SİN’İN ŞIN’A DUHULÜ
Tarihimiz ibretlik olaylarla doludur. Her birinde geleceğe ışık tutarak, manevi dinamiklerin varlığının ne derece önemli olduğunun altı çizilerek bizlere anlatılmaya çalışılmaktadır.
Bu gibi olaylarla bize verilmek istenen mesajı doğru şekilde algılamaya çalışmalıyız.
Özellikle 600 yıldan fazla cihana hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nda her padişah döneminde ilginç olaylar yaşanmıştır. Bu ibret dolu olaylardan birisi de Yavuz Sultan Selim Han’ın padişahlığı döneminde ve Mısır Seferi sırasında yaşanmıştır. Şimdi bu olayı hatırlayarak bize bugüne dair ne mesaj verilmeye çalıştığını anlamaya çalışalım.
Yavuz Sultan Selim Han 24 ağustos 1516 tarihinde Mercidâbık Savaşı’nı kazandıktan sonra Halep’e girmiş, iki hafta sonrada eylül ayı sonuna doğru Şam’a ulaşmıştır. Yavuz Sultan Selim Mısır’a geçmeden önce 15 aralık’a kadar Şam’da kalmıştır. Şam’da olduğu bir zaman diliminde yanındaki paşalara da ordunun para sıkıntısı içinde olduğunu vurgulamış. Ordunun Sina Çölü’nü aşabilmesi için morale ihtiyacı var. Onlara bahşiş de dağıtmamız gerekiyor demiş. Bu sırada paşalar padişah Yavuz Sultan Selim’e şeyh Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin yazdığı “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye” isimli kitaptan bahsederler. Yavuz Sultan Selim büyük âlim Kemal Paşazade ile birlikte kitabı incelemeye koyulurlar. Şeyh Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri kitabında “Sin Şın’a girince Mim’in kabri ortaya çıkar” şeklindeki bir ifade kullanmıştır. Bu ifadeyi büyük âlim Kemal Paşazade şöyle yorumlamıştır. Buradaki “Sin”in Selim’e, “Şın”ın Şam’a, “Mim”in ise Muhyiddin’e işaret etmektedir. Aynı zamanda da padişah Yavuz Sultan Selim bir gece rüyasında Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri’ni kendisine şöyle derken görür: “Ya Selim! Senin gelmeni beklerdim. Safa geldin, hoş geldin. Mısır gazanı sana müjdelerim. Sabahleyin bir siyah ata bin. O seni bana götürür. Beni hâk-i mezelletten (horluk toprağından) kaldır. Bana bir türbe, bir cami ve imaret yapıver. Yürü işin rastgele, Mısır fethi müyesser ola!”
Yavuz Sultan Selim sabahleyin hem Kemal Paşazade’nin yorumu hem de rüyasına binaen kabri bulmak için bir siyah ata biner. At gider, Salihiyye Mahallesi’nde bir çöplükte durup eşinmeye başlar. Orası açılınca büyükçe bir taş çıkar. Üzerinde Arapça olarak “bu Muhyiddin’in kabridir” yazısı görülür. Yavuz Sultan Selim orayı temizleterek kabri ortaya çıkartır.
Yavuz Sultan Selim kabri bulduktan sonra Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri’nin hikayesini merak eder ve hikayesini kendine şöyle anlatırlar:
Vakti zamanında İbn-i Arabî Şam’da halka vaaz edermiş. Halk İbn-i Arabî’yi bir türlü anlayamıyormuş. Şam haklının o dönemlerde maddeye karşı aşırı düşkünlükleri varmış. Bir vaazında İbn-i Arabî ses tonunu yükselterek ayağını sertçe yere vurarak “Sizin taptıklarınızın hepsi benim ayağımın altındadır!” diye haykırmış. Halk, Allah’a taptıklarını ifade ederek İbn-i Arabî’nin bu sözler ile kendi inançlarına hakaret ettiğini düşünerek onu kadılara şikayet ederler. Yazdığı eserler ile de halkı kışkırttığı düşünülerek Muhyiddin İbn-i Arabî’nin cezalandırılmasına hükmedilir. Kendisini sevenler tarafından bu sözlerinden vazgeçmesi istendiğinde şunu ifade etmiştir:
“İzâ dehale’s-Sin ila’ş Şın zahira sırrî!”
Yavuz Sultan Selim Han bunun üzerine o sözü nerede söylediğini sorar. Padişahı oraya götürürler ve oranın kazılmasını emreder. Kazdıkları yerden bir küp altın çıkar. Ordunun ihtiyacı olan para da bu şekilde temin edilmiş olur. Altınlar çıkartıldıktan sonra Yavuz Sultan Selim şunu ifade etmiştir:
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanın küfür meclislerine binaen “Dininiz paranız, kıbleniz kadınlarınız” buyurmadı mı? Muhyiddin İbn-i Arabî de buna dayanarak, taptığınız ayağımın altında demekle, benim ayağımın altında altın var demek istemiştir. O zaman bunu kimse anlamamış ve şeyh İbn-i Arabî haksız yere idam edilmiştir.
Bu olay sonrasında Şam halkı Yavuz Sultan Selim’i ve Şeyhin kerametini günlerce konuşmuşlar. Hayretler içinde kalmışlar.
Daha sonra Mısır seferi için yola devam eden padişah Yavuz Sultan Selim Han, 22 ocak 1517 tarihinde yapılan Ridâniye Savaşı’nı kazanarak Mısır’ı fetheder. Beraberinde kutsal emanetler ile birlikte halifelik ünvanını da alarak geri dönüş yoluna koyulur. Dokuz ay kadar sonra, ekim ayında tekrar Şam’a ulaşır.
Şam’da dört aydan fazla bir zaman kalır. Bu süre içinde Muhyiddin İbn-i Arabî’nin kabrine türbe, yanına ise bir cami ve aşevi yaptırır. İlk cuma namazıyla da açılışını yapar.
Bu olay bize öncelikle Muhyiddin İbn-i Arabî’nin çok büyük bir zat olduğunu tarihi ve geleceği okuyabildiğini gösteriyor. Hatta kaleme aldığı “Şeceretü’n Nu‘mâniyye” adlı eserinde Osmanlı İmparatorluğu’nun sonraki dönemlerde yaşayacağı sıkıntılara, Sultan II. Abdülhamit Han’ın devleti uzunca bir süre ayakta tutmaya çalışacağına dair bilgiler vermiştir.
Ayrıca Yavuz Sultan Selim’in gösterdiği bu keramet ile de Osmanlı Sultanları’nın her biri aslında sadece bir devlet yöneticisi olmadığı aynı zamanda maneviyat yüklü kişiler olduklarını bize göstermektedir. Muhyiddin İbn-i Arabî neredeyse 300 yıla yakın bir zaman öncesinden Mısır’ın fethedilip Osmanlıların aynı zamanda Halifelik ünvanını alacaklarını işaret buyurmuştur.
Bizlere düşen de bu kadar mana yüklü ecdadımızı çok daha iyi anlayıp, 1000 yıla yakın zaman diliminde yeryüzünde nasıl hakim güç olduklarını görmeliyiz. Onlardaki o iman aşkını bugün kendimizde olmayışının üzüntüsünü yaşayacağımıza onlardaki imanı kuşanmak için müthiş bir çaba göstermeliyiz.
Önder GÜZELARSLAN