ZORUNLU EĞİTİM
Bir eğitim ve öğretim yılında yarıyıl tatiline daha girildi. Bir yıllık eğitim döneminin yarısı geçen hafta itibariyle tamamlanmış oldu.
Şu anda eğitim sistemimiz 4+4+4 şeklinde kesintisiz 12 yıl olarak uygulanmaktadır. 28 Şubat sürecinde yaşanan kesintisiz 8 yıllık eğitim birçok mağduriyetler ortaya çıkarmıştı. Özellikle dini eğitim alanında eğitim veren kurumlar ve bu kurumlarda eğitim görenler ciddi bir mağduriyet yaşadılar. Sadece dini eğitim değil, mesleki eğitim veren kurumlar da aynı mağduriyeti yaşayan eğitim kurumları oldu. Bir yanlış düzeltilecek derken bir başka yanlış yapıldı. 12 yıl zorunlu eğitim getirildi.
Zorunlu eğitim kimsenin bir işine yaramadı. Sadece istatistik verilerinde diplomalı insan sayımızı arttırmış olduk. Zira eğitim gören çocukların hepsinin kabiliyeti ve başarı oranı bir değil. O nedenle her çocuğu eğitime tabi tutmak gibi bir zorunluluğumuz olmamalı. Okumak istemeyen veya başka yönde kabiliyetleri olan çocukları o kabiliyetlerine yönlendirerek istedikleri ve sevdikleri şeyi yapmalarına fırsat vermemiz gerekir.
Eğitim bireyin bedensel ve sosyal yönlerden bilgi, beceri ve tutumlarını yapılandırması için düzenlenen öğretme-öğrenme sürecidir. Eğitim süreci bireyin potansiyelini geliştirmek için düzenlenmiş, organize edilmiş, okul diye adlandırılan bir ortamda programlı, planlı ve amaçlı bir şekilde yürütülmektedir.
Okulların temel görevi öğrencilerin zihinsel, sosyal ve psikolojik gelişimlerine katkı sağlamaktır. Okullar öğrenciler için vardırlar ve öğrencilerin gelişimi için her türlü katkıyı göstermek zorundadırlar.
Osmanlı ve Selçuklu döneminde eğitim bugün olduğu gibi 4-5 yaşlarında başlardı. Eğitim sürecinin ilk ayağı medrese diye adlandırılan eğitim kurumları idi.
Medreselerde okuyan öğrenciler, öğrenimlerine göre üç kısımdan meydana gelmekteydiler. Suhte (Softa), Danişmend ve Muid. Medreselerden mezun olanlar, bir müddet bekleme döneminden sonra müderris olarak atanırlar veya bir başka görevle görevlendirilirlerdi. Medresede dersler müderrisler tarafından verilirdi. Genellikle ders işleniş usulü müderrisin dersi anlatması esasına dayanıyordu, yani takrir usulüne göre idi.
Bunun dışında önemli bir eğitim kurumu bugünkü anaokulu ve ilkokulu da içine alan Sıbyan mektepleri vardı. Osmanlı toplumunun genel eğitimiyle uğraşan ve ilkokul seviyesinde eğitim-öğretim veren sıbyan mekteplerinde eğitim ve öğretiminin esasını dinin ve ahlakın öğretilmesi oluşturuyordu. Sıbyan mekteplerinin idaresiyle Müftüler ve Şeyhülislamlar meşgul olmaktaydılar. Ancak, mekteplerin belli bir yönetmenliği, devletçe veya herhangi bir makamca düzenlenmiş belli bir öğretim programı yoktu. Genel olarak çocuklar 4-5 yaşına gelince ailesinin durumuna uygun olarak "Amin Alayı" denilen özel bir törenle bu okullara kayıt olurlar ve eğitime burada başlarlardı. Sıbyan mekteplerinde görgü, ahlak kuralları ve temel bilgilerin yanı sıra çocukların en az bir kez Kur’an-ı Kerimi hatim etmeleri gerekiyordu. Yine bu mekteplerin en büyük özelliği, öğrencileri birbirine sevgi, büyüklerine saygı disiplini içerisinde yetişmiş olmalarını sağlaması idi.
Osmanlı Devletinde halk çocuklarının devam ettikleri sıbyan mekteplerin yanısıra ulema ve devletin çeşitli kadrolarına kalifiye eleman yetiştiren medreseler vardı. Saraydaki çocukları okutmak, padişahın hizmetinde bulunacak memurları ve müstahdemleri yetiştirmek, saray halkını eğlendirecek ve güldürecek saz söz ehliyle oyuncuları eğitmek ve bunlardan da önemlisi güvenilir devlet adamı ve asker yetiştirmek üzere saray içerisinde bulunan bazı mektepler vardı. Saray mektepleri olarak bilinen bu mekteplerin içinde en önemlisi ise Enderun Mektebi idi. Osmanlı Devletinde XI. Yüzyıl ortalarından itibaren medrese dışında en önemli resmi eğitim kurumu niteliği taşıyan Enderun, ilk teşkilatı II. Murad dönemine dayanmaktadır. Fakat yeni bir anlayış ile düzenlemesi ve geliştirilmesi II. Mehmet yani Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuştur. Enderunlarda daha ziyade mülki ve askeri idareciler yetiştirilmekteydi.
Osmanlı’da eğitim alanında modern ilk ciddi adımlar Tanzimat ile birlikte atılmaya başlandı. Bugünkü anlamda ortaokul diye ifade ettiğimiz okullar ilk olarak Rüştiye adı altında 1839 yılında açılmaya başlandı.
Bugüne geldiğimizde Avrupa’da da eğitim 5-6 yaşlarında başlamakta ve her ülke kendi dinamiklerine göre zorunlu, kesintili veya kesintisiz eğitimle eğitim anlayışını sürdürmektedir. Ancak bütün ülkeler öncelikle mesleki eğitimi ön planda tutmaktadırlar.
Osmanlı ve Selçuklu eğitim sistemi çok iyi incelenip, günümüz dünyasında Batı ve Uzakdoğu ülkeleri bu işi nasıl yapıyorlarsa onlar da incelenerek bir sistem kurulmalıdır. Bugün en çok yaşadığımız handikap mesleki eğitim yönü. Ailelerde çocuklar daha rahat etsin diyerek çocukların kabiliyetine bakılmaksızın anlama kapasiteleri dikkate alınmaksızın zorla okutulmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki çocuklar çok küçük yaşlarda kabiliyetlerinin de keşfedileceği, genel ahlak kurallarının verildiği bir anaokul ve ilkokul seviyesinden geçtikten sonra, beceri ve kabiliyetleri ile örtüşecek eğitim almaya devam etseler daha doğru olacak. Hatta ortaokul seviyelerinde hem eğitime devam ederken hem de eski usuldeki gibi çıraklık yaparak mesleği alanında yerinde öğrenmeye çalışsalar ve bu çıraklık dönemleri de eğitim sürecinden sayılmış olsa, hem eğitim almış olacak hem de bir meslek sahibi olmuş olacak. Bugün en çok sızlandığımız Kobi diye tanımladığımız küçük ve orta ölçekli sanayi kollarında ara eleman bulamama ve yetiştirilememesi sıkıntısından da kurtulunmuş olacaktır. Yine örgün eğitimi bitirdikten sonra her çocuk üniversite eğitimi alacak diye bir kaide yok. Her şehre bir üniversite anlayışı yerine, kaliteli, nitelikli insan gücü yetiştiren üniversiteler oluşturulmalıdır.
Zorunlu eğitim bugün belki kayıt üzerinde ülkemizin eğitimli insan sayısını fazla gösteriyor olabilir. Bize bundan ziyade nitelikli insan gücü lazım. Bunun için ortaokul ve lisede örgün eğitim gören 16 milyon yavrumuz bu ülkenin birer kaynağıdır. Her biri kendi beceri ve kabiliyetlerine göre yetiştirilmiş olsa, ülke için daha faydalı olacaktır. Zira eğitim bir yönüyle pahalı bir iştir. Ülke bütçesine ciddi yüktür. O nedenle eğitim sistemi daha doğru kurgulansa, daha mantıklı ve işlevsel bir hüviyet kazansa, kaynakların yerinde ve rantabl kullanılmasını da sağlamış olacaktır.
Zorunlu eğitim yerine, kabiliyetlerin ortaya konulduğu, mesleki bilgi ve birikimin hakim olduğu, sanayicimizin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün yetiştirebildiği bir eğitim sistemine geçiş yapılmalıdır. Herkes kendi kabiliyetleriyle orantılı eğitim aldığında ve sanayinin iş gücünün doğru bir şekilde temin yoluna gidildiğinde her yönüyle kazanç elde edilmiş olacaktır. Bir yandan da daha erken yaşlarda iş gücüne katılım sağlanması ile genç dinamik nesil heba edilmemiş olacak. Ayrıca nitelikli insan kaynağı bulmakta zorlanan sanayici de bu kaynağı bulduğunda, kendisine sunulacak imkanlarla daha fazla işyeri açacak, daha fazla istihdam kapısı açmış olacaktır. Bunun sonucunda da her okul bitiren, iş için kamunun ve belediyelerin kapısında beklemek durumunda kalmayacaktır.