veya acıyı ifade etmek için ve vuruldum manasında kullanıldığı belirtilmiştir (2008:3406).
I.3.Ateş
Ateş kelimesi Türkçe sözlüklerin çoğunda ilk ünlüsü uzun olmak üzere Farsça kabul edilmektedir (https://sozluk.gov.tr/; Çağbayır 2007, Kubbealtı 2008). Eren de sözlüğünde kelimeyi Farsça kabul etmiş ve “Farsça ātaş eski Türkçe od’un yerini almıştır” diyerek Türkçe olabilme ihtimalini dışlamıştır (2020:31). Ancak Gülensoy sözlüğünde bu kelimenin Türkçe olduğu görüşünü ortaya koymuştur. Açıklaması ise şöyledir: “ateş ‘Ateş’
II. Türküler
Boratav, türküyü “düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere (zenginleşmelere, bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir ezgiyle koşularak söylenen şiirler” olarak tanımlar (2013:171). Elçin, türkü kavramıyla ilgili verdiği bilgilerde sözlü edebiyatta duyulan, söylenen veya görülen türkülerin atasözü, masallar, bilmeceler ve maniler gibi yaygın mahsuller olduğunu, Batı Türklerinin Türk kelimesinden doğan ve Türklere mahsus ezgi (melodi) anlamına gelen “türkü”yü kullandıklarını, bu kelimeden de icad etmek manasına gelen “türkü yakmak” deyiminin türediğini ifade etmiş ve türkülerin herkesin anlayabileceği ortak, sade ve tabii bir dille ve hece vezniyle yazılıp söylendiğini ama aruzla oluşmuş örnekleri olduğunu da belirtmiştir (1981:189). Elçin’in türkü konusunda söylediği hususların en önemlilerinden biri, bunların başlangıçta ferdî birer yaratma eseri oluşu; zaman ve muhite bağlı olarak da anonim hale gelişleridir (1981:189).
Türkülerin en önemli özelliği elbette musikili oluşlarıdır. Anadolu’nun ve Türkçe coğrafyasının hemen her yerinde icra edilen türkülerin bazen motif ve melodileri farklılaşmakta sözler ve dizeler aynı kalmakta, bazen de aynı musikiyle farklı sözler ve dizeler dile getirilmektedir. Türk insanının irfanı, hayat karşısındaki konumlanışı; zorluklar, mücadeleler, acı ve ıstırapların insan bünyesindeki etkileri; sevinç ve mutlulukların paylaşımı gibi insanı insan yapan bütün somut ve soyut izler türkülerde işlenmekte, geçmişten bugüne derin ve geniş bir çizgide devam etmektedir.
Yazının bundan sonraki paragraflarında yukarıda anlatılanlar çerçevesinde, halk türkülerinden tespit edilebilen yan- ve yak- fiillerinin ve ateş sözünün geçtiği dizeler, anlamsal bir yorumlamayla ele alınacak ve değerlendirme bu örnekler üzerinden yapılacaktır. Türkülerle ilgili kaynak olarak ise Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun Türk Halk Müziği repertuarında yer alan karma türküler esas alınmıştır.Yan-, yak- ve ateş kavramlarının geçtiği dizeler ve anlamsal olarak bu kavramlarla inşa edilen türküler aşağıdaki yörelere aittir:
Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Amasya, Ankara/Beypazarı, Ankara / Kalecik, Ardahan, Ardahan/Çıldır, Artvin, Aydın, Balıkesir / Erdek, Bayburt, Bilecik, Bolu, Burdur/Tefenni, Denizli/Tavas, Denizli/Çivril, Diyarbakır, Erzincan/Kemaliye(Eğin), Erzincan/Tercan, Eskişehir/Sivrihisar, Giresun, Hatay/Antakya, İçel/Silifke, İzmir/Bergama Kastamonu, Kastamonu/Cide, Kayseri/Bünyan, Kırklareli, Kocaeli/Kandıra, Konya/Seydişehir, Malatya, Manisa/Demirci, Muğla, Muğla/Bodrum, Nevşehir, Nevşehir/Avanos, Ordu, Rize/Çayeli, Rumeli/Manastır/Pirlepe Sivas, Tokat, Uşak/Eşme, Van, Van/Erciş, Yozgat/Boğazlıyan.
Dizeler örneklenirken anlamsal değerlendirmede coğrafyaya yönelik bir farklılık aranmadığı için bunların hangi yöreye ait olduğu bilgileri gösterilmemiştir. Ancak benzer kelime grupları ve söz kalıpları birbirinden çok uzak coğrafyalarda bile farklı tını ve motiflerle söylenen türkülerde yaşamaya devam etmektedir.
III. Dizelerde Yanmak
Yanmak fiili, türkülerin dizelerinde çoğunlukla mecazi anlamda ve metaforik olarak kullanılmaktadır. Ancak nesne ve eşya yanmak anlamında kullanıldığı da olmaktadır. Bunun en güzel örneği bu makaleye başlık olan Sobalarında kuru da meşe yanıyor/Mehmet Ağam da üşümüş de donuyor dizesidir. Burada, kış mevsiminin tam ortasında olunduğu soba ve sobada yanan meşe odunuyla anlaşılmakta ve Mehmet Ağa’ya gönderme yapılmaktadır. Türkünün yöreden derlenen ilk biçimi Zobalarında guru da meşe yanıyor efem/Yanıyor ya Memet ağam da üşümüş de donuyor şeklinde kayda geçmiştir. Daha sonra radyo ve diğer yayın organlarında Sobalarında kuru da meşe yanıyor/Mehmet Ağam da üşümüş de donuyor biçiminde notalı olarak söylenmeye başlamıştır. Bu arada ayrıca “sobada yanan kuru meşe”sıfat grubuna anlamsal olarak dikkat çekmek gerekir. Halk arasında verdiği ısı yönünden en kaliteli odun olarak meşe odunu bilinmekte ve bu odunun közü uzun süre dayanmaktadır. Meşe odununun, dağlardan getirilerek kış için kesilip istif edildiği de görülmektedir. Türküde, sobada yakılanın meşe odunu oluşunun vurgulanması, türküdeki kahraman Memmet Ağanın bu odunun ısısıyla çabucak ısınacağına ve oda ortamının oldukça sıcak oluşuna işaret etmektedir.
Yanmak fiilinin soyut olarak kullanıldığı dizelerde fiil, sevme eyleminde aşırılık hali, bu halden ve sevgisinden karşılık bulamamaktan dolayı çaresizliğe düşme anlamıyla kullanılmıştır. Türkülerdeki doğal akışta erkeğin kadına âşık olması ve sevmesi olağandır; bazen de kadın erkeğe âşık olur ve kadının dilinden yanmak ve çaresiz kalmak ifade edilir: Oğlan Men Men Men Men /Neden de Sen Yandım Ben/Ben Yanıyorum Aman/Men Men Mendili De/ Yandım da efeler yandım abalı da zeybeğe /yandım da dostlar yandım abalı da zeybeğe.Bu dizelerde birinci kişi ağzından yanmanın tamamlanmış hali olarak yandım ben, ben yanıyorum, biçimi görülmektedir. Nakarat olarak kullanılan oğlan sana yandım/ yar yandım/ben yandım / yar yandım imanım gibi kalıplaşmış ifadeler, sevgiliye tutkun olma, ulaşamama, sevileni eller alması gibi durumlarda otaya çıkan ifadelerdir. Bunların dışında yine halk arasında çok kullanılan yanıp kayır- birleşik fiili de türkülerde kullanılmakta ve başkalarını düşünmek yerine kendi sevdasını düşünmeyi kendisine öğütleme biçiminde görülmektedir. Yan- fiili, teklik birinci kişi ağzından görülen geçmiş zamanla kullanıldığında aşka düşme veya birine tutulma halinden ne kadar çok etkilenildiğinin habercisi olarak dizelerde karşımıza çıkar: Yandım Melikem/ Öldüm Melikem/ Yandım cilveli gızlar. Ayrıca, hareket halini ifade eden ve emir kipiyle söylenen yürü yürü üzerine yandım oy eklenmekte ve bu içinde bulunulan ruh haline gönderme yapmaktadır. Bu, gönderme çaresizlik psikolojisinin son safhası olarak algılanmaktadır.
Yine kendisiyle kuşları özdeşleştiren aşık Üç kuşuduk aman uçarıdık havada yandım/ Avcı da vurdu yandım yandım kavurdular kara gözlüm tavada/ Ne talihsiz aman kulumuşum dünyada yandım dizelerinde hem avcı ateşiyle somut bir yanmadan hem de aşk ateşiyle soyut bir yanmayı anlatmaktadır. Bir de sevgilinin, âşık olunan kızın kendisi değil, yüzündeki veya bedenindeki herhangi bir organ da yanmanın nesnesi olarak kullanılabilir. Yandım çatık kaşına dizesinde, aşığı etkileyen ve ilk bakışta yürekte iz bırakan çatık kaştır.
IV. Dizelerde Yakmak
Yak- fiili ise sevildiği tarafından yüreği ve gönlü yaralanan aşığın feryadı olarak karşımıza çıkar. Burada da çoğunlukla genç yaşta yakılmaktan söz edilir ah anneciğim vah anneciğim yaktın ya beni /bu genç yaşta denizlere attın ya beni. Veya sevdiği gelin tarafından allı gelin paçaların yaş gibi/ yaktın beni kara kara taş gibi dizelerinde olduğu gibi kara bir taş gibi yakılmayı ifade eder. Aslında bütün türkülerin bir hikayesi vardır ve bu hikayeler yörelere göre benzerlikler ve bazen de farklılıklar gösterir.
Yakmak fiili ayrıca yanıcı bir nesnenin yanmasını da ifade etmektedir: Yakmış kandili de /Bulmuş dengini de oğlan men men. Buna benzer dizeler halk türkülerinde pek çoktur. Elektriğin henüz olmadığı dönemlerde aydınlanma aygıtı olarak kandil, lamba, mum ve benzer araçlar kullanılmıştır. Kandili yakmak, mumu yakmak bazen asıl söylenmek istenen ve kastedilen anlama geçiş için de kullanılır. Burada somut olarak bir nesneyi yakmak söz konusudur. Ama sevilenin işmarları yüzünden sevgili ciğerinden de yakılır ve artık bu nesnenin yanması gibi görünse de soyut bir yakılmaya işaret eder: Senin o işmarların (yürü yürü yandım oy oy)/ Beni ciğerden yakar/Gülcan öldürdün meni.
Yine başkasına yar olmuş sevgiliye ağıt olarak Allı gelin paçaların yaş gibi /Yaktın beni kara kara taş gibi (de kara taş gibi) dizelerinde sevenin veya aşığın, sevgili tarafından kara taş gibi yakılması söz konusudur. Aslında burada kara taş gibi yakılmak eyleminde benzetilen nesnenin kara taş olması, yanma sonucunda taşın görüntüsüyle ilgilidir. Bu büyük ölçüde volkanik taşların veya kalıntıların çağrışımını yapmaktadır. Aşığın kendisini yakılma bakımından böyle kara taşlara benzetmesi, uzun bir sevda süreci geçirişine işaret etmekte ve nihayetinde ortada sadece işe yaramayan bir nesnenin kalışını çok etkili bir şekilde anlatmaktadır. Bunlardan başka, özellikle genç kızların istemedikleri birine verilmesi veya zorla evlendirilmeler yine yak- eylemiyle anlatılmaktadır. Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni/bu genç yaşta denizlere attın ya beni dizelerinde, genç kızın annesi tarafından yakılması, istemediği birine zorla verilmesidir.
Halk türkülerinde gençlik çağına, bu çağda başa gelenlere işaret eden pek çok söz kalıbı vardır. Çoğunlukla da gençlik çağı, en değerli nesne ve varlıklarla eşleştirilir. Gençlik mevsimi, açmış bir güle benzetilir ve tam da etrafa koku ve renk verilen bir çağda, aşık gül iken yakıldığını ifade eder: Köprünün altı diken (amman) / Yaktın beni gül iken (yavrum)/allah da seni yaksın (amman) / üç günlük gelin iken (yavrum); Entarisi pembeden / nikah oldu giymeden/dünyada yaktın beni / on beşine girmeden. Dizelerde görüldüğü gibi “gül iken” gençliğin en güzel çağı, henüz derilip toplanmamış ve başkasının olmamış çağıdır; on beş yaş da çocukluktan gençliğe adımın atıldığı ve hayatın toz pembe görüldüğü zamanlardır. Bu konuda bilim insanlarının insan beyniyle ilgili yaptığı araştırmaların sonuçlarına özet olarak değinmek yerinde olacaktır: Beyindeki nöronların hareketleri ve yerleşmeleri otuz yaşlarına kadar devam etmektedir. Bu da insanın olgunlaşması ve karakter olarak belirli özellikler veya yerleşiklikler kazanmasının bu yaşlara kadar sürdüğünü göstermektedir. Bundan dolayı halk arasında gençler için kullanılan başında kavak yelleri esmek ifadesi, aslında nöronların henüz tam olarak yerleşmediğine, hareketliliğinin devam ettiğine bir delildir (Greenfield, 2000:1-157).
Halk türkülerinde gençlik çağlarındaki isabetsiz evlenmelerin, sevgiliye kavuşamamanın en veciz ifadeleri yine yak- fiiliyle yapılır ve Di gel ağam di gel paşam /Yeter ağlatma beni di gel vardım di gel canım/Yaktın kül ettin beni dizelerinde yakıp kül et- biçimiyle çaresizliğin son noktasına nasıl varıldığını gösterir. Yakıp kül et- yapısının söz dizimi açısından bir değişkesi de başka bir türküde şöyledir: Entarisi pembeden (de) / yakışır mı giymeden / yaktın beni kül ettin (de)/on beşime değmeden. Görüldüğü gibi ilk örnekte Yaktın kül ettin beni, ikinci örnekte yaktın beni kül ettin biçiminde ben zamirinin yeri değişmiştir.
Aşağıdaki örnekte ise iki farklı yöreden hemen hemen aynı biçimde oluşan dizelerde yine gül iken yakılmak söz konusudur ancak yakılma vakti ilk örnekte üç günlük gelin iken, diğerinde ise üç yıllık gelin ikendir: Köprünün altı diken / Yaktın beni gül iken /Allah da seni yaksın / Üç günlük gelin iken; Köprünün altı diken/yaktın beni gül iken/Allah da seni yaksın / Üç yıllık gelin iken .Burada üç günlük veya üç yıllık bir gelinlik yani evlilik süresi geçirmiş olmak her hâlükârda erken bir zamana işaret etmektedir. Bu zamansal değişme, türkü derleyicilerinden kaynaklanabileceği gibi anonim kaynaklardaki tasarruflarla da bağlı olsa gerektir. Türkü dizelerinde üç günlük veya üç yıllık yanmak anlatılırken bir başka örnekte üç günlük gelin iken yakılmak kargış olarak kullanılmıştır:Meşelikde yavrum meşelikde /Yaktın beni gençlikde /Allah da seni yaksın / üç günlük gelinlikde. Bu örneklerden başka sevgilinin edasından ve nazından da aşık yine sevdiği tarafından yakıldığını düşünür: Ahdim olsun konuşmayım kızınan /Yaktı beni edayınan nazınan. Bazen de sevgilinin adıyla veya mahlasıyla ona seslenir aşık: Yaktın beni Suna can diyerek: Şükür rahm etmezsin benim özüme /aşkınla ateşler yaktın özüme hop tello can tello can tello / yaktın beni suna can.
Yak- fiilinin bulunduğu dizelerde yakan özneler, ormancı, gavurun kızı, güzel, yosma, sevdalım, kaymak kız, Türkmen kızı, zalim subaşı, zalimin kızı olarak adlandırılan öznelerdir. Yakılma vakti olarak da bu gece, üç günlük gelinken zarf grupları kullanılmıştır. Bunların dışında Yak- ve yan- fiillerinin olumsuzluk eki -mA ile genişlemiş biçimlerinin kullanımına dizelerde çok az rast gelinir. Bir dizede yan- fiilinin yerel söyleyişle 2.çokluk kişiye olumsuz emir çekimiyle seslenildiği görülmektedir: Sen gidersen benim yârim kim olsun/ Yanman da kızlar yanman benim yoluma.
V. Dizelerde Yakmak Yandırmak/Yandırmak Yakmak
Yan- fiilinin, -DIr ekiyle genişleyerek geçişli yapıyla tek başına kullanıldığı da görülür: Sen beni sevseydin arar bulurdun/Zülfünün telinden bağlar dururdun/
Madem ayrılıkmış senin muradın/Niçin beni ateşine yandırdın. Ancak yandır- fiilinin bu haliyle kullanıldığı dizeler azdır. Türkülerde yan- ve yak- fiillerinin tek başlarına çekimli olarak kullanıldığı örnekler dışında yak- yandır biçiminde anlam pekiştirmeli biçimde kullanıldığı görülür. Her iki fiile göre bu yapının kullanılması türkü coğrafyasında çok yaygın olmasa bile, anlam etkisi bakımından oldukça kuvvetlidir. Bu yapıyı sıralı fiil olarak kabul etmek gerekir. Türkü dizelerinde yak- ve yan- fiillerinin basit çekimli örneklerinden sonra böyle bir sıralı fiil olarak kullanılan yaktın yandırdın yapısının dizelerdeki kullanımı aşağıda verilecektir. Ancak bu kullanımları örneklemeden önce sıralı fiil kavramıyla ilgili Manisa Ağızları’nda yaptığım bir açıklamayı burada vermek istiyorum: “Sıralı fiiller, hareketin vuku buluşuna göre belli bir “ölçüde/sırada” dizilirler. Bu fiillerin kendi aralarında “başlama ve devam etme” açısından bir düzen söz konusudur (2017:474). Türkü dizelerinde de görüleceği gibi, yakınan, zulme uğrayan, sevmiş ama karşılığını alamamış özne, içinde bulunduğu bu hali ayrıntılı ve etkili bir şekilde verecek bir yapı seçer anadili ambarından. Burada, yak- fiili geçişsiz, yandır- fiili geçişlidir. Aynı anda hem geçişli hem de geçişsiz fiilin kullanılması anlam etkisi yönünden dinleyenin/okuyanın üzerinde oldukça derin bir iz bırakır. Şimdi örneklere bakabiliriz:
Uy amman yar amman / Yaktın yandırdın amman; Neredesin nerede/On yedi benlim nerede/Yaktın yandırdın beni/Sen düşürdün aman da bu derde; seni gidi mavilim seni / yaktın yandırdın beni /üç beş gün arasında/gül gibi soldurdun beni. Şu dizede yandır- ve yak- fiilleri yer değiştirmiştir: yandırdın yaktın beni / zalım aldattın beni.
VI. Dizelerde Ateş
Halk türkülerinde ateş sözünün geçtiği dizelerde, bazen aşka düşünce gönül, ateşten bir gömlek olur: maviler giymez idim (mavili mor) /gönüller bilmez idim/gönül ateşten gömlek (mavili mor) /bilseydim giymez idim. Yârin ateşine düşer seven: Ey Ferrahî yandım (yandım) yâr ateşine /Neler gelir gariplerin başına. Sevenin yüreğinde bir ateş vardır, sönmez: Çok uğraştım gönül senden geçmiyor/ciğerimde bir ateş var sönmüyor. Kalp, ateşe atılıp köz haline gelir: Düşmandan öcünü alıp/Vücut ruhsuz hissiz kalıp/Kalbimi ateşe salıp/Köz oldu duydun mu bülbül. Yine halk arasında yaygın olarak bilinen sözler, türkülerin dizeleri olmuştur: Aşkın ateşiyle dikilen dikiş/kıyamete kadar sökülmez imiş (aman). Sevilenin ateşi sineyi yakar: Sevdiğim seyrana çıkar/Ateşi sinemi yakar.Ayrılık ateşi cana düşer: Mezarım yol üstüne kazsınlar/Tasvirimi başucuma assınlar / Gelen geçen buna n’olmuş desinler/Ayrılık ateşi de düştü canıma. Ateş almak birleşik fiili tam olarak somut anlamda kullanılır: Attım tabancamı da ateş almadı/Fani dünya kimselere kalmadı. Sevgilinin bir an huri mi yoksa ateş mi olduğunun farkına varamayan aşık bilmem huri midir yoksa ki ateş (yakar baktığını nara gözlerin diye sorar. Yine ateş düş- fiili mecazi olarak kullanılmış Gar mı yağdı Kütahya'nın dağına (aman)/Ateş düştü ciğerimin (efem) bağına dizeleriyle ciğerinin bağına düşen ateş anlatılmıştır. Ciğerin bağı da en verimli, nefes almayı sağlayıcı en önemli hücreler olsa gerektir. Bunların dışında hem halk türkülerinde hem de bestelenen şarkılarda sıkça karşımıza çıkan aşk ateşi
tamlaması da bazen belirtili bazen de belirtisiz tamlama şeklinde kullanılır: Yatamadım gasavattan meraktan (vay)/Aşk ateşi çıkmaz oldu yürekten (vay); Yandım insaf eyle zâlim el aman hâlim yaman/Sönmez aşkın ateşi hiçbir zaman hiçbir zaman.Ateş sözü türkülerde nesne olarak da kullanılmaktadır: Ateş attım samana (da)/Bak dumana dumana Senin zalim ananı/Ben getirdim imana. Tarihsel metinlerde ateş anlamında kullanılan Türkçe od kelimesi de türkülerin dizelerinde ateşle birlikte kullanılmaya devam eder: Geldim ki sözü gandürem/Ciğerim ode yandürem / Geldim ateşin söndürem /Yar niçün dersin ki gelme.
Bunlardan başka birleşik fiil olarak ateş al- fiili de türkü dizelerinde zor durumda kalmak, çaresiz olmak, bir şeyler yapmaya çalışmak anlamlarında kullanılmaktadır: Ateş aldı elimi de kolumu /Devletin fermanı büktü benim de belimi/ Kim ağlatmış benim nazlı yârimi. Birkaç örnekte de ateş sözü “problem, dert, süregiden mesele” anlamında kullanılmıştır. Bunu örnekleyen dizeler şöyledir: Yezit nedir ne kızılbaş /Değil miyiz hep bir gardaş/Bizi yakar bizim ateş /Söndürmektir çaresi.
Bu dizelerden sonra anlamsal bazı bilgilere değinmek gerekir. Ateş, somut olan yakıcı olma, yanma ve yakma işlevlerinden başka, yanıcı birden fazla nesnenin de kimyasal bir eyleme girerek tutuşması, bu tutuşma neticesinde alevlerin ortaya çıkması olarak tanımlanabilecek bir sonucun da adıdır. Buradan hareketle denebilir ki ateş hemen görünen bir kimyasal olaydır. Çünkü havaya ihtiyacı vardır. Kapalı yerlerden sadece duman tüter; ateşin alevleri çıkmaz. İşte bu noktadan sonra da mecazi olarak ateş kavramı çerçevesinde pek çok anlam genişlemesi meydana gelmiştir. Âşık olan/seven ve böylece yanan yürekten de ateş çıkmaktadır ve bu ateşin görülmesi gerekmektedir başka gözlerce. Bu aynı zamanda yanmaktayken özgeler tarafından da görünür olmayı istemektir inceden inceye. Onun için söze asılmıştır ateş, yanmakla ilgili kimyasallar söze tutulmuştur. Hidrojen ve oksijen, sözle ateşe dönüşmüştür ve bu söz ateşinin duyulmasını ister yüreğinde yangın olan. Dışarıya çıkarsa oksijenle buluşursa sönmeye başlayacaktır çünkü. Bu noktada, evrensel bir bilgiyi de burada tekrar etmek isterim: Ateş, kâinatın yaratılışındaki dört unsur/elementten biridir. İslam kültüründe enasır-ı erbaa adıyla yaygınlaşmıştır. Toprak, su, hava ve ateş veya terra, aqua, aire, fuego. Ateş, hava olmadan oluşamaz; hava su olmadan, toprak hava ve su olmadan; su da hava olmadan. Bu dört unsur, bir yönüyle birbiriyle olmak mecburiyetindedir. Tıpkı, kalbin/yüreğin/gönlün aşksız sevgisiz olamayacağı; sevenin sevgilisiz kalamayacağı, genç kızların/delikanlıların gençlik çağlarında aşksız ve sevgisiz olamayacakları gibi.
Yukarıda, ateşin bir kimyasal olarak havaya ihtiyacı olduğunu ve yeterli hava olmadığı zaman dumanın tüttüğünü ifade ettiğimiz paragrafa benzer bir türkü dizesi vardır; onu da burada verelim: Ateşim yanmadan tütünüm tüter (ah)/İrem bahçasında bülbülller öter/(ey) Bana bir iş oldu ölümden beter (ah.) Görüldüğü üzere aşık/seven, içindeki aşkı henüz ilan etmemiş, etrafa duyurmamış yani içinde yanan bir ateş olduğunu dış dünyaya göstermemiştir; tam yanma haline, ateş olma haline varmadan dumanı tütmektedir. Bu da katlanılması zor bir durumdur aşık için. Başına gelen bu işin ölümden beter olduğunu da kendisi söylemektedir.
Aşığın ve sevenin yukarıdan beri yan-, yak-, yak- yandır-, yandır- yak biçimindeki fiillerle ve ateş sözüyle sevgiliye yönelişleri ve pek çok mecazi, istiareli ve metaforik ifadelerle kendilerini anlatmalarından başka birkaç dizede ana/oğul veya ana/evlat ilişkisini anlatan sözler de kullanılmıştır. Bunlardan birinde annenin ateş olup yanmasını anlatan türkünün dizeleri şöyledir: Askerim gideyirum da uğradım handan hana/Ateş oldi yanayi da bizi doğuran ana.
VII. Dizelerde Soba
Yukarıdan beri açıklana gelen bu üç söz dışında son olarak soba kelimesine de değinmek gerekir. Bu yazının başlığına ilham kaynağı olan türkü daha önce de ifade edildiği gibi “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem” idi. Soba sözü, türkülerde çoğunlukla somut anlamıyla kullanılmakta, sobanın üstünde kavrulan, sobanın içinde yanan nesnelerden söz edilmektedir. Bir de bazı durumlarda sobanın cinsinden ve nasıl yapıldığından de söz edildiği olur: Kestaneyi kavurdum soba üstünde / Kabuğunu soydurdum sofa üstünde; Sobacılar sobayı nasıl yaparlar / Şöyle yaparlar böyle yaparlar.
Bunların dışında soba sözüne karşılık bir Rumeli türküsünde koftor kelimesi kullanılmaktadır. Sözün geçtiği dize şöyledir: Hafızların odasında eski bir koftor/ Herkes kenara çekilir yetişir doktor. Koftor kelimesi Arnavutça’da soba anlamındadır.
VIII. Sonuç ve Değerlendirme
Halk türküleri izleğinde değerlendirilmeye çalışılan yak-, yan-, yandır- fiilleri ve ateş sözü, Türklerin özellikle Anadolu coğrafyasında bütün bir ömürleri boyunca çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa evrilen hayatlarında insan ilişkilerinde, evlilik ve sevgililik süreçlerinde başlarından geçen olayları anlatmak için kullandıkları en önemli kavramlar olmuştur. Bu kavramların bir yandan yapısal özellikleri ve göstergeleri bir yandan mecazi ve metaforik anlamları, onları hayat içerisindeki zorluk ve mücadeleyi anlatmaya elverişli sözler haline getirmiştir. Bu noktada şunu söylemek veya ileriye sürmek doğru olabilir: yak-, yan-, yandır- ve ateş sözlerinin yayıldığı coğrafyada soyut anlamlara evrilmesi, insanın sosyal bir varlık olarak karşı cinsten etkilenmesi, bu etkilenmenin çok istendiği halde hayat içindeki birçok maniden dolayı maddi veya somut olarak yakınlaşmayı getirmemesi, engeller sebebiyle sevilenden uzaklaşılması ve birbirine dokunacak yakınlaşacak iki varlığın/insanın, uzaklaştıktan sonraki ruh halinin bir yansıması neticesinde olmuştur. Böylece, yakın olunacakken uzak kalmak, taraflardan birinde başka bir yakınlığı, yürekte ve gönülde oluşan acıyı anlatmak üzere yak- ve yan- filleriyle anlatılabilmiştir.
Bütün bu örneklerden sonra şöyle bir konuya girmek isterim. Bize, aşığın/sevenin dilinden dökülen yan-, yak-, yandır, yan- yakıl- fiilleri aslında doğrudan insan biyolojisindeki değişime de işaret ediyor olabilir. Çünkü bilim insanlarının son yıllarda yaptığı araştırmalarda heyecan, korku, aşırı derecede bir davranışın ve sözün etkisi altında kalma durumunda vücuttaki kimyasalların değiştiği, hormonların ve diğer yapı maddelerinin farklı biçimlerde etkileşme girdiği ortaya konmuştur. Sevenin/aşığın yüreğinde hissettiği acı, yanma, ateşe atılma hissi hiç de soyut olmayabilir. Bunun elbette soyut yönleri de vardır ama karşılıksız ve çaresiz seven özne, içinde meydana gelen bu kimyasal ve metabolik değişmeleri de bu şekilde ifade edebilir. Günümüzde gelinen teknolojik bulgular noktasında, artık aşıklar, karşılığını bulmadan sevenler, sonsuz bir umutsuzluğa düşen delikanlılar/genç kızlar kalp ritimlerinden, kan kimyasallarının değişmesinden kendilerine ayna tutabilecekler belki de yanmayı ve yakılmayı artık çaresizlik olarak kabullenmeyeceklerdir. Ama her halükârda uzaklarda bir yerlerde sobada kuru meşeler yanarken, yüreklerde de aşk ateşi yanmaya devam edecektir. Aşk ateşi bazen yüreği, bazen ciğeri yakacak, yanmak ve yakmak hayatı devam ettiren bir ışık ve aydınlık olarak kalacaktır.
KAYNAKLAR
Atay, Ayten (2006). Türkçede *Ya- (Parlamak) Kökü ve Türevleri, Belleten Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, cilt:54, sayı:2, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Ayverdi, İlhan (2008). Misalli Büyük Türkçe Sözlük Kubbealtı Lugatı, Redaksiyon-Etimoloji: Ahmet Topaloğlu, Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, Kubbealtı Yayınları İstanbul.
Boratav, Pertev Naili (2013). 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Bilgesu Yayınları, Ankara.
Çağbayır, Yaşar (2007) Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Çağbayır, Yaşar (2017) Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Elçin, Şükrü (1981). Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Türk Halk Kültürü Eserleri Serisi, Ankara.
Ercilasun, Ahmet B.-Akkoyunlu, Ziyat (2014). Kaşgarlı Mahmud Divanu Lugati’t-Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Eren, Hasan (2020) Eren Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü (ETDES), Hazırlayan: Şükrü Haluk Akalın, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Greenfield, Susan (2000) İnsan Beyni, Çevirmen: Burcu Çekmece, Varlık Yayınları, İstanbul.
Gülensoy, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
İlker, Ayşe (2017). Manisa Ağızları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Kaplan, Mehmet (1990). Cunhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Kültür eserleri Dizisi, Ankara.
Kızılözen, Cihangir (2019). Farsçada Türkçenin En Eski İzleri, Akçağ Yayınları, Ankara
Meninski, Franciscus à Mesgnien (2000). Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicae. Arabicae.Persicae, Türk Dilleri araştırmaları Dizisi, Yayımlayan: Mehmet Ölmez, Simurg Yayınları, İstanbul.
TRT Türk Halk Müziği Repertuarı Karma Türküler
GENEL AĞ KAYNAKLARI
(https://evrimagaci.org/bir-insanin-vucudu-yanarken-neler-olur-neler-hisseder
Güncel Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr/
[1] Bu makale, Gürsoy Naskali hocamızın tema olarak “Soba ve Isınma” konusuna çağrı yaptığı yazısını ilk okuduğumda zihnime dolan “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem/ Memet Ağam da üşümüş donuyor” dizesinin ilham ve sezgisiyle, halk türkülerine yan-/yak- fiillerinin ve ateş sözünün mecaz ve metaforik kullanımlarını bilimsel bir kaideye oturtabilme çabasıyla meydana getirilmiştir.
[2] Prof.Dr., Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, el-mek: [email protected]
Not: Makalenin tamamnını indirmek için kaynak:
Not: Makalenin tamamnını indirmek için kaynak:
https://bayar.academia.edu/Ay%C5%9Fe%C4%B0lker?swp=rr-ac-108916842
FACEBOOK YORUMLAR