Her devrimin, her inkılabın farklı şartları, farklı görünümleri var.
1980 yılının Şubat ayı olmalı. Aziz dostum Ahmet Karaca ile sekiz günlük bir İran gezimiz var: Tahran, Erdebil, Tebriz.
Aslında İran Türklerinin durumu hakkında bir rapor hazırlamakla ilgili olarak Alparslan Türkeş tarafından görevlendirilmiştik. Türkeş Bey, İran Türkleriyle çok ilgileniyordu. Bir yerlerden, galiba Güney Azerbaycanlı bir iş adamından sağladığı bir para ile bizi İran’a göndermişti.
O tarihlerde İran’da Türklük bilinci taşıyan Türkler çok azdı. Onları bulup konuştuk. Hazırladığımız 4-5 sayfalık raporu dönüşte Türkeş Beye verdik. Raporun dışında kalan izlenimlerimi de “İran’da Sekiz Gün” adıyla Töre dergisinin 108. ve 111. sayılarında (Mayıs, Ağustos 1980) yayımlamıştım. Bu yazı Türk Dünyası Üzerine İncelemeler kitabımda da bulunuyor.
İran İslam İnkılabı’nın üzerinden tam bir yıl geçmişti. Tahran caddelerinde inkılabın yıl dönümü kutlanıyordu.
İkinci veya üçüncü gün dostumuz Hasan Mecidzade Savalan bizi Hamid Nutki’nin Tahran’ın kuzeybatısında bulunan ve merkezden bir hayli uzak olan evine götürmüştü. Artık hayatta olmayan Nutki, Tahran’da Türklük bilinci taşıyan birkaç aydından biri idi. 1940’larda İstanbul’da okumuş bir hukukçu idi. Kendisi gibi 1940’larda İstanbul’da okumuş bulunan Cevat Heyet’in Tahran’da çıkarmaya başladığı Varlık dergisinde, İran’da Türkçenin serbestçe kullanılması konusunda ateşli yazılar yazıyordu.
Bir yıl önceki yani 1979 yılının Ocak, Şubat aylarındaki olayları onun ağzından dinlemiştik. Hamid Nutki, İran İslam İnkılabı ile ilgili gösterilerin birinci elden tanığı idi, şöyle anlatıyordu.
Gösteriler haftalarca sürmüştü. Caddelerde, üniversite bahçelerinde on binlerce insan toplanıyor, gösteriler yapıyordu. Üzerlerine ateş açılmasına rağmen gösteriler durmuyor, her gün daha kalabalıklaşarak devam ediyordu.
Asıl önemlisi gece gösterileriydi. Her gece saat dokuzda evlerdeki ışıklar söndürülüyor ve insanlar evlerinin damlarına çıkarak “Allahü ekber” diye bağırıyorlardı. Tam iki saat sürüyordu bu. “Allahü ekber” nidaları kuzeyden güneye, doğudan batıya, Tahran’ın bütün semalarını kaplıyordu.
Tam burada Hamid Nutki heyecanlanıyor ve bu seslerin, şehrin epeyi uzağında bulunan kendi evlerine kadar bir uğultu hâlinde nasıl geldiğini sesi titreyerek anlatıyordu. Haftalarca her gece aynı sesler, aynı uğultu… Hamid Nutki Bey bir yandan da televizyonu açmış, bir yıl önceki gösterileri ekrandan izletiyordu. Birinci yıl dönümü olduğu için televizyon sürekli olarak gösterileri veriyordu. Biz de heyecanlanmıştık. Sanki inkılabın canlı tanığı olmuştuk. Aslında bizim derdimiz İran’daki Türkler idi. Ama İran’daki önemli bir Türk’ten böyle bir hatırayı da o gece belleğimize kaydetmiştik işte.
Suriye’deki olaylar dolayısıyla rahmetli Hamid Nutki’den dinlediğimiz İran İslam İnkılabı’ndaki bu gösteriler belleğimde canlanıverdi. Türkiye’de artık devrim diyoruz ama İran’da inkılab kelimesini kullanıyorlardı: İnkılâb-ı İslâmî.
Her devrimin, her inkılabın farklı şartları, farklı görünümleri var. Vâlâ Nurettin’in Bu Dünya’dan Nâzım Geçti kitabında da Bolu’daki bir ağır ceza reisinin kendisine ve Nâzım Hikmet’e Fransız ihtilalini, Bolşevik devrimini nasıl heyecanla anlattığını, onun anlatımından etkilenen iki gencin, Vâ-Nû ile Nâzım’ın nasıl Rusya’ya gittiklerini yazar.
Her devrimin, her inkılabın farklı şartları, farklı görünümleri var. Suriye’deki de bir garip devrim işte. millidüşünce.com
FACEBOOK YORUMLAR