YÖNETİM ANLAYIŞINDA DEĞİŞİM ŞART
Geçtiğimiz hafta bize ayrılan bu köşede Türkiye’nin idari yapısını irdelemiş, İl ve ilçe sayılarının azaltılması noktasında bazı teklifler ortaya koymaya çalışmıştım. Bu hafta bu konunun devamı mahiyetinde yönetim anlayışının da gözden geçirilmesi gerektiğini ve neler yapılması gerektiğini vurgulamaya gayret edeceğim.
Türkiye’nin idari yapısı, bahsettiğimiz gibi Ankara merkezli bir merkez teşkilatı ile taşra teşkilatlarından oluşmaktadır. Başkanlık sistemi ile birlikte yönetimin güçlendirilmesi gündeme gelmiş idi. Merkez teşkilatında çift başlılığı önlemek adına başbakanlık müessesi kaldırılmış, cumhurbaşkanlığı biraz daha yetki açısından genişletilerek ismi de Devlet Başkanlığı olarak değiştirilmişti. Yani Türk tipi bir başkanlık sistemine geçilmiş idi. Hala biz devletin başkanına, cumhurbaşkanı diye hitap etsek de aslında o artık devlet başkanı. Bu yapı ile meclis de biraz daha ikinci planda kalmış oldu.
Önümüzdeki dönemde artık taşra teşkilatlarında da yavaş yavaş bir revizyon, değişim yapılmalıdır. Bunun ilk ayağı da il ve ilçelerdeki çift başlı yönetim anlayışına son vererek yapılabilir. Hepimizin de bildiği gibi illerde merkezi temsilen atama usulü ile görevlendirilen valiler, ilçelerde de kaymakamlar var. Birde bunların yanı sıra belediyeler var. Yerinden yönetim belediyeler. Her ne kadar görev alanları ve işlevselliği farklı gibi görünse de aslında birbirine yakın hizmet alanları söz konusu. Büyükşehir yasası ile büyükşehir kapsamında olmayan illerde ve ilçelerde, il ve ilçe merkezi dışındaki köy ve mezralarda yine hizmeti valilik ve kaymakamlık götürüyor. İlde valinin başkanlığında il özel idaresi var. İl özel idaresinin sevk idaresini yapan bir genel sekreteri var. İl özel idaresinin işlerini yürütebilmesi için de her ilde siyasi parti temsilcilerinin seçimlerde seçilen meclis üyelerinin teşekkül ettirdiği il genel meclisi var. Bu mecliste alınan kararlar ile hizmetler yürütülmeye çalışılıyor. İl genel meclisinin de doğal başkanı ilin valisi. İlçeler de kaymakamlığa bağlı ilçe özel idareleri veya köylere hizmet götürme birliği var. Burada da her ilçeden seçilen il genel meclisi üyelerinin teklif ve talepleri doğrultusunda köy muhtarlarından gelen talepler incelenerek en doğru hizmet yapılmaya çalışılıyor. Bununla birlikte il ve ilçe belediyeleri de kendi sorumluluk alanlarında yürüttükleri hizmetler var. Ancak büyükşehir yasası ile büyükşehir statüsü kazandırılan 30 ilimizde durum bundan farklı. Büyükşehir olan illerde bütün hizmeti büyükşehir belediyeleri yapıyor. Merkezi yönetimin taşra kolu olan vali ve kaymakamlar hazindir ki, büyükşehir illerinde konu mankenine dönmüş durumdalar. Özellikle kaymakamlara adı köy iken mahalle haline gelen, ilçe kırsallarından gelen hizmet taleplerine cevap verememektedirler. Buralar büyükşehir belediyesinin hizmet sınırlarında olunca belediye başkanına ya da meclis üyelerine konuyu izah ederek o bölgelere hizmet gitmesi sağlanmaya çalışılıyor. Burada çift başlılığı gidermek açısından şöyle bir yol izlenebilir. Son yıllarda terör örgütleri ile işbirliği yaptıkları için Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde vali ve kaymakamlar kayyum olarak atanarak hem valilik ve kaymakamlık yanı sıra o bölgede belediye başkanlığı vazifesini de üstlenmiş oluyor. İşin gerçeğine bakar isek güzel işlere de imza attılar. Bölgede ses getirecek bir belediyecilik örneği sergilediler ve sergilemeye de devam ediyorlar. Buradaki modelleme bütün ülke sathına yayılabilir. Belediyeler valilik ve kaymakamlık ile birleştirilebilir. Merkez ve taşra yönetimi uyum içinde çalışması açısından merkez teşkilatı temsil eden vali ve kaymakam aynı zamanda atama ile belediye başkanı olabilir. Burada sadece belediyeler için meclis üyeleri seçimi yapılabilir. Her siyasi partinin temsilcisi seçildikleri belediyede hem yürütme hem denetim görevi üstlenmiş olurlar. Belki böyle bir yapıda merkezi yönetim de yerinden yönetim belediye üzerinde çok fazla baskıcı olmaz ise, belediyeler siyasi bir endişe taşımadıkları için ihaleler daha şeffaf gerçekleşir. Özellikle bugün kanayan yara haline gelen personel istihdamı da sadece ihtiyaç kadar ve işinin ehli kişiler görevlendirilerek sağlanır, böylece belediyeler üzerinde ciddi bir mali yük getiren ve bir süre sonra partizanlığa kadar giden bir yapı ortadan kalkmış olur. Aslında bugün bile hiç vakit kaybetmeden belediyeler bu personel yükünden kurtulmalıdırlar. Zira belediye bütçesinin neredeyse yarıya yakını personel maaşına gitmekte. Ve buna rağmen siyasi kaygılar nedeniyle ehil personel atanamadığı için doğru hizmetin sunulmasında da aksamalar olmaktadır.
Bugün en önemli problemlerden birisi de belediyelerin siyasallaşması nedeniyle o bölgede başka insanlar yaşamıyormuş gibi sadece bir eksene doğru hizmet anlayışı ile veriliyor olması. Ayrıca merkezi yönetim ile muhalif olan yerel yönetimin, yani merkez ile aynı partiden olmayan belediyenin merkezden alacağı hizmetler ister istemez yavaşlatılıyor veya sabote edilmeye çalışılıyor. Belki de böyle bir yapı ile bunların da önüne geçilmiş olur.
Burada bir başka konu da meclise gönderdiğimiz milletvekilleri. Milletvekilleri biraz fanustan çıkıp bölgelerindeki gelişmeleri yerinden takip edip, her ilin kendi dinamiklerinin ortaya çıkartılması için belediye, valilik ve kaymakamlık ile sürekli istişare halinde olmalıdır. Kısır çekişmeler yerine yapıcı olup elini taşın altına koymalıdır. Ağabeylik yapacağım, diyerek patronluk taslamamalıdır. Milletvekili aslında seçildiği il yönetimi ile merkezi hükümet arasında bir köprü görevi üstlenmelidir. Sadece vazifesi yasa çıkartmak olmamalıdır. İllerdeki kültürel dokuların geliştirilmesi, imar ve yapılaşmanın daha sağlıklı yapılması her şeyden önemlisi de ilin ekonomik gelişimin sağlanması için ildeki bütün soyut, somut değerlerin ortaya çıkartılmasında yereldeki vali, kaymakam ve yeni sistemdeki belediye ile istişare ederek çalışmalar yürütülmelidir. Milletvekilleri hiçbir zaman yerel yönetimin personel yapısı ile ilgili bir tasarrufta bulunmamalıdır. Yerel yönetim belediyeler tamamen liyakat ve ehliyet esasına uyarak, adama göre iş değil, işe göre insan belirleme yöntemine geçmelidir. Bütün bunların yanı sıra kaynakların da doğru kullanılması gerekir. İsraf edilmeden en doğru iş yapılmalıdır. Belediye partizan ve politize olmuş bir yapı çerçevesinden kurtarıldığında az bir kaynak ile ne kadar büyük işlerin başarılabileceğini görmüş olacağız. Açıkçası defaatle Doğu ve Güneydoğuya yaptığım ziyaretlerde kayyumların kıt imkanlar ile büyük işler başardığına şahit oldum. Özellikle önceki dönemde Muş Varto’da kaymakamlık görevi yapan, aynı zamanda kayyum belediye başkanı olan ve şu anda Trabzon Araklı’da kaymakamlık görevine devam eden Mehmet Nuri Çetin kardeşimin belediye olarak çok kısıtlı bütçeler ile yaptığı hizmetleri, köy yollarına attırdığı sıcak asfaltları ki bugün batıda birçok ilçeler arası yollar bile sıcak asfalt değil iken, yerinde görmek nasip oldu. Hatta bir ziyaretimde köylere yapılan çocuk oyun parklarını gezmiştik. Daha önce HDP’li belediyenin üç oyun parkına yaptığı ödeme ile 15 oyun parkı yaptırdığına canlı şahit olmuş idim. Aynı şekilde Tunceli’de de kayyum belediye başkanlığı yapan Tunceli Valisi İstanbul Üniversitesi siyasal Bilgiler Fakültesi’nden okul arkadaşım olan Tuncay Sonel de Tunceli’de çok az bütçeler ile inanılması güç hizmetler ortaya koydu, Tunceli’nin çehresini değiştirdi. Munzur Çayı’nın şehre kattığı güzelliği turizme kazandırdı. Terör ile anılan şehri adeta bir turizm kenti haline getirdi. Bütün bunları yaparken hiçbir zaman siyasi kaygı taşımadı. Tek kaygısı vardı o da devleti idi. Devleti ve milleti için neredeyse kendi canından vazgeçercesine canla başla hizmet ortaya koydu.
Artık yeni dönemle birlikte yerel anlamda da idari yapılanmanın değişimi için adımlar atılmalıdır. Bu adımlar atılırken politik kaygılardan uzak durulmalıdır.
Önder GÜZELARSLAN